05 Aralık 2025

“Elma” değil “cadı”: Spotify, müzik ve duygu mühendisliği

Spotify Wrapped bir eğlenceden fazlasını mı temsil ediyor? Müziğin duygu yönetimine, veri takibine ve savaş endüstrisine uzanan görünmeyen bağları, kültür endüstrisinin karanlık yüzünü yeniden tartışmaya açıyor.

Aralık ayı geldiğinde sosyal medyada bir hareketlenme oluyor. İnsanlar hikâyelerinde Spotify Wrapped paylaşımlarında bulunuyorlar. Bu sene neler dinledim, hangi müzik tarzından hoşlanıyorum, sanırım bir bağlamda “Benim iç dünyamı daha yakından bir gör” teması bu. Olabilir, görülmek ve bilinmek arzusu sadece insana mahsus değil sonuçta.

Şimdi asıl aklıma takılan şey şu: Spotify’ın bu hizmetiyle müziğin ve podcastlerin dışında bir hizmet daha sunmaya başlaması. Şahane bir pazarlama politikası. Fakat içinde elbette tehlikeli genelleme ve saptamalar var. Bu konuya girmeyeceğim. Spotify’ın cambazına gözlerimi dikemem.

Kısaca cadının elindeki elma çok cazip ve pasparlak. Elma pek sağlık deposu bir meyve olmasına rağmen, “cadının elinde” dediğim anda herkes tehdidin elmanın bizzat kendisinden gelmediğini anlamıştır umarım. Zira son dönemlerde bir boykot rüzgârı esiyor ki birçok marka birçok farklı sebeplerden ötürü satın alımlarda filtreye takılıyorlar. Yeri gelmişken söyleyeyim; kişinin özgür fikriyle bir markaya veya ürüne karşı prensipli duruşu çok saygın.

Hemen bu boykotun bilinen kimi esbabına değineyim: Sanat dünyası, şirketin muhtelif akıl ve ayak oyunları sayesinde hasılat pastasını, sanatçı ve müzisyenlerle hakkaniyetle paylaşmamasından ötürü tepki koyarak Spotify’a mesafe koydu. Bu, boykotun bir sac ayağı gibiydi ve böyle başladı bazı şeyler. Sonra şirketin kurucusu ve patronu Daniel Ek, sanattan ve müzikten elde ettiği serveti bir yatırım aracına dönüştürdü, dönüştürür ya. Fakat söz konusu yatırım, yapay zekâ destekli savaş teknolojisi olunca ortalık ciddi anlamda karıştı ve kızılca kıyamet koptu.

En basitinden müzik endüstrisi, müzisyeni yapımcısı yahut dinleyicisi dolaylı da olsa bu savaş enstrümanlarından birinin destekçisi veya sağlayıcısı olmayı reddetti. Çünkü ses etmemiş olsaydı onca müzik insanı, savaşın bir anlamda fonlayıcısı olacaktı. Bu, şu dönemde pek az kalmış izzet ve karakter nümayişidir. Bu etik duruşta bulunanlara iltifatım ve hürmetim behemehâl devam edecek.

Yurt dışında bu çalkalanmalar olurken güzel yurdum Spotify kullanıcıları olarak çok da oralı olmadık. İtibar ve marka değeri kaybından hemen sonra borsada da ciddi bir zarar gördü Ek ve ekibi. Fakat kalan sağlar bizimdir diyerek işlerine devam ettiler.

Tracking erkinin melodileri

Şimdi, benim asıl canımı sıkan noktaya geldiğimizde “cambaza bak” yöntemi gözüme çarpıyor. Özetleyeyim vaziyeti; Spotify her kullanıcısının hareketlerini takip edebilen bir tracking sistemi kullanır, birçok program gibi. Yalnız Spotify, siz müzik dinlerken yapay zekâ desteğiyle sizi bir profil hâline sokar ve şarkı önerme adı altında ruh halinizin takibini de yapar. Bu iki takip (tracking) birleştiğinde şöyle bir şeye şehadet edersiniz; sabahın seherinde bir orman koşusuna çıkmışsınızdır, bir şarkı açmışsınızdır kulaklığınızda ve ardı sıra gelen şarkılar hem sizin coğrafi olarak bulunduğunuz yere göre öneriler ve sıralamalar yapar hem de koşu esnasında yükselen nabzınıza göre. Spor salonlarında yüksek desibelli ve bol baslı ardı arkası kesilmeyen bir ritmin süregeldiği şarkıların ve müziklerin çalması da haybeye değildir.

