29 Aralık 2025

Akran zorbalığı: Okul koridorlarından sızan travmalar

İstanbul Erkek Lisesi’nde yaşananlar, Türkiye’de okullarda uzun süredir var olan akran zorbalığını yeniden gündeme taşıdı. Uzmanlar, şiddet ve tacizin münferit değil; hiyerarşi, güç ilişkileri ve sessizlik kültürüyle beslenen yapısal bir sorun olduğuna dikkat çekiyor.

2025 yılının Aralık ayında İstanbul Erkek Lisesi’nde yaşanan ve kamuoyuna yansıyan şiddet ve taciz iddiaları, Türkiye’de uzun süredir var olan ancak çoğu zaman görünmez kalan bir sorunu yeniden gündeme taşıdı: “Akran zorbalığı”. Fiziksel şiddetten dijital tacize, sınıf içi hiyerarşilerden sessizlik kültürüne uzanan bu tablo, tekil bir okulun ötesinde, eğitim sisteminin yapısal sorunlarına işaret ediyor. İstanbul Erkek Lisesi örneğinde, alt sınıf öğrencilerinin cinsel içerikli ve taciz nitelikli mesajlara maruz kaldığı iddiaları, ardından üst sınıf öğrencilerinin yatakhanede gerçekleştirdiği fiziksel saldırılar ve sürecin yargıya taşınması; okul güvenliği, öğrenci ruh sağlığı ve kurum kültürü üzerine ciddi soru işaretleri doğurdu. Disiplin kararları ve öğrenci nakilleri tartışılırken; mezunlar ve veliler, okul içinde güvenli bir ortam talebiyle kamuoyuna seslendi. Ancak uzmanlar, bu tür vakaların “münferit” olarak ele alınmasının sorunu perdelediği konusunda hemfikir. Türkiye genelinde yapılan araştırmalar, lise çağındaki öğrencilerin yaklaşık %17’sinin zorbalık döngüsünde -mağdur, zorba ya da her ikisi olarak- yer aldığını ortaya koyuyor. Bu oran, özellikle erkek öğrenciler ve yatılı-okul kültürünün baskın olduğu kurumlarda daha da yükseliyor.

Bu yüzden bu dosyada İstanbul Erkek Lisesi örneğinden ziyade sorunun kaynağına odaklanıyor; akran zorbalığının “psikolojik ve davranışsal kökenleri”, “okul yönetimlerinin kriz anındaki sorumlulukları”, “ast-üst ilişkileri ve hegemonik yapılar”, “güç, gruplaşma ve dışlanma dinamiklerinin ruh sağlığı üzerindeki etkileri”, uzmanların değerlendirmeleriyle ele alıyoruz. Böylelikle münferit bir olay değerlendirmesinden ziyade pek çok gencin özellikle okullarda yaşadığı bu sorunun temeline iniyor; yapılması gerekenleri uzmanların görüşleriyle dile getiriyoruz.

“Ergenlik, bir kimlik arayışı dönemidir”

Öncelikle ortaokul ve lise çağında gençlerin nasıl bir dönemden geçtiğini anlamak gerekiyor. Zira bu gençlerin yaşadıkları gelişimsel ve psikolojik evre, bu sorunların kökenini anlayabilmemiz için oldukça elzem. Klinik Psikolog İclal Eskioğlu Aydın, bize ergenlik döneminin nasıl bir süreç olduğundan şu şekilde bahsediyor: “Ergenlik, bir kimlik arayışı dönemidir. Yani ‘Ben kimim, nasıl biri olmak istiyorum, nasıl davranmak istiyorum, nasıl bir hayat yaşamak istiyorum’ gibi soruların sorulmaya başlandığı; bu konulardaki sorgulamaların arttığı ve daha soyut düşünce evresine geçilmeye başlanan bir dönemdir. Aynı zamanda sosyalliğin ön planda olduğu, ailenin eski etkinliğini ve gücünü kısmen kaybettiği; arkadaş ve sosyal çevrenin öne çıktığı, güç kazandığı bir süreçtir. Dolayısıyla arkadaş ortamından gelen bir eleştiri ya da bir övgü çok önemli ve çok değerli bir statüde kabul edilir. Bu nedenle ergenin burada ne yapıp ettiği büyük önem taşır. Ergenlikte birey; kendi kimlik arayışını, doğruları ve yanlışları, neyin yapılıp neyin yapılmayacağını, bir yandan soyut düşünce düzleminde arar, düşünür ve sorgular. Deneyimsel tarafta ise bunları arkadaş ortamında deneyimlediği bir süreçten geçer gençler.”

