
Fotoğrafın hikâyesi: Göçmen Anne
1936 yılında Dorothea Lange’nin objektifine yansıyan “Göçmen Anne” fotoğrafı üzerinden geçen 90 yılın ardından bir anıt gibi insanları etkilemeye devam ediyor. Fotoğrafın ardında kalan siyah beyaz hikâyeyi ise yazı dizimizin bu durağında işliyoruz.
1930’lu yıllar Amerika’sı… 1929’da gerçekleşen borsa çöküşünün peşinden, ekonomik kriz tüm ülkeye yayıldı. İşsizlik oranı hızla artarken, pek çok banka iflas etti. Milyonlarca Amerikalıyı daha zor günler bekliyordu. İşsizlik yüzünden kiralarını ödemekte zorlanan insanlar, evlerinden tahliye edilince kenar mahallelerde karton, metal levha, tahta parçaları ve araba lastikleri gibi bulabildikleri atık malzemelerle “Hooverville” ismi verilen barakalar kurdu. Başlarını sokabilecekleri, zorlu hava koşullarında biraz da olsa sıcak kalmalarını sağlayabilecek pek de imkanı olmayan ve sayıları giderek artan bu yoksul kesim belediyelerin ve kiliselerin sunduğu çorba ve ekmek yardımını alabilmek için bile saatlerce sıra beklemek zorundaydı.
Bu yıllarda çiftçiler buğday üretimini arttırmak için geniş çayır alanlarını sürerek tarıma elverişli hale getirmek için uğraştılar. Bunun sonucunda ise toprağın tutunmasını sağlayan uzun köklü bitkiler yok edildi ve çiftçiler felaketi bu yolla çağırmış oldular. Yok ettikleri bitkiler toprağı rüzgâr erozyonuna karşı koruyordu. Yağışların da azalmasıyla beraber kuraklık dönemi başlayınca bitki örtüsünden yoksun kalan toprak kurumaya ve gevşemeye başladı. Güçlü rüzgarların ve fırtınaların etkisiyle Amerikalı çiftçilerin “Dusk Bowl” (Toz Çanağı) dedikleri devasa toz fırtınaları ortaya çıktı. Sonraki yıllarda ismi “Kara Fırtına” olarak anılacaktı. Bahsi geçen toz fırtınaları John Steinbeck’in Gazap Üzümleri ve Christopher Nolan’ın yönettiği 2014 yapımı Interstellar filmine de ilham vermişti.
Toz Çanağı, çiftçiler için yaşam koşullarını dayanması güç hâle getirdi. Özellikle çocuklar ve yaşlılar havada asılı kalan tozlar nedeniyle ciddi sağlık problemleri yaşamaya başladı. İnsanlar nefes almakta güçlük çekiyor, yaşamları için temiz temiz bir ortam bulamıyordu. Tarım arazilerinin kullanılmaz hale gelmesiyle kırsal bölgelerde yaşayan Amerikalılar göçe zorlandı.
Amerikan halkının zor koşulları defalarca kez ajans muhabirleri tarafından kayda alındı. Fakat bir fotoğrafçının çektiği fotoğraf bu dönemin sembolü hâline geldi:
Dorothea Lange
1895 yılında New Jersey'de, adını koyu gri gözlerinden alan Dorothea Margaretta Nutzhorn adıyla dünyaya geldi. Çocukluk yıllarında yaşadığı çocuk felci, hayatı boyunca topallamasına neden olacak, ancak bu zorluk onun dünyayı daha farklı bir açıdan görmesini sağlayacaktı. Çevresindeki insanlara karşı geliştirdiği derin empati ve gözlem yeteneği, gelecekteki fotoğrafçılık kariyerinin temelini oluşturacaktı.
12 yaşında, babası aileyi terk etti. Bu travmatik olay, onun hayatında bir dönüm noktası oldu ve soyadını annesinin evlilik öncesi soyadı olan Lange olarak değiştirdi. Artık sadece kendi hayatının değil, başkalarının da kırılganlıklarını anlamaya daha yatkındı. Gençlik yıllarında fotoğrafçılıkla tanışması, bu arayışına bir cevap oldu. Columbia Üniversitesi’nde fotoğrafçılık eğitimi aldıktan sonra, 1918 yılında San Francisco’ya yerleşti ve kendi portre stüdyosunu açtı.
