
80. yılına doğru: BM’nin insanlık için önemi ve sorunları
80. yılına giren BM, “uluslararası toplumun vicdanı” rolünü sürdürmek için yapısal reform, bağımsızlık ve küresel dayanışmaya her zamankinden fazla ihtiyaç duyuyor.
20. yüzyılın insanlık adına en büyük uluslararası felaketi olarak görülebilecek II. Dünya Savaşı sonrasında, dünya devletleri yeni bir barış düzeni inşa etme arayışına girmişler, bu arayış, 1945 yılında Birleşmiş Milletler (BM) adıyla kurumsallaşarak, hâlihazırda etkinliğini koruyan, tarihte kurulan en kapsayıcı ve küresel yapıyı meydana getirmiştir. BM’nin kuruluş amacı, yalnızca milyonların hayatını kaybettiği, yüzlerce şehrin harap olduğu bir savaşın yıkımını telafi etmek değil, aynı zamanda gelecekte benzer çatışmaların önlenmesini sağlayacak evrensel bir güvenlik, iş birliği ve kalkınma mekanizması yaratmak olmuştur.
Mutabakata varılan, ABD’nin San Francisco şehrinden adını alan ilk kurucu konferansta o dönem 51 üye devletin imzasıyla kurulan BM, zamanla 193 üyeli küresel bir yapıya dönüşmüş, örgütün temel ilkeleri arasında, “devletlerin egemen eşitliği, uluslararası sorunların barışçıl yollarla çözümü, kuvvet kullanımının yasaklanması ve insan haklarının korunması” ilk prensipler olarak ortaya konmuştur. BM, bu yönüyle yalnızca bir örgüt değil, aynı zamanda “uluslararası toplumun vicdanı” olarak tanımlanabilecek bir kurum hâline gelmiştir. Ancak zaman içinde örgütün etkinliği, küresel siyasetin dönüşen dengeleri ve özellikle Güvenlik Konseyi’ndeki yapısal sorunlar nedeniyle tartışmalı bir nitelik kazanmıştır.
Bir yanıyla, gittikçe artan nükleer kapasiteler altında oldukça gergin Soğuk Savaş yıllarından (1945-1991) başlayarak, büyük ve yıkıcı topyekûn savaşları bu zamana kadar engelleyen bir yapı arz etse de BM, temel sacayakları olan “devletler” ve “insanlar” düzlemini dengeleyememekle, buna bağlı yeni krizleri, dramları ve soykırıma varan trajedileri önleyememekle uzun yıllardır eleştirile gelmektedir. Bu özet analizimizde de, BM’nin tarihsel rolünü, başarı ve başarısızlıklarını, günümüzdeki işlevlerini ve zorluklarını özellikle son Genel Sekreter António Guterres’in geçtiğimiz yıllardaki çabaları ile örgütün bugünlerde New York’ta 80. yıl genel kurul toplantısını gerçekleştirdiği bir dönemde kısaca incelemek hedefindeyiz.
BM ve kuruluş felsefesine karşı “5’ler adaleti”
Birleşmiş Milletler’in temelini, 1920’de kurulan ancak başarısızlığa uğrayan Milletler Cemiyeti’nin tecrübeleri oluşturduğu literatürde de oldukça referans verilen bir gerçektir. Milletler Cemiyeti, esasen insanlık adına önemli bir tecrübe ve oydaşma mekanizması yaratsa da II. Dünya Savaşı’nın önlenmesinde yetersiz kalmış, bu başarısızlığın ardından ise yeni savaşın “galipleri” ABD, Fransa, İngiltere, Sovyetler Birliği ve Çin gibi güçler öncülüğünde yeni bir örgüt tasarlanmıştır.
1945’te kabul edilen BM Şartı’yla örgüt bazı temel misyonları üzerinde kendini tanımladı: Bunlar “Uluslararası Barış ve Güvenliği Sağlamak, Devletler Arası Dostane İlişkileri Teşvik Etmek ve İnsani, Ekonomik ve Sosyal İş Birliğini Geliştirmek” gibi ana başlıklarla ortaya kondu. Ancak yapısal olarak daha kuruluşunda yol verilen bazı eksiklikler günümüzde dahi en çok tartışılan bir açmazı da meydana getirdi: “Eşitler arasında daha eşit olanlar” gibi bir sorunsalla açıklanacak bu açmazda BM’nin kalbindeki Güvenlik Konseyi oluşumu her şeyi açıklıyordu. O dönemin militer olarak en yıkıcı tarafları olarak görülen Almanya, Japonya gibi ülkeleri kısıtlamak ve baskılamak için tabiri caizse daha “aklı başında”, böyle bir “5’ler konseyinin” var olması, en azından bir süreliğine, anlayışla karşılanabilirdi; ancak geçen 80 yıllık süreçte yaşanan onca değişime, yeni devletlere, insanlığın yol aldığı mesafeye rağmen hala bu 5’ler dengesinin çoğu konuda kendi adaletini dayatıyor olması şüphesiz BM’ye en fazla zarar veren husus haline gelmiştir.