Bireylerin ergenlik döneminde zorbalığa kayan davranışlarına dair ise davranış ile kişisel hikâyenin örüntüsüne dikkat çeken Aydın; “Çocuğun kendisinin daha önce zorbalığa uğramış olması, zorbalık yapma konusundaki pozisyonunu etkileyebiliyor. Ya da aile içinde o güne kadar öğrenilen değerler sistemi çok esnekse ya da yeterince net değilse; biriyle dalga geçmek, birini taciz etmek ya da sınırları koruyamamak çok daha sorunlu bir hâl alabiliyor” diyor. Zorbalık davranışının genel olarak kabul edilme, onaylanma, beğenilme, sevilme, güçlü görülme, yeterli ve değerli hissetme gibi unsurlarla da ilişkili olduğunu belirten Klinik Psikolog İclal Eskioğlu Aydın, ortamı belirleyen baskın bir yapı oluşmuşsa ve güç, güçlünün domine ettiği bir kural hâline gelmişse bu durumda korkular ve kaygıların da kaçınılmaz olarak devreye girdiğini ifade ediyor. Dolayısıyla bireylerin isteklerinin karşısında yer alan şeylerden de korkmaya başladığını belirtiyor: “Böyle bir ortamda kişi, isteklerinin tam karşısında yer alan şeylerden de korkmaya başlar. Yani ‘Beğenilmek istiyorum’ derken, aynı zamanda ‘Ya beğenilmezsem’ diye düşünür; ‘Kabul görmek istiyorum’ derken, ‘Ya kabul edilmezsem’ korkusu ortaya çıkar. İstenenlerin yanı sıra, istenmeyenlerden de korkulan bir süreç yaşanır.”

“Zorbalık, alternatif problem çözme becerilerinin yetersizliğini yansıtır”

Klinik Psikolog İclal Eskioğlu Aydın gibi Klinik Psikolog Hatice Aybar da zorbalığın yalnızca bireysel bir davranış problemi olmadığını; karmaşık sosyal ve psikolojik süreçlerin bir ürünü olduğunu belirtiyor. “Akran zorbalığı, yalnızca bireysel bir davranış problemi olarak değil; gelişimsel, duygusal ve sosyal dinamiklerin etkileşimiyle ortaya çıkan çok katmanlı bir olgu olarak ele alınmalıdır” diyen Aybar; özellikle okul ortamında gözlemlenen zorbalık davranışlarını; çoğu zaman ergenin içsel dünyasında yaşadığı çatışmaların ve çevresel koşullara verdiği uyumsuz tepkilerin dışavurumu olarak nitelendiriyor ve davranışsal açıdan kökenlerine dair şunları söylüyor: “Davranışsal açıdan zorbalık, öğrenilmiş ve pekiştirilmiş bir etkileşim biçimi olarak karşımıza çıkar. Özellikle erken çocukluk döneminde sınır koymanın tutarsız olduğu, saldırgan davranışların sonuçsuz kaldığı ya da dolaylı olarak ödüllendirildiği aile ve sosyal çevrelerde, zorbalık bir ‘etkili baş etme yöntemi’ olarak öğrenilebilir. Güç kullanarak isteklerini elde eden çocuk, bu davranışın işlevsel olduğuna dair bir algı geliştirir.  Ayrıca model alma süreci de belirleyici bir faktördür. Evde, medyada veya sosyal çevrede ‘güçlünün haklı olduğu’ mesajına maruz kalan birey, bu davranış kalıplarını okul ortamına taşıyabilir. Bu bağlamda zorbalık, genellikle bilinçli bir kötücüllükten ziyade, alternatif problem çözme becerilerinin yetersizliğini yansıtır.”