Bu zaviyeden bakılınca şunu sormak olası: “Ne sorun var ki bunda?” Değil mi, sizi düşünüp size öneriler sunuyor ve siz koşunuza ara vermeden bir sonraki eser devreye giriyor. Ama o esnada unuttuğunuz yegâne şey, kontrolün sizin elinizden çıkıp bir başka erkin eline geçtiğidir. Yani nabzınızı kontrol edebilen bir güçten bahsetsek abartmış olmayız.

Bu nabız misal, geceleri de kiminde yavaş tempolu eserlere yerini bırakırken kimi zaman da depresif parçalara. Fonda sırasıyla çalan şarkılar sizin tüm keyfinizi ve ruh hâlinizi yönetirken kendinizi durduk yere kederli bir hâlde bulabilirsiniz. Çünkü asıl hedef “anlık duygusal” analizleri yapma suretiyle kişiyi milyonlarca datadan bir tanesi seni kılıp, bu duygusal modları bir kuklacı parmaklarıyla yönetebiliyor. Yani duyguların senin kontrolünden çıkıp bir yapay zekânın uhdesinde oluyor.

Unutmamak lazım ki müzik, sadece işitme sistemiyle sınırlı bir alanda yer almıyor. Limbik sistem, yani duygu yönetim merkezi; motor korteks ki hareketleri sağlayan birim, prefrontal korteks ise karar verme gibi çoklu yapıları eş zamanlı kontrol eden düzenleyici araçlardan biri. Daniel Levitin, davranışsal nörobilim çalışmaları üzerine yazdığı analizler, bu noktada Spotify ve benzerlerini “eğlenceli zaman geçirme” güdüsünden çok daha derine götürüyor. Diyor ki Levitin: “Müzik, şimdiye kadar haritasını çıkarabildiğimiz neredeyse tüm beyin bölgelerini harekete geçiriyor.” İşte bu noktada müziğin etkisi sadece duygusal değil, davranışsal ve bilişsel düzeyde de belirleyicidir.

Kitle olmak: Wrapped görselleri storylerde

Aynı ritimde buluşan insanları bir kitle hâline getirir müzik ve sosyal psikolojide duygusal senkronizasyon denen bir toplu hareket kavramını ve ihtimalini doğurur. Savaşlardaki marşlar, devrim şarkıları, propaganda müzikleri mevzuyu daha anlaşılabilir kılmakta bence. Tam da böyle bir anda ufak bir salto daha yaparak Adorno’dan modern müziğin bir “ürün” hâline geldiği saptamasını vurgulamalıyım. Buna Adorno “kitleyi edilginleştirme” diye ad takmıştı. Yakışır. Zira endüstriyel müzik, hiçbir kontrole tâbi tutulmadan tüketime sunulan, beyne, ruha ve bedene aynı anda nüfuz edebilen bir gıda maddesi gibidir. Velev ki bu “ürün” zehirli olursa, bünyeden atmak, zehirli bir elmayı bedenden ihraç etmekten hayli zordur ve bedeli çok daha ağırdır.

“Kültür endüstrisi, bireye ne hissetmesi gerektiğini söyler, birey hisseder sanır” diyor Theodor Adorno. Çok daha ilginç gelen, Adorno bunları bilhassa II. Dünya Harbi sonrası söylemiş olması. “Modern Müziğin Felsefesi” 1949’da yayımlandı. Bugün de çok değişen bir şey yok. Yine müzik endüstrisinin baş atı bir firma savaş enstrümanı üretiyor. Zira müzik, hep bir güç aracı olagelmiş. Savaşa mola verdiren yegâne güç Ümmü Gülsüm, savaş sürerken Nazi subaylarının motivasyon kaynağı olan Lale Andersen bir yanda, Amerikan İngiliz askerlerine moral konserleri veren Marlene Dietrich diğer yandaydı.

Bu kolektif bilinç inşası beni ürkütüyor. Elma değil, cadı

Günün sonunda Spotify’ın patronu Daniel Ek, drone silahlarına yatırımı yapan henüz 40’larında bir girişimcidir. Ancak Spotify’ın yatırımcılarından bir kişi daha var, haydi onu da tanıyalım da örgün ağı anlattıktan sonra bir düğümde bulalım kendimizi.

Spotify’ın da yatırımcılarından olan Len Blavatnik ismine odaklanmak istiyorum. Kimdir bu Sir Blavatnik? Sıkılmadan okuyunuz lütfen bu başarı hikâyesini. 21 yaşındayken ABD’ye göç etmiş, aradan sadece sekiz sene geçmişken 29 yaşında Access Industries şirketini kurar, petrolden enerjiye kimya maden doğal kaynaklar ve ham maddeler gibi çeşitli iş yapar. Akabinde teknoloji, savunma, eğlence, medya, müzik gibi birçok alanda etkinlik göstermeye başlar. Mesela Deezer’ı alır. Deezer, şu anda Spotify’ın muhtemel alternatifidir. Devam edelim. Tesadüf şudur ki drone, savaş teknolojisi, silah endüstrisi teknolojileri yatırımları da aynı hızda devam eder Daniel Ek gibi, holding bünyesindeki Anduril Industries firması üzerinden.

Yani şunu sorgulasak yanlış mı olur? Spotify, Deezer, Warner Music Group gibi şirketlerin yatırımcısı, dünyanın en zengin adamlarından olan Sir Len Blavatnik, aynı zamanda nelerin yatırımcısı? Facebook, Snapchat gibi sosyal medya platformları yanında; Waze ve Moovit gibi harita uygulamalarının; Alibaba, Farfetch gibi e-ticaret platformları, Uber ve Careem gibi transportasyon sektörü, İsrail’deki medya sektöründe de hâkim bir isim.

Ama bence en tumturaklı taraf şu: kendi ülkemizde bulunan dev holdinglerden bahsedebiliriz, değil mi, hani ahtapot gibi birçok kolu olan ve oldukça büyük bir yapı? Hani Oyak gibi bir şirket düşünün:

İsrail’in en devasa yapılarından biri, yani bir anlamda lokomotifi Clal Industries; ağır sanayinin, lojistik, inşaat, enerji, kimya, yüksek teknoloji, biyoteknoloji gibi daha nice sektörün sahibi, patronu Clal Industries de yine bu Sir Len Blavatnik’e ait. Bu örgün dev yapı Amerika, Çin, İngiltere, İsrail… Bu mogul yapı Türkiye’de de faaliyet gösteriyor.

İsrail’de Tel Aviv Üniversitesi’nde kendi adına bir okul dahi bulunan Blavatnik, Warner Music Discovery ismiyle Doğan Müzik ile iş birliği ile yurdumuza girmiş, ardından da son döneme BluTV’yi satın alarak eğlence alanında ana oyuncu olmak için çalışacak. Warner Bros Discovery’nin en büyük yatırımcısı, Siyonist politikalarıyla İsrail’de medyayı da yöneten, Netanyahu’nun arkadaşı ve İngiltere’nin en zengin ikinci kişisi olan bu Blavatnik’i incelerken, evet ben de Spotify’ın mali tablosunu unuttum. Fakat tüm bu ağa baktığımda içim ürperiyor.

Şimdi Spotify için müzik yayını yapan bir firma desek bir sakil ve komik duracak. Storylerde wrapped görsellerini paylaşmak zevkli gelebilir, etkileşim alabilir, kendinizi daha derinlemesine