2025 yılını tamamlarken dünya ve Türkiye ekonomisi

Haberin Eklenme Tarihi: 11.12.2025 12:00:00 - Güncelleme Tarihi: 11.12.2025 12:04:00

2025, küresel ekonomi açısından bir denge arayışı yılı oldu. Uluslararası kuruluş ve örgütler, yıl içinde özellikle ticaret politikaları, jeopolitik riskler ve küresel belirsizlikler nedeniyle pek hedef ve öngörülerinde pek çok revizyon yaptı. OECD’nin 2025 ara dönem Ekonomik Görünüm raporuna göre, küresel GSYH büyümesi 2025 için %3,2 olarak revize edildi.

Bu, 2024’teki yaklaşık %3,3’lük büyüme sonrası küçük bir yavaşlamaya işaret etmekle birlikte, neoliberal kriz senaryolarının gündemde olduğu bir ortamda görece dayanıklı bir görünüm sergiledi. Ancak gelece bakışın daha temkinli olduğunu söylemek mümkün. Nitekim OECD öngörüsü, küresel büyümenin %2,9’a gerileyeceği yönünde... Küresel ekonomik görünüm “temkinli yavaşlama” moduna geçerken; yapısal riskler, artan ticaret engelleri ve jeopolitik belirsizlikler bu görünümün temel belirleyicileri arasında yer alıyor.

Enflasyon, para politikaları ve finansal koşullar

Küresel ekonomide enflasyon, 2025 boyunca gündemdeki yerini korudu. OECD tahminlerine göre, G20 ülkelerinde manşet enflasyon 2025’te görece yüksek seyretti. Ancak 2026 itibarıyla bu oranın -eşik enflasyon hedeflerine doğru- düşmesi bekleniyor. Hizmet fiyatlarındaki kalıcılık ve emtia/enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar ise enflasyonist baskının yeniden alevlenme riskini canlı tutuyor.

Gelişmiş ülkelerde hâlihazırda uygulanan sıkı para politikasının enflasyonu baskılamada etkili olduğu söylenebilir. Ancak yavaşlayan büyüme, bu sıkılığı sürdürülebilir kılmıyor; merkez bankalarının 2026 itibarıyla adım adım faiz indirimleri yönünde beklentiler mevcut.

Öte yandan finansal koşulların bu dönemde görece iyileştiği söylenebilir. Hem gelişmiş hem gelişmekte olan piyasalarda kredi koşulları bir miktar rahatlarken, kurumsal bono marjları daraldı ve sermaye akımları canlandı. Ancak yüksek borç yükümlülükleri, kamu borcu/bütçe açıklarında tırmanış, küresel faiz oranlarındaki dalgalanma potansiyeli ve kripto varlıklardaki oynaklık gelecek dönem için finansal kırılganlık risklerini canlı tutuyor.

Yapısal konular: Verimlilik, teknolojik dönüşüm ve jeopolitik risk

2025’te küresel ekonomide dikkat çeken bir diğer olgu yapısal dönüşüm baskısının artması oldu. Özellikle yapay zekâ, dijitalleşme, otomasyon gibi alanlara yapılan yatırımlar bazı ekonomilerde hâlen oldukça güçlü ve bu kısa dönemde büyümeyi destekleyebileceği gibi uzun vadeli verimlilik ve rekabet gücü açısından da potansiyel oluşturuyor. Ancak jeopolitik alandaki gerilimler, ticarette korumacı eğilimlerin güçlü olması, küresel arz ve değer zincirlerinin kırılganlığı, genel bir yapısal reform gerekliliğini öne çıkarıyor. Özellikle ticaret bariyerleri, artan tarifeler ve tedarik zinciri belirsizlikleri; yatırım kararlarını, üretim planlarını ve ticareti baskılayabilecek unsurlar olarak değerlendiriliyor.

Uzun vadede daha sürdürülebilir, kapsayıcı ve verimlilik odaklı bir büyüme modeli için yapısal reformlar, dijitalleşme, kurumsal yatırım, iş gücü niteliği ve eğitim–yenilikçilik dengesi kritik faktörler olarak öne çıkıyor.

