22 Ekim 2025

Yürekten kâinata açılan yazar: Cengiz Aytmatov

“Beyaz Gemi” romanında “Ben bir köle gibi yaşamak istemiyorum” diyen Cengiz Aytmatov’un trajik hayatı, edebî yükselişi ve evrensel insanlık değerlerine yaptığı katkıları derinlemesine ele alıyoruz.

“- Köle olarak yaşamak istemiyorum, beni öldür daha iyi. Ancak öldürmeden önce benim vatanımdan herhangi bir çobanı buraya getirmeni istiyorum. (..) Ölmeden önce ondan bir türkü dinlemek istiyorum.

Bu satırlar Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi romanında geçmektedir. [1] Kendince hayata veda etme arzusunu gösteren birini anlatan bir metindir.

Cengiz Aytmatov 12 Aralık 1928’de Kırgızistan’ın Talas eyaletindeki Şeker köyünde doğdu. Moskova’da memur olan babası Törekul 1935’te ailesini yanına alınca ilk öğrenimine orada başladı ve Rusçayı öğrendi. Çıkan karışıklıklar sebebiyle iki yıl sonra ailesini tekrar Şeker’e gönderen Törekul, aynı zamanda Komünist Parti’nin bir görevlisi olmasına rağmen 1937’de Stalin tarafından kurşuna dizildi, aile kayıp babanın ölümünü çok sonra öğrendi (1956).

Aytmatov ve dört kardeşi eğitimli bir kadın olan anneleri Nagima Hanım tarafından büyütüldü. Uzun yıllar “halk düşmanının çocuğu” damgasıyla yaşayan, bu yüzden bazı olumsuzluklarla karşılaşan Aytmatov eğitimine 1938’de taşındıkları Kirovskoye’deki Rus yatılı bölge okulunda devam etti. II. Dünya Savaşı’nın en zor yılı olan 1942’de okulu bırakarak küçük yaşına rağmen köy sovyetine (kolhoz) sekreter oldu, vergi memurluğu ve Rusça öğretmenliği yaptı. Savaştan sonra ailesiyle Cambul’a taşınınca Veteriner Teknik Okulu’na girdi (1946). Burada hocalarının etkisiyle Rus klasiklerini okumaya başladı. Şiir de yazmasına rağmen bir hocasının tavsiyesiyle hikâyeye yöneldi, yazı ve çeviri çalışmaları yaptı. Yüksek öğrenimini Bişkek’teki Tarım Enstitüsü’nde tamamladı (1953). Burada okurken Pravda gazetesinde ilk hikâyesi “Gazetçi Dzyuo” çıktı (1952), bunu diğer hikâyeleri izledi. Ardından Kırgız Bilimsel Hayvan Araştırmaları Enstitüsü’nde çalışmaya başlayınca görevi gereği bütün ülkeyi gezdi. Edebiyat çalışmaları devlet politikasına uygun görüldüğü için Sovyet hükûmeti tarafından Moskova’daki Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne davet edilerek iki yıl (1956-1958) çağdaş edebî kuramlarla ilgili kurslara katıldı. 1958’de Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Aynı yılın sonunda Kruşçev’in anti-Stalinist kampanyası sırasında Sovyet Komünist Partisi’ne ve Yazarlar Birliği’ne üye kabul edildi. Kırgızca yazdığı Cemile’nin A. Dimitrieva tarafından yapılan Rusça çevirisi ilgiyle karşılandı, Louis Aragon eseri “dünyanın en güzel aşk hikâyesi” nitelemesiyle Fransızcaya çevirince adı ülke sınırlarını aştı.