Anılan beş daimi üyenin (ABD, SSCB/Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) veto hakkı, güçler dengesini kurmayı amaçlarken, başta söylediğimiz devlet/insan dengesini ise büyük oranda en fazla sarsan ilke haline gelmiştir. Örneğin, yakın geçmişte Bosna soykırımında Sırpların lehine vetosunu esirgemeyen Rusya’nın koltuğunda bu defa soykırımın post-modern düzlemde kitabını adeta tekrar yazan İsrail’in amansız destekçisi ABD yer almaktadır. Bu ve daha nice mezalimde müşahede edildiği üzere, terazinin çoğunlukla insanlığın geniş bir kesimi yerine sadece bazı devletlerin tek-taraflı faydacılığına hizmet etmesi sonucunda, belki de insanlığın bu döneme kadar yarattığı “en kapsayıcı uluslararası vicdan mekanizması” olan BM, kimi durumlarda bir “diplomatik şov” ve gösteriş merasimi aracı olmaktan öteye de ne yazık ki gidememektedir.
BM kurumları, başarıları, açmazları
Bununla birlikte, BM ne kadar eleştirilse de özellikle 1945 sonrasında uluslararası siyasete kazandırdığı yeni yan kurumlarıyla birlikte, bir istikrar unsuru olarak da işlev gördüğü aşikârdır. Bilhassa, sömürgecilik mantığının en azından resmi düzlemde sona erdiği de-kolonizasyon sürecinde ve bu surette yeni bağımsız olan devletlerin uluslararası sisteme entegrasyonunu sağlamada BM’nin önemini teslim etmek gerekir.
İnsani yardım mekanizmaları (UNICEF, UNHCR, WFP) milyonlarca insanın yaşamını değiştirmiş, UNESCO gibi bir oluşum, kültür kavramını, sadece salt ulusal çıkarlar ve üstüncülük mücadelesinden çekip gerçek manada birleştirici bir kültür diplomasisi meydana getirmede esas kılabilmiştir. Uluslararası hukuk alanında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) gibi bir belge ise bugün İnsan Hak ve Hukuku’na yönelik çalışmalar için ortaya konan normatif çerçevede en kayda değer belgelerden biridir.
BM bünyesinde, barış gücü operasyonları da özellikle 1956 Süveyş Krizi’nden sonra farklı bölgelerde en azından tarafsız bir anlayışla kriz yönetiminde önemli rol oynadı. Ancak tabiatıyla her ulus-devletin ilgi alanına giren bölgelerdeki tek-taraflılığı altında, BM’nin tamamıyla bağımsız ve yaptırım yeteneği olan ayrı bir Barış Gücü kavramı oluşturması, başta kurucu 5’liler arasındaki kıyasıya rekabetin de hiçbir zaman eksilmemesiyle, tam mümkün olamadı.
Bu çerçevede, Ruanda’daki katliamlarda (1994) yetersiz müdahale, örgütün meşruiyetini zedeledi. Suriye İç Savaşı’nda Güvenlik Konseyi vetoları nedeniyle insani krize etkin çözüm üretilemedi. Ukrayna-Rusya Savaşı (2022 sonrası) da BM’nin büyük güçlerin çatışmalarında etkisiz kaldığını bir kez daha gösterdi. Bosna’da ve son olarak Filistin’de ise keza en büyük insani dramlar yaşanırken BM, birkaç sembol isim ve eylem dışında, herkesin beklediği “umut ışığı” olmaktan uzak göründü.
Dolayısıyla BM, bir yandan uluslararası sistemin en kapsayıcı örgütü olarak varlığını sürdürürken, diğer yandan büyük güçlerin çıkar çatışmalarında işlevsiz bir bürokrasiye indirgenmekle suçlanmaya devam etti.
Guterres ve öncelikleri
2000’li yıllarla modern dönem sonrasına girilen bir çağda BM de, klasik güvenlik anlayışının ötesine geçen bir gündemle karşı karşıyadır. İklim değişikliği uluslararası gündemin ön sıralarına yerleşmiş ve BM İklim Zirveleri (COP süreçleri) küresel müzakerelerin ana platformu hâline gelmiştir. Keza, pandemiler (COVID-19) ve yeni pandemi riskleri döneminde BM ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) aracılığıyla küresel koordinasyon sürdürülmeye çalışılmakta, kalkınma alanında da başta 2015’te kabul edilen Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve devamında gelen BM çatısı altındaki ilkeler, yeni yüzyılın pek çok ulus için yeni yol haritasını da ortaya koymaktadır.