Finansal piyasalar ve hisse senedi performansı: Ayrışan dinamikler

2025 piyasalarında, ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye sert ayrışmalar yaşandı. Bu ayrışma hem şirket temelli başarı hem de makroekonomik ve kurumsal yapının gücüyle bağlantılı. Bu dönemde küresel finansal koşullar görece yumuşarken, risk iştahında artış gözlendi. Bu, gelişmiş ve gelişmekte olan piyasaların bir kısmında hisse senedi piyasalarının canlanmasına yol açsa da bu canlanmanın değerleme tarafında reel ekonomiyle bağlantısının ne kadar güçlü olduğu dikkatle izlenmeli. Zira bazı piyasalarda varlık fiyatlarındaki yükseliş, sürdürülebilir bir temele dayanmıyor olabilir. Bu, 2026 için finansal piyasalarda “değerleme düzeltmesi” riskini beraberinde getiriyor. Bu bağlamda küresel finansal görünümü değerlendiren OECD’nin yaptığı uyarı daha da anlamlı hâle geliyor: yüksek kamu borçları, borç servis yükü, kırılgan likidite koşulları ve finansal oynaklık, riskleri hâlâ canlı tutuyor.

Türkiye ekonomisinde gündem enflasyon

2025 yılı Türkiye ekonomisi açısından fırsatların yanı sıra risklerin görünür hâle geldiği kritik bir dönem oldu. Küresel ölçekte jeopolitik gerilimlerin arttığı, büyüme dinamiklerinin zayıfladığı ve finansal koşulların sıkılaştığı bu dönemde Türkiye, kendi iç makroekonomik olguları ile birlikte çok boyutlu bir sınavla karşı karşıya kaldı. IMF ve diğer uluslararası kuruluşların değerlendirmelerine göre, küresel büyümenin belirgin şekilde yavaşladığı bir yılda Türkiye için daha ılımlı ve görece dayanıklı bir büyüme potansiyeli sunarken; enflasyon tarafındaki yüksek seyir, söz konusu risklerin en önemli kaynağını oluşturmaya devam etti.

2025 sonu için manşet enflasyon beklentileri hâlâ çift haneli ve yüksek düzeyde seyrederken, para politikası tarafında Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine yönelmesi, likiditeyi artıran ancak bunun yanında enflasyonist baskıları güçlendiren ve kur geçişkenliğine yol veren bir çerçeve oluşturdu. Bu nedenle ekonominin genel olarak “ılımlı büyüme, yüksek enflasyon ve kur/borç yönetimi” üçgeninde sıkışmış bir görünüm sergilediğini söylemek yanlış olmaz. Ekonomideki bu tablo, enflasyonda kalıcı bir istikrar sağlanmadığı ve politika çerçevesi netleşmediği sürece orta vadeli büyüme performansının sürdürülebilir olmayacağına işaret ediyor.

Yapısal reform gereksinimi yerinde duruyor

Üretim yapısına ve sektör dinamiklerine bakıldığında, 2025 yılı sanayi ve imalat sektörünün ekonomik büyümeye katkısının yeniden tartışıldığı bir döneme dönüştü. Son dönemde yapılan çalışmalar, Türkiye’de imalat sanayinin toplam hasıla ile güçlü bir ilişki içinde olduğunu, buna karşın maden, enerji ve bazı temel emtia sektörlerinin büyümeye daha sınırlı katkı sağladığını gösteriyor. Bu bulgu, yapısal dönüşüm tartışmalarının merkezine üretken yatırımları, teknoloji yoğun üretimi ve katma değer oluşturma kapasitesini oturtuyor.

Türkiye gibi gelişmekte olan bir ekonomi için dış kaynaklara bağımlılığı azaltmak, emtia ithalatını dengelemek, döviz kuru baskısını azaltmak ve cari açığı sürdürülebilir bir seviyeye çekmek, ancak imalat sanayini güçlendiren ve rekabet gücünü artıran politikalarla mümkün olacaktır. Bunun ise yalnızca teşviklerle değil; kurumsal yatırım ortamı, nitelikli iş gücü arzı, eğitim kapasitesi, araştırma ve geliştirme altyapısı, ihracat pazarlarına erişim ve teknoloji adaptasyonu gibi birbiriyle bağlantılı unsurların eş zamanlı olarak güçlendirilmesiyle gerçekleşebileceği açık.

Küresel ekonomide dijital dönüşümün hız kazanması, yapay zekâ, otomasyon ve veri odaklı üretim modellerinin standart hâle gelmesi, Türkiye’nin gelecekteki rekabet gücü açısından stratejik öneme sahip. 2025 yılı bu açıdan bir eşik niteliğinde; çünkü teknoloji yatırımlarının ve yenilik kapasitesinin artırılması gerekliliği hem özel sektör hem de kamu otoriteleri tarafından daha görünür biçimde tartışılmaya başlandı. Orta ve uzun vadeli büyüme hedeflerine ulaşabilmek için bu alanların merkezde yer aldığı bir kalkınma perspektifi kaçınılmaz görünüyor.

Finansal istikrar ve borçların sürdürülebilirliği

Finansal istikrar açısından bakıldığında, Türkiye’nin 2025 yılında en belirgin kırılganlık alanları Merkez Bankası’nın bir an olsun kontrolü bırakmadığı döviz kuru oynaklığı, dış borç yükü ve örtülü bir dolarizasyon eğilimi oldu. Yüksek enflasyon beklentileri ve faiz indirimi süreçleri, döviz talebini artıran dinamikleri tetikledi ve kur üzerindeki baskıyı canlı tuttu. Bu durum hem finansal istikrarı hem de borç yönetimini hassas bir noktaya taşıdı. Türkiye’nin kısa vadeli dış borç yapısının yüksekliği, küresel finansal koşullardaki ani sıkılaşma veya risk iştahındaki azalma durumlarında kırılganlık yaratabilecek bir faktör olarak öne çıktı.

Buna karşın ihracat kapasitesinin güçlendirilmesi, pazar çeşitliliğinin artırılması, sanayi üretiminde istikrar sağlanması ve cari açığın azaltılması, Türkiye’nin finansal risklerini dengelemek açısından kritik bir önem taşıyor. Fakat bunun da temel koşulunun; ekonomik kurumların güçlendirilmesi, öngörülebilir politika çerçevesi oluşturulması ve yatırım ortamının güvenilir hâle getirilmesi olduğu artık tüm kamuoyu tarafından biliniyor.

2026’ya yaklaşırken…

Türkiye açısından politika öncelikleri oldukça belirginleşmiş durumda. Para politikasında şeffaflık ve öngörülebilirlik, enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınması ve Merkez Bankası'nın kredibilitesinin güçlendirilmesi, ilk ve en kritik unsur olarak öne çıkıyor. Üretim ve yatırım odaklı bir sanayi politikasının güçlendirilmesi, orta-yüksek teknolojili ürün çeşitliliğinin artırılması, ihracat stratejisinin kurumsal bir çerçeveye oturtulması ve yenilikçilik kapasitesinin geliştirilmesi, ekonomik dönüşümün temel taşları olmak zorunda. İş gücü niteliğinin yükseltilmesi, teknoloji adaptasyonunun desteklenmesi ve genç nüfusun dijital becerilerle güçlendirilmesi ise orta vadede verimlilik artışını ve potansiyel büyümeyi doğrudan etkileyecek alanlar. Aynı şekilde finansal sektörün daha şeffaf ve güçlü bir denetim çerçevesine kavuşturulması, dış borç yönetiminde disiplin ve sürdürülebilir kamu maliyesi, Türkiye’nin 2026 ve sonrasındaki ekonomik istikrarını belirleyen unsurlar arasında olacak.

Genel anlamda 2025 yılının siyasi krizlerin de gündelik aktiviteler hâline geldiği Türkiye için bir test niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Ekonominin hem dayanıklılık hem kırılganlık unsurlarının aynı anda gözlemlendiği; makro göstergelerin, finansal koşulların ve yapısal sorunların birlikte hissedildiği bu dönemin sonunda, “Türkiye nasıl bir ekonomik dönüşüm sürecine girecek, istikrarı nasıl sağlayacak?” sorularının daha güçlü biçimde seslendirildiği görülüyor. 2026 ise bu soruların somut olarak yanıtlanması gereken bir yıl olmaya aday. Küresel ekonominin yeniden dengelendiği bir dönemde, Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme patikasına girmesi ancak doğru politika bileşimi, güçlü kurumsal yapı ve reform odaklı bir vizyonla mümkün olabilir. Eğer doğru adımlar atılırsa, küresel yavaşlamanın hâkim olduğu ortamda bile Türkiye’nin orta vadede istikrar ve büyüme arasında daha sağlıklı bir denge yakalaması mümkün. Aksi durumda 2025’te görülen kırılganlıkların daha da derinleştiği bir yıla gireceğiz.