Sosyalist işçi kahramanı

Literaturniy Kırgızistan dergisinin redaktörü ve Noviy Mir ile Literaturnaya Gazeta’nın baş editörlüğünü üstlenen Aytmatov, 1960-1965 arasında Pravda’nın Orta Asya muhabirliğini yaptı. Steplerden ve Dağlardan Hikâyeler’le Lenin (1963), Elveda Gülsarı’yla Sovyet Büyük Edebiyat ödüllerini aldı (1968). 1965’te Kırgız Sinemacılar Birliği başkanı, 1967’de Sovyet Yazarlar Birliği İdare Heyeti üyesi oldu. 1969’da Taşkent’te IV. Asya-Afrika Yazarlar Birliği Toplantısı’na katılarak yeni görevler üstlendi. 1974’te Kırgız Bilimler Akademisi üyeliğine kabul edildi. 1978’de Yüksek Sovyet Prezidyumu’nca “sosyalist işçi kahramanı” olarak ödüllendirildi. Avrupa İlimler Sanat ve Edebiyat Akademisi’ne asil, Dünya İlim ve Sanat Akademisi’ne muhabir üye seçildi. 1979’da ilk uluslararası ödülü Etruriya’nın (İtalya) sahibi oldu. 1982’de Manas’ın ilk tam basımına nezaret ederek esere bir önsöz yazdı. Gün Olur Asra Bedel romanıyla Sovyet Büyük Edebiyat ödülünü ikinci defa kazanırken (1983) ortaya attığı “mankurt” kavramıyla rejime yönelttiği eleştiriler dikkat çekti. 1986’da Dişi Kurdun Rüyaları romanıyla yazarlığını yerelden evrensel platforma taşıdı. Öncülüğünü yaptığı, Doğu blokuyla Batı blokunu birleştirmeyi amaçlayan Isık Göl Forumu olumlu ve olumsuz birçok eleştiri aldı. Aytmatov’un layık görüldüğü diğer bazı ödüller arasında Hindistan Jawaharlal Nehru ödülü (1985), Japonya Doğu Felsefesi Enstitüsü akademi ödülü (1988), Avusturya Avrupa Edebiyatı Devlet ödülü (1994), Friedrich Rueckert ödülü (1998), Alexender Men ve Leo Kopelev ödülü (2004) anılabilir.

Gorbaçov döneminde (1985-1991) Sovyet Yazarlar Birliği sekreterliği yanında Sovyet Parlamentosu Kültür ve Ulusal Diller Komitesi başkanlığı görevlerinde bulunan Aytmatov, Gorbaçov’a danışmanlık yapan beş kişiden biriydi. Sovyetler’in son dönemlerinde tayin edildiği Lüksemburg büyükelçiliğini yaşanan dağılma sürecinin ardından hem Rusya hem Türk Cumhuriyetleri adına devam ettirdi. Ekim 1996’da Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev tarafından kültür elçisi sıfatıyla Kırgızistan’ın UNESCO temsilciliğine tayin edildi. Son yıllarında Talas bölgesi milletvekilliği, Kırgızistan’ın Benelüks devletleri büyükelçiliği gibi görevlerde bulundu. Belgesel çekimleri için gittiği Kazan’da rahatsızlanınca tedavi için götürüldüğü Almanya’nın Nürnberg şehrinde öldü (10 Haziran 2008). Yapılan bir törenle, 1937’de babasıyla beraber 137 aydının gizlice kurşuna dizilip gömüldüğü Bişkek’teki Ata-Beyt’te toprağa verildi.

Eserlerindeki ana temalardan biri olan aşkı ruhun kendi kendini kavramasının doruk noktası diye tanımlamış; insan ruhunu özgürleştiren, insanı başka bir insana, doğaya ve Tanrı’ya taşıyan, açan yüksek bir değer olarak ele almıştır. Hayatının son dönemlerinde kendisiyle yapılan bir konuşmada Tanrı’nın sonsuzluğunu ifade etmiş, Kur’an’ı bildiğini ve ona inandığını belirtmiştir. Tanrı’yı tam olarak bilmeye insan gücünün yetmediğini, fakat her zaman ve her yerde O’na ulaşmanın mümkün olduğunu dile getirmiştir. Yazar dünyanın yaşadığı büyük bozulma ve insanlardaki hayvanileşmenin önüne, dine ve eski dünyaya ait geleneksel değerlere sahip çıkmakla geçilebileceğine inanmaktadır. Sovyet edebiyatının sınırlandırıcı sosyal realizm prensibinin dışına taşan Aytmatov, bazı eserlerinde 1960-1970’li yıllar için tehlikeli bir yol olan, edebiyat aracılığıyla devleti ve ideolojisini eleştirici bir tutum içine girmiştir. Bu tutum bir çığır hâlini almaya başlayınca Sovyet rejimi, edebiyat yoluyla ortaya çıkabilecek parçalanmayı hesaba katarak “sınırsız realizm” prensibini benimsemek durumunda kalmıştır. Aytmatov çift dilli yazarlardandır. Önceleri eserlerini Kırgızca yazıp Rusçaya çevirirken daha sonra Rusça yazıp Kırgızca’ya çevirme yolunu tercih etmiştir. Sovyet döneminde kendini Kırgız bir yazar olduğu kadar Sovyetler Birliği’nin de bir yazarı saymış, Rusçanın da Kırgızca kadar kendisi için millî bir dil olduğunu, bu sayede ifade gücünün zenginleştiğini söylemiştir. [2]