Böyle çalkantılı ve çok boyutlu bir dönemde Portekizli siyasetçi ve diplomat António Guterres, 2017 yılında BM Genel Sekreteri olarak göreve başlamış olup, halen “BM’nin küresel krizlere daha etkin yanıt verebilmesi” ana prensibiyle aktif surette görevini sürdürmeye çalışmaktadır. Gitgide güçlenen dijital araç ve imkânlardan da yoğun şekilde faydalandığı görülen ve farklı devletlerin farklı surette “görmezden gelme” hatta “engellemelerine” karşı (İsrailli yetkililer son olarak kendisini “istenmeyen kişi” olarak dahi lanse etmiştir), mesajlarını dünya kamuoyuyla hızla paylaşmaya özen gösterdiği izlenen Guterres, örneğin iklim kriziyle mücadele gibi ana bir başlıkta düzenli olarak “Gezegen alarm veriyor!” vb. türden çarpıcı sloganları muhtelif kanallardan iletmeyi sürdürmektedir.
Görev döneminde artarak süren mülteci ve göçmen sorunları hakkında da, eski BM Mülteciler Yüksek Komiseri olarak deneyimini yansıtan Guterres, Suriyeli, Rohingya, Ukraynalı ve şimdi sayıları git gide artan Filistinli mülteciler için uluslararası dayanışmayı teşvik etmektedir. Yemen, Libya ve Ukrayna gibi krizlerde diplomatik girişimlerde bulunan Genel Sekreter yukarıda da kısaca değindiğimiz üzere Güvenlik Konseyi vetoları nedeniyle sınırlı sonuçlar alabilmiştir. Sonuç olarak, Guterres’in genel sekreterliği, BM’nin küresel krizler karşısında hâlen vazgeçilmez olduğunu ama reform edilmediği sürece etkisinin sınırlı kalacağını bizlere bir kez daha göstermektedir.
BM’nin dönüşen ve cesaret gerektiren gelecekteki rolü
Bu yılki 80. yıl genel kurulu, örgütün yalnızca geçmişini kutlamakla kalmayıp, geleceğe dair vizyonunu da tartışmaya açarak önemli bir platform oluşturmaktadır. Şüphesiz yeni dönemde hepimizi bekleyen devam edecek dijital dönüşüm ve yapay zekâ teknolojilerinin küresel güvenlik ve etik boyutları için keza BM ve Guterres gibi aktif isimlerin desteği önemlidir. 80. yıl Genel Kurul toplantısının üst gündem maddelerinde de yer alan anılan teknoloji boyutuna ilave olarak, BM’de reform ihtiyacı, iklim krizi ve küresel dayanışma için de BM halen insanlığın ortaya koyduğu en değerli kurumsal araçlardan biridir.
Ancak, küresel meşruiyetin güçlenmesi ve daha cesur bir BM yolunda, örgüte ruh veren ana şehirler (San Francisco), ana binalar (New York), hatta bütçeye dönük düzenlemeler büyük oranda halen ABD hâkimiyeti altındayken, BM’nin gerektiğinde bu ülkenin tek-taraflılığına daha fazla ses çıkarması ve hatta gerektiğinde diğer ulusların oydaşmasıyla karşı gelebilmesi de elzemdir. Farklı uzmanlarca de dile getirildiği üzere, örneğin bu yılki toplantılara damga vuran Filistin gerçeğinin meşru temsilcilerinin ABD’ye gelişlerine engel olmak adına, gerekli vizenin ihdasından dahi mahrum zihniyetlere ve benzeri diğer devletlerin gelecekteki tek-taraflı planlamalarına karşı BM, elinde bulunan tüm imkânları kullanabilmeli, dünyanın pek çok farklı yerinde organize olabilme, farklı yerlerde Genel Kurul toplantılarını düzenleyebilme vb. sembolik eylemlerden başlayarak dünya kamuoyuna anılan cesarete ve bağımsızlığa sahip olduğunu gösterebilmelidir.
Bu şekilde BM, “bir dönemin önemli kurumu” olmanın ötesinde, hâlen insanlığın ortak sorunları için en kapsamlı platform olma niteliğini sürdürebilecektir. Ancak bu niteliğin kalıcı olabilmesi için örgütün yapısal reformlara, daha kapsayıcı temsile ve güç dengelerini aşabilecek, diplomatik ve bürokratik hantallıktan uzak, sadece tek bir Genel Sekreter’in cesaretinden öte, daha sağlam bir gelecek vizyonuna ihtiyacı olduğu ortadadır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.