Dorothea Lange, stüdyosunda zengin ve ünlülerin portrelerini çekerken, hayatının gerçek amacından uzaklaştığını hissetti. 1929’da başlayan Büyük Buhran, onun bu durağanlığa bir son vermesine neden oldu. Sokaklarda dolaşan, aç ve umutsuz insanları görmesi, onu stüdyosunun güvenli duvarlarının dışına itti. Artık fotoğraf makinesi, sadece estetik bir araç değil, toplumsal bir sorunun kaydını tutan bir tanık haline gelmişti.
Stüdyosunun penceresinden çektiği "Beyaz Kafa" (White Angel) adlı fotoğrafı, onun bu yeni yöneliminin ilk önemli adımı oldu. Bu fotoğraf, bir eylemcinin elinde tuttuğu bir ekmek kuyruğu pankartını ve yoksul insanların çaresizliğini yansıtıyordu. Kısa süre sonra Tarım Güvenlik İdaresi (Farm Security Administration-FSA) için çalışmaya başladı. Bu görevi, onu Kaliforniya’nın kırsal bölgelerine, tarlalarda çalışan göçmen işçilerin arasına götürdü.
Bu yolculuklar sırasında, yüzlerce fotoğraf çekti. Bu fotoğraflar, insanların yaşadığı acıyı, onuru ve direnci belgeliyordu. Lange, sadece bir fotoğrafçı değil, aynı zamanda bu insanların hikayelerini dinleyen, onlarla bağ kuran bir insan olarak çalışıyordu. Her bir deklanşör, bir ailenin dramını, bir çocuğun açlığını, bir annenin gücünü anlatıyordu. 1936 yılının Mart ayında, Kaliforniya yakınlarındaki bir kampın yanından arabasıyla geçerken, motorunun aşırı ısındığını fark etti. Bir an duraksadı, devam etmeyi düşündü ancak içinde bir his onu geri dönmeye zorladı. Bu dönüş kararı, fotoğraf tarihinin en ikonik anlarından birine yol açacaktı:
Göçmen Anne
Arabanın yönünü değiştirdi ve az önce geçtiği yolun kenarındaki bir çadır kampına geri döndü. Kampın içinde, yedi çocuğuyla birlikte yaşayan, 32 yaşında bir anneyle karşılaştı. Bu anne, Florence Owens Thompson'dı. Thompson ve ailesi, aylar önce don nedeniyle tüm mahsullerini kaybetmiş, aç ve sefil bir haldeydi. O an, Lange ile Thompson arasında kelimelerden öte bir bağ kuruldu.
Lange, kadına adını bile sormadı, sadece fotoğraf çekmek için izin istedi. Thompson, bu teklifi kabul etti. Lange, sadece 10 dakika içinde toplam yedi fotoğraf çekti. Bu fotoğrafların her biri, kadının ve çocuklarının yaşadığı zorluğu, umutsuzluğu ve yorgunluğu yansıtıyordu. En ünlü kare, annenin yüzünün merkeze alındığı ve yorgunluk, endişe ve onurun derin bir şekilde harmanlandığı o eşsiz portreydi. Fotoğrafta, Thompson'ın kirli bir battaniyeye sarılmış küçük çocukları yüzleri görünmeyecek şekilde annelerine yaslanıyor, bu da annenin omuzlarındaki yükü daha da belirginleştiriyordu.
Lange, fotoğrafları hemen San Francisco Chronicle gazetesine gönderdi. Gazete, fotoğrafı yayımladığında büyük bir etki yarattı ve kısa sürede federal hükûmet, kamp sakinlerine yiyecek yardımı gönderme kararı aldı. Bu fotoğraf, Büyük Buhran'ın acısını ve bu zorlu dönemde insanların yaşadığı dayanıklılığı sembolize eden evrensel bir ikon haline geldi.
Fotoğrafın kahramanı Florence Owens Thompson'ın kimliği, 1970'lerin sonuna kadar bilinmiyordu. Thompson, fotoğrafının izinsiz bir şekilde kullanıldığını ve ailesiyle yaşadığı zorlukların sömürüldüğünü hissetse de, fotoğrafın yarattığı toplumsal etkiyi inkar etmedi.
"Göçmen Anne", sadece bir eser değil, aynı zamanda fotoğrafçılığın toplumsal bir değişim aracı olabileceğinin de en güçlü kanıtlarından biri olmaya devam ediyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.