Ayrıca psikolojik düzlemde zorbalık davranışının sıklıkla düşük benlik saygısı ile ilişkili olduğunu ifade eden Aybar; dışarıdan bakıldığında güçlü, baskın veya umursamaz görünen zorbalık davranışını gösteren çocukların içsel olarak değersizlik, yetersizlik veya kontrol kaybı duyguları yaşayabileceğine, bu duygularla baş edemeyince başkalarını küçülterek kendi benlik algısını geçici olarak onarmaya çalıştığına dikkat çekiyor: “Zorbalık aynı zamanda bastırılmış öfkenin ve hayal kırıklığının yön değiştirmiş bir ifadesi olabilir. Akademik başarısızlık, ebeveyn beklentileri, duygusal ihmal ya da sosyal reddedilme gibi deneyimler, bireyin duygusal yükünü artırır. Bu yük, güvenli biçimde ifade edilemediğinde, daha güçsüz görülen akranlara yöneltilebilir.” Ayrıca empati gelişiminin de bu noktadaki önemini vurgulayan Aybar, “Empati gelişimindeki aksaklıklar da önemli bir psikolojik faktördür. Başkasının duygusunu fark edememe ya da fark etse bile önemsememe, zorbalığın sürmesini kolaylaştırır. Bu durum çoğu zaman duygusal farkındalık eksikliğinden ya da duyguların bastırıldığı aile ortamlarından beslenir” diyor.

Ayrıca Klinik Psikolog Hatice Aybar, bu davranışın ilişkili olduğu duyguları şu şekilde sınıflandırıyor:

  • Kontrol kaybı korkusu
  • Yoğun öfke ve hayal kırıklığı
  • Kaygı ve güvensizlik
  • Utanç ve değersizlik

Aybar, aynı zamanda akran zorbalığının “zorba” ve “kurban” etiketleriyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir sosyal sorun olduğuna da dikkat çekiyor; zorbalık davranışı gösteren çocukların desteklenmesi, anlaşılması ve sağlıklı baş etme becerisi kazandırılması gereken bireyler olduğunu belirtiyor.

“Zorbalık eylemi gerçekleşirken izleyen bir grup, yani seyirciler de var”

Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Rehberlik Ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Müge Akbağ da diğer uzmanlar gibi, ergenlik döneminde gerçekleşen zorbalık davranışının çok boyutlu olduğunu vurguluyor. Ailesel etkenler, bireyin kişilik özellikleri, gündem ve günümüz koşulları dikkat çeken unsurlar olmakla birlikte “görünür olma” ihtiyacının da erken dönemde karşılanmaması bu durumu tetikleyen etkenlerden biri olabiliyor. Prof. Dr. Akbağ bu durumu “Zorbalık yapılırken, örneğin kişi görünür hâle geliyor. Başkaları üzerinde, olumsuz da olsa bir etki bırakıyor ve fark ediliyor. Dolayısıyla bunları normal yollarla sağlayamayan, yani olumlu davranışlar ortaya koyarak görünür olamamış; erken dönemlerden itibaren yeterli geri bildirim, onay ya da koşulsuz kabul alamamış bireyler için bu tür davranışlar kaçınılmaz hâle gelebiliyor. Elbette aile içinde şiddet varsa, şiddetin başkaları üzerinde güç kurma işlevi ve bu güçten alınan haz da süreci besleyebilir; bu da davranışın devam ettirilmesine yol açabilir. Bu nedenle zorbalığı çok yönlü ele almak büyük önem taşıyor” sözleriyle ifade ediyor.

Ayrıca Prof. Dr. Akbağ; “Bu tür vakalarda dikkatimi çeken bir başka nokta da televizyonlarda ve medyada da gördüğümüz üzere, zorbalık eylemi gerçekleşirken izleyen bir grubun bulunması. Yani seyirciler var. Bu seyircilerin psikolojisini incelemek de bence son derece önemli. Hangi duyguyla, hangi motivasyonla izliyorlar ve onları, oradaki süreci durdurmak yerine pasif kalmaya iten şey ne? Bu oldukça düşündürücü bir durum” diyerek zorbalığı tetikleyen başka bir unsura, yani seyircilere de işaret ediyor. Bu yüzden gençlerin korunmasının çok önemli olduğunu söylüyor ve bu durumun önüne geçmek için en temelde ailelere, ardında da öğretmenlere bu konuda eğitim verilmesi, psikolojik destek sistemlerinin güçlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

“Zorbalığa uğradığını ifade eden öğrencinin ifadesinin mutlaka ciddiye alınması gerekir”

Bir öğrenci okulda ciddi zorbalık veya tacize uğradığını dile getirdiğinde, öğretmen ve okul yönetiminin ilk refleksi çoğu zaman “disiplin soruşturması” oluyor ya da kişinin beyanına inanmayarak müdahalede bulunmuyor. Oysa uzmanlara göre, ilk adımın “psikolojik güvenlik” olması gerekiyor. Klinik Psikolog İclal Eskioğlu Aydın’a göre öncelikle hareket noktasının tacize ya da zorbalığa uğradığını ifade eden öğrencinin ifadesinin mutlaka ciddiye alınması gerekir. Aydın’ın ifadesiyle: “‘Sen yalan söylüyorsun’, ‘Çok abartıyorsun’, ‘Bir şey olmaz, geçer’ gibi sözler hiçbir şekilde çözüm üretmez. Hatta bu tür yaklaşımlar, sorunun bastırılmasına yol açar ve sonrasında çok daha büyük bir şekilde karşımıza çıkabilir. Bu yüzden çocuğun ifadesini ciddiye almak, önemsemek ve mutlaka rehberlik servisiyle iletişim içinde olmak gerekir. Çocuk bunu bir öğretmene söylediyse, o öğretmenin mutlaka rehberlik servisiyle bağlantıya geçmesi gerekir.”

Aydın’a göre bu noktada yapılması gerekenler; iddia edilen durumu dikkate almak, ilgili kişileri çağırıp dinlemek ve ailelerle görüşerek atılabilecek adımları birlikte konuşmak ve gerekli görüldüğünde psikiyatrik ya da psikolojik destek mutlaka alınması olmalıdır. Ayrıca Aydın, rehberlik servisinin de bu süreci dikkatle yürütmesi gerektiğinin altını çiziyor ve “Rehberliğin mutlaka işin içinde olması ve uzman desteği gereken durumlarda bu desteğin alınmasını sağlaması gerekir. Ayrıca uzman görüşünün okul tarafından ciddiye alınması ve buna göre hareket edilmesi son derece önemlidir” diyor.

“Bir öğrencinin taciz veya zorbalık yaşantısını paylaşması, yardım çağrısıdır”

Klinik Psikolog Hatice Aybar da bir öğrencinin ciddi taciz veya zorbalığa maruz kaldığını dile getirmesinin, okul sistemi açısından yalnızca disipliner değil, öncelikle psikolojik güvenlik gerektiren kritik bir durum olduğunu ifade ediyor ve ilk müdahale biçiminin önemini şu sözlerle aktarıyor: “Öğretmen ve okul yönetiminin vereceği ilk tepki, öğrencinin yaşadığı sürecin olumsuz etkilerini azaltabileceği gibi, travmatik süreci derinleştirme riski de taşır. Bu nedenle öğretmen ve okul yönetiminin ilk müdahalesi; olayı ‘çözmekten’ önce öğrencinin duygusal olarak korunmasını ve stabilize edilmesini hedeflemelidir. Bu süreçteki temel amaç ‘olayı çözmek’ değil; öğrencinin kendilik algısının, güven duygusunun ve duygusal bütünlüğünün korunmasıdır.”

“Bir öğrencinin taciz veya zorbalık yaşantısını paylaşması, yardım çağrısıdır” diyen Aybar; ilk müdahale anında en temel hedefin, öğrencinin kendini güvende hissetmesini sağlamak olduğunun altını çiziyor: “Öğrenci, mümkün olan en kısa sürede sakin, mahremiyeti olan ve dikkat dağıtıcı unsurlardan uzak bir ortama alınmalıdır. Bu süreçte öğretmen ya da yönetici, sorgulayıcı veya yargılayıcı bir tutumdan kaçınmalı; sakin, yavaş ve düzenleyici bir iletişim dili kullanmalıdır. Öğrencinin yoğun kaygı, korku, utanç veya donakalma tepkileri göstermesi olağandır. ‘Şu an güvendesin’, ‘Bunu anlatman önemli ve doğru bir adım’ gibi ifadeler, öğrencinin sinir sistemi üzerinde düzenleyici bir etki yaratır.”

İclal Eskioğlu Aydın'ın üzerinde durduğu hususla paralel olarak bu ilk müdahalenin önemine vurgu yapan Aybar’a göre; ilk müdahalede yapılan en yaygın hatalardan biri, öğrenciyi ayrıntılı anlatıma zorlamak ya da tutarsızlık aramaktır. Oysa bu aşama bir soruşturma değil, destekleyici bir dinleme sürecidir. “Neden karşı koymadın?”, “Emin misin?” gibi suçlayıcı veya şüphe uyandırıcı ifadeler kesinlikle kullanılmamalıdır: “Psikolojik ilk müdahalenin en kritik ilkelerinden biri, sorumluluğun açık biçimde öğrenciden alınmasıdır. Taciz veya zorbalığa uğrayan çocuklar sıklıkla ‘Benim yüzümden oldu’ düşüncesi geliştirir. Bu nedenle öğretmen ve yönetim tarafından şu mesaj net biçimde verilmelidir: ‘Bu yaşananların sorumlusu sen değilsin.’’’

Ayrıca Aybar’ın ifade ettiği üzere bu psikolojik ilk müdahale, somut güvenlik önlemleriyle eş zamanlı ilerlemelidir: “Öğrencinin zorbalığı gerçekleştirdiği iddia edilen kişiyle temasının geçici olarak kesilmesi gerekir. Ciddi taciz veya zorbalık bildirimlerinde, okul psikolojik danışmanının sürece derhâl dâhil edilmesi zorunludur.” Aynı zamanda öğrencinin duygusal durumu değerlendirilerek, gerekirse dışarıdan klinik destek (çocuk–ergen psikoloğu, psikiyatrist) için aileyle iş birliği yapılmasının da önemine dikkat çeken Aybar, bu süreçte de psikolojik güvenliğin altını çiziyor: “Aile bilgilendirilirken aceleci, paniğe sürükleyici veya suçlayıcı bir dil kullanılmamalıdır. Aileye aktarılan mesaj, çocuğun korunmakta olduğu ve okulun sorumluluk aldığı yönünde olmalıdır. Aksi hâlde ailede gelişen yoğun öfke veya kaygı, çocuğun ruhsal yükünü artırabilir.”

“Hegemonik davranışlar, çoğu zaman kontrol ihtiyacı ve benlik kırılganlığı ile ilişkilidir”

Okul içi yönetimlerin devrede olmadığı ya da yetersiz geldiği noktada maalesef İstanbul Erkek Lisesi’nde olduğu gibi sınıf içi veya sınıflar arası ast-üst ilişkileri devreye girebiliyor. Bu durum, güçlü bir hiyerarşi üretme potansiyeli doğurabiliyor. Başlangıçta “okula uyum” ve “dayanışma” amacıyla kurulan üst-devre sistemleri, denetim zayıfladığında bir “tahakküm mekanizmasına” dönüşebiliyor. İstanbul Erkek Lisesi örneğinde gündeme gelen yatakhane baskınları ve fiziksel şiddet, bu hegemonik yapıların uç bir tezahürü olarak değerlendirilebiliyor. Benzer dinamiklerin, farklı okullarda daha görünmez ama süreklilik arz eden biçimlerde var olduğu da bir gerçek. Peki, öncelikle bu okul içinde akranlar arası güç hiyerarşisi nasıl oluşuyor? Bu dinamikler zorbalığı tetikliyor mu?

Öncelikle Klinik Psikolog Hatice Aybar’ın belirttiği gibi sınıf içi hiyerarşinin çoğu zaman açık kurallardan değil, örtük sosyal mesajlardan beslendiğini gösteriyor. “Akademik başarı, fiziksel görünüm, mizah gücü, sosyal beceri ya da öğretmenle kurulan ilişki, bazı öğrencilerin sınıf içinde daha ‘merkezî’ bir konum kazanmasına yol açabilir” diyen Aybar, “Bu süreçte güç, her zaman fiziksel üstünlük anlamına gelmez. Sözel hâkimiyet, grubu yönlendirme becerisi ya da başkalarının üzerinde psikolojik baskı kurabilme kapasitesi de hegemonik bir pozisyon oluşturabilir. Özellikle ergenlik döneminde, kimlik arayışı ve kabul görme ihtiyacının artması, bu güç ilişkilerini daha görünür ve keskin hâle getirir” sözleriyle bu dinamiğin oluşma biçimlerini de belirtiyor. Aybar ayrıca, hegemonik davranışların çoğu zaman bilinçli bir baskı kurma niyetinden ziyade kontrol ihtiyacı ve benlik kırılganlığı ile ilişkili olduğunu söylüyor ve bunun psikolojik boyutunu şu şekilde açıklıyor: “Sınıf içinde baskın rol üstlenen bazı öğrencilerin iç dünyalarında yoğun güvensizlik, değersizlik ya da yetersizlik duyguları taşıdığı görülür.  Bu öğrenciler için güç, bir savunma mekanizması işlevi görebilir. Başkaları üzerinde etki kurmak, geçici bir rahatlama ve kendilik algısında onarım sağlar. Ancak bu düzenleme biçimi sürdürülebilir değildir ve zamanla daha sert, dışlayıcı ya da küçümseyici davranışlara dönüşebilir.” Aybar’ın belirttiği üzere bu tür hegemonik yapılar içinde ayrıca zorbalık; güçlü koruma aracı, grup içi statüyü pekiştirme yöntemi, ‘öteki’ni sınırda tutma stratejisi olarak işlev görebilir: “Bu yüzden de yalnızca bireysel niyetle değil, sosyal bağlamın izin vericiliğiyle sürdürülür.”

Klinik Psikolog İclal Eskioğlu Aydın’a göre, “devrecilik” olarak ifade edilen bu tür hegemonik yapılanmalar hem zorbalığa etken hem de zorbalığı durdurucu bir mekanizma olarak karşımıza çıkabilir. Fakat her iki durumda da bu sürecin çocukların inisiyatifine bırakılmaması gerektiğinin altını çiziyor. “Okulun kuralları ve sınırları net olursa, bu tür davranışlar kendi içlerinde çok daha minimal kalır. Minimal kaldığında da zaman içerisinde kaybolup gidebilir. Buna karşılık, kuralları kontrolsüz bir şekilde okulun çocukları koyarsa; o anki ruh hâllerine, dünyayı algılama biçimlerine, öğrendiklerine ve bildiklerine göre doğru ya da yanlış biçimde domine ettiklerinde, bu yanlışlar süreç içinde kemikleşir. Bu durum, denetimsizliğe; yani yetişkinlerin devrede olmadığı bir sürece işaret eder ve asıl sorun da budur” diyerek okulun kendi kuralları içerisinde bu tür ilişkilerin kontrol ve denetim altında tutulması gerektiğini, ancak bu şekilde oluşabilecek sorunların önüne geçilebileceğini belirtiyor.

Klinik Psikolog Hatice Aybar da özellikle öğretmenin okul ve sınıf içindeki mikro güç dengelerini fark etmesinin, belirli öğrencilerin sürekli baskın ya da sürekli geri planda kalıp kalmadığını gözlemlemesinin bu noktada çok önemli olduğuna dikkat çekiyor. “Rehber öğretmenlerin ve okul yönetiminin görevi, yalnızca zorbalık ortaya çıktığında müdahale etmek değil; güç ilişkilerinin katılaştığı alanları erken fark ederek sınıf iklimini düzenlemektir. Empatiyi, iş birliğini ve farklılıkların kabulünü merkeze alan sınıf uygulamaları, hegemonik yapıların sertleşmesini önleyebilir” diyerek öğretmenlerin ve okul yönetiminin alması gereken sorumlulukları vurguluyor.

“Çocuklara sınır çizmeyi, hayır demeyi ve özgüven kazanmayı öğretmek gerekir”

Güç ilişkileri bağlamında “devrecilik” ilişkisine olumlu misyonlar yüklenirse daha olumlu sonuçlar alınabileceğini belirterek daha farklı bir bakış açısı getiren Prof. Dr. Müge Akbağ ise “Geçmişe dönük baktığımızda, burada öğrencileri ‘akran danışmanlığı’ ya da ‘akran rehberliği’ dediğimiz bir sistem içinde değerlendirmek mümkündür. Öğrencilere, kendilerinden sonra gelenlere rehberlik etmek ve okulu tanıtmak gibi daha olumlu bir misyon yüklenirse, bu sorumluluğu rahatlıkla taşıyabileceklerini düşünüyorum” diyor. Ayrıca bu tür ilişkilerde öncelikle çocuklara sınır bilincinin verilmesi gerektiğini özellikle vurgulayarak “Çocukları yetiştirirken, büyük ya da küçük fark etmeksizin, kendini savunmayı ve sınırlarını göstermeyi becerecek şekilde eğitmek önemlidir. Burada yalnızca zorbaya odaklanıyoruz ama mağdurun da eğitilmesi gerekir. Hiçbir zorba, zorbaya zorbalık yapmaz; daha naif, hayır diyemeyen ve sınırları net olmayan çocuklar buna daha çok maruz kalır. Çocuklarımızı yetiştirirken, hayatın olumsuzluklarını da görmelerine izin vermek gerekir. Dış dünyada insanlar onlara her zaman koruyucu davranmayacaktır. Bu nedenle sınır çizmeyi, hayır demeyi ve özgüven kazanmayı öğretmek gerekir. Bu güçlendirme sağlandığında, zorba da hedefine ulaşamaz. İki tarafı birlikte ele almak gerekir” ifadesiyle sözlerine açıklık getiriyor.

Bu sınırın sadece zorbalığa uğrayan öğrenciler için değil zorbalık davranışı gösteren öğrencinin tetiklenmesini engellediği için de önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Müge Akbağ; çözüm odaklı yaklaşıma dikkat çekerek davranışların ardındaki ihtiyaçları anlamak gerektiğini belirtiyor: “Zorba kadar, diğer tarafın bazı davranışları ve duruşu da zorbayı tetikler; bu bilinçli değildir ve zorbalığı haklı çıkarmaz. Ancak o çocuk da birtakım ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordur. Psikolojide buna çözüm odaklı yaklaşım denir. Davranış doğru değildir ama arkasındaki neden çoğu zaman güçlüdür. Bu nedeni anlamak ve çocuğa kendini başka yollarla korumayı öğretmek gerekir. İnsan davranışlarını ihtiyaçlar yönetir. Olumlu ya da olumsuz her davranışın arkasında mutlaka bir ihtiyaç vardır. O ihtiyacı görmek gerekir.”

“Yapılması gereken, çerçeve çizmek; güvenli ortam oluşturmak ve sağlıklı sınırlar için destek olmaktır”

Zorbalık yalnızca vurmak, bağırmak ya da tehdit etmekten ibaret değil. Gruplaşma, dedikodu, yok sayma ve sosyal dışlanma gibi davranışlar, öğrencilerin psikolojik sağlığını derinden etkiliyor. Uzmanlara göre, özellikle ergenlik döneminde dışlanmak; kaygı bozuklukları, depresyon ve okuldan kopuş riskini ciddi biçimde artırıyor. Güçlü grupların normları belirlediği sınıf ortamlarında, “uyum sağlamayan” öğrenciler kolayca hedef hâline gelebiliyor. Bu süreç, zorbalığın döngüsel olarak sürmesine yol açıyor: Sessiz kalan tanıklar, güçlenen zorbalar ve giderek yalnızlaşan mağdurlar…

Klinik Psikolog Hatice Aybar; güç dinamikleri, gruplaşma ve dışlanma bir araya geldiğinde zorbalığın bireysel bir davranış olmaktan çıkıp “sosyal olarak onaylanan bir ilişki biçimine” dönüştüğünü belirtiyor. Grubun sessiz desteğini alan zorbalığın sürdüğünü, dışlanan öğrencinin ise daha fazla dışlanma korkusuyla sustuğunu vurgulayan Aybar, bu döngüde güçlü olanın güçlendiğini, yalnız olanın daha da yalnızlaştığını ifade ediyor. Ayrıca bir dönem dışlanan öğrencilerin başka ortamlarda güç kazandıklarında zorbalığı yeniden üretebildiğine dikkat çekiyor. Bu döngünün kırılması için de sınıfın ve okulun sosyal iklimine bakmak gerektiğini savunan Aybar; “Kimler sürekli konuşuyor, kimler sürekli susuyor? Kimler grup içinde korunuyor, kimler kolayca dışlanıyor? Okullar, bu soruları sormaya başladığında; öğretmenler, rehber öğretmenler ve yöneticiler sınıf içi ilişkileri fark etmeye başladığında, zorbalık döngüsünün en güçlü yakıtı olan sessizlik kırılabilir” diyor.

Prof. Dr. Müge Akbağ ise “Dışarıda kalmak hiçbir çocuğu hiçbir genci olumlu düzeyde etkilemeyeceğini, hele de bulundukları ergenlik dönemindeyse bunun ciddi sıkıntılar yaratacağını söylüyor ve “Bir yere ait olma ihtiyacı vardır hepimizin. Her şeyden önce dışlanmayla bu ketleniyor. Yani bir şekilde sekteye uğruyor. Bunun beraberinde birçok psikolojik problem de açığa çıkabilir. Ama burada önemli olan, bu grupları tespit edebilmek. Onun için psikolojik danışma ve rehberlikte kullandığımız, sosyometri gibi birtakım özel teknikler var. Bu teknikler neticesinde kimlerin dışlandığını, geride kaldığını, sınıf içindeki iletişim dinamiklerini çok net görebiliyoruz. Öğretmenler çeşitli yöntemlerle bu çocukları, sınıf içindeki diğer çocuklarla irtibata geçirmeli, iletişim dinamiklerine dâhil etmeli” sözleriyle dışlanmanın tespitine ve engellenmesine dikkat çekiyor.

Klinik Psikolog İclal Eskioğlu Aydın’a göre de öncelikle bu yaş grubunun ihtiyaçlarının fark edilmesi gerekiyor. “Bu çocuklar neden böyle davranıyor, biz yetişkinler olarak onların kendilerini ve ilişkileri anlamaları için bu süreci nasıl daha sağlıklı hâle getirebiliriz?” sorularının cevaplarını anlamaya çalışmalıyız. Aydın’ın belirttiği üzere bir başka önemli husus da sağlıklı sınırların nasıl verileceğidir.  “Her çocuk yürümeyi denediğinde her yere yürümek ve koşmak ister. Önemli olan, onu tehlikeli bir ortama koymamak ve ortamı organize ederek gelişimini desteklemektir” diyen Aydın, yetişkinlere düşen görevleri ise şu şekilde sıralıyor: “Biz yetişkinler olarak ortamı çocuklar için hazırlamalıyız. Ortam kuralsız ve sınırsız bırakıldığında çocuk yalnızca keşfetme ve öğrenme dürtüsüyle hareket eder. Bu nedenle yapılması gereken, kısıtlamak değil çerçeve çizmek; engellemek değil güvenli ortamı oluşturmak ve sağlıklı sınırlar için destek olmaktır. Aynı zamanda çocukların keşfetme arzularını anlayarak onlara alan açmak gerekir. Bu doğrultuda, bilgilendirme çalışmaları yapılması; atölyelerin düzenlenmesi, uzmanların okullara davet edilmesi ve aileler ile öğretmenlerin bu konuda bilgilendirilmesi büyük önem taşır.”

Okul duvarlarını aşan bir sorun

İstanbul Erkek Lisesi örneği, akran zorbalığının tekil vakalarla açıklanamayacak kadar yaygın, katmanlı ve yapısal bir sorun olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Uzman görüşleri; zorbalığın bireysel “kötü niyet”ten ziyade, denetimsizlik, güç hiyerarşileri, sessizlik kültürü ve karşılanmamış psikolojik ihtiyaçlarla beslendiğini gösteriyor. Bu nedenle çözüm; yalnızca disiplin süreçlerine ya da olay sonrası müdahalelere indirgenemez. Okulun sosyal iklimi, sınıf içi güç dengeleri, öğretmenlerin farkındalığı ve rehberlik sistemlerinin etkinliği, zorbalığın ortaya çıkmasını engelleyen temel unsurlar olarak öne çıkıyor.

Akran zorbalığıyla mücadele, çocukları kısıtlamak değil; güvenli, sınırları net ve yetişkinlerin aktif olduğu bir ortam inşa etmeyi gerektiriyor. Öğrencilerin hem kendilerini korumayı hem de başkalarının sınırlarına saygı duymayı öğrenebileceği; zorbalığa uğrayanın yalnız bırakılmadığı, zorbalık yapanın ise dışlanmadan desteklendiği bütüncül bir yaklaşım şart. Sessizliğin kırıldığı, güç ilişkilerinin görünür kılındığı ve psikolojik güvenliğin merkeze alındığı bir okul kültürü oluşturulmadıkça, zorbalık yalnızca biçim değiştirerek varlığını sürdürmeye devam edecek.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...