Cengiz Aytmatov ismi Türkiye'de 1970'1erde Cemile ve Toprak Ana adlı hikâyeleriyle duyulmaya başlandı. Ne var ki o yıllarda ideolojik kamplaşma ve karşılıklı peşin hükümler yüzünden bazı yazarların değerleri hemen fark edilemiyordu. Aytmatov, bizim nazarımızda, bir Kırgız Türkü olsa da sonuçta SSCB çıkarlarına hizmet eden bir komünistti. Aytmatov'un eserlerini Türkçeye tercüme eden ve bu eserler hakkında eleştiri yazanlar da onu "Kırgız asıllı Sovyet yazarı" hatta "Rus yazar" diye takdim ediyorlardı. Sosyal psikolojiye kazandırdığı “mankurt” kavramı ortada dururken Aytmatov komünist diye bir kenara atılamazdı. Komünistse bile saygı duyulması, şapka çıkarılması gereken büyük bir yazar olduğu besbelliydi.

Yıkılan Demirperde’nin ardından

Demirperde yıkıldıktan sonra daha yakından tanıma imkânı bulduğumuz Aytmatov'un Türkiye'de onun için biçilen hiçbir elbiseye sığmadığını gördük. Karşımızdaki, komünizmi de dar manasında milliyetçiliği de aşmış, kendi tarihinden ve kültüründen yola çıkarak beşerî ve evrensel olanın peşinde koşan bir yazardı.

Elbette her yazar içinden çıktığı milletin hayatını anlatmak, millî efsanelerini, geleneklerini, törelerini kaynak olarak kullanmak zorundadır. Fakat Aytmatov'a göre, orada kalınırsa bir yere varılamazdı; edebiyatın, millî hayatı ve gelenekleri anlatmanın ötesinde de hedefleri olmalıydı; ufkunu millî olanın ötesine doğru genişleterek evrensel olana ulaşmak için gayret göstermeyen ve “tipik insan” ortaya koyma ustalığına erişemeyen yazar, iyi bir yazar olamazdı.

Cengiz Aytmatov, eski Kazak, Kırgız ve Moğol efsanelerini alıp işleyerek insanın özüne ulaşabilen, asırlar önce yaşanmış hadiselerle günümüz hadiseleri arasında paralellikler kurabilen bir yazardı. Cengiz Han'a Küsen Bulut adlı hikâyesi bu bakımdan dikkate değer. Bu hikâyenin aslında, Türkçeye Gün Uzar Yüzyıl Olur ve Gün Olur Asra Bedel adlarıyla iki ayrı tercümesi bulunan ünlü romanının bölümlerinden biri olduğunu ancak çıkarmak zorunda kaldığını söylemişti. Çok sonraları ayrı bir kitap olarak yayımlanan ve birçok dile çevrilen bu “totalitarizm eleştirisi”nde anlatılan efsane özetle şöyledir:

Dev bir imparatorluk kuran ve Batı'ya doğru büyük bir sefere çıkan Cengiz Han, dünyaya hâkim olma ihtirasının önüne çıkacak her türlü engeli ortadan kaldırmaya kararlıdır. Bunun için ordusundaki askerlerin evlenip çoluk çocuk sahibi olmalarını yasaklar, aksine hareket edenlerin şiddetle cezalandırılacağını bildirir. Sefer boyunca onunla birlikte hareket eden bir bulut Cengiz Han'ı güneşten korumaktadır. Bu arada, ordudaki subaylardan biri, bayrak işleyen kadınlardan biriyle gizlice evlenmiş ve bir çocuk sahibi olmuştur. Durum ortaya çıkınca, subay ve eşi idam edilerek cezalandırılır.

Bakıcı kadın ise çocukla birlikte kovulur. Bu olay üzerine bulut küsüp uzaklaşır ve bozkırda tek başına kalan bakıcı kadınla çocuğu güneşten korumaya başlar. Cengiz Han ise bunu uğursuzluk sayarak seferi yarıda kesip döner.

Cengiz Aytmatov, olayın bir benzerinin Stalin döneminde yaşandığını anlatmaktadır. SSCB'de, l950’lerin başlarında tanınmış bir sinema yıldızı (efsanedeki kadın da sanatçıdır), ABD Büyükelçiliği'nde görevli bir gence âşık olur. Bütün uyarılara rağmen bundan vazgeçmeyince, şöhretine filan bakılmaksızın Sibirya'ya sürülür. Amerikalı ise apar topar ülkesine gönderilir. Sonuç: “Totalitarizm, her yerde ve her devirde aynı, Yani Cengiz Han'la Stalin arasında büyük bir fark yoktur.” [3]

Fuji-Yama’da bir entelektüel

Aytmatov, hem ortak hem de tiyatro türünde daha sonra yazdığı ilk ve tek eserinde inançsız olarak yetiştirilmiş aydınları hesaba çekmiştir. İki perdelik Fuji-Yama adlı oyunda orta Asya halklarının başına gelen siyasi ve sosyal felaketlerin sebebi olarak aydınları göstermişti. Eserde okul ve askerlik arkadaşı olan dört kişi, yanlarında eşleri ve okul öğretmenleri olduğu halde Fuji-Yama’nın zirvesinde hafta sonu tatilini geçirmek ve piknik yapmak için buluşurlar. Japonya'daki Budistlerce kutsal sayılan bir dağın isminden esinlenerek seçilen bu tepeye de dinî bir özellik yüklenir: “İsabek: (Güler) Biliyor musun, insanlar Fuji- Yama’da ruhlarının bütün gizlerini açarlarmış. Bu yüzden Fuji-Yama demişler o dağa. Gülcan: Tanrı önünde günah çıkarmaya hemen hazırım.”

Geçmişte yaptıkları hatalardan bahsedip bir nevi vicdan muhasebesi yapan bu grup, tarih öğretmeni, bilim doktoru, gazeteci ve kolhoz başkanı tarım uzmanından oluşur. Bu toplantı adeta aile fertlerinin yeniden bir araya gelmesi gibidir. Cephe yıllarında, grubun en zeki ve girişken üyesi şair Sabur, savaş aleyhinde yazmış olduğu ve sadece bu dört arkadaşının bildiği bir şiiri yüzünden sorgulanır ve halk düşmanı ilan edilerek sürgüne gönderilir. Savaştan sonra suçsuz bulunarak serbest bırakılır, hakları iade edilir. Fakat bu genç şair hayata küser ve münzevi bir hayata başlar. Sabur’u ihbar eden bu dört arkadaştan biridir. Bu da mahrumiyetin nerde nasıl kaybedildiğinin bir çeşit araştırılmasıdır. Her ne kadar Gülcan “... Tanrı önünde, vicdanımıza karşı dürüst olalım, gerçekleri söyleyelim" diyerek herkesi dürüst olmaya davet etse de hiç birisi suçlu olduğunu itiraf edemez. Dolayısıyla doğruyu söylememekle, dürüst davranmamakla dördü birden suçlu veya zanlı durumunda kalır. Aytmatov, böylece suskun kalan veya gerçekleri saklayan bütün aydınları tenkit etmiştir. [4]

Aytmatov, kendini sadece Kırgız bir yazar olarak ön plana çıkarsaydı muhtemelen bu kadar adı duyulmayacaktı, SSCB’nin geniş ağının dünya çapında bir yazar olmasında etkili olduğu göz ardı edilmemelidir.

Notlar

[1] Ramazan Korkmaz, Aytmatov Anlatılarında Eriştirici / Dönüştürücü Üç Temel Değer; Emek ve Empati / Türküler / Aşk, Cengiz Aytmatov: Doğumunun 75. Yılı İçin Armağan, Bişkek, 2004, s. 186.

[2] Alim Kahraman, Cengiz Aytmatov, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2020, (gözden geçirilmiş 2. basım) EK-1. cilt, s. 147-148.

[3] Beşir Ayvazoğlu, Aytmatov Yetmiş Beş Yaşında, Cengiz Aytmatov: Doğumunun 75. Yılı İçin Armağan, Bişkek, 2004, s. 83-86.

[4] Orhan Söylemez, Aytmatov’un Kassandra Damgası ve Düşündürdükleri, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 9. sayı, Erzurum, 1998, s. 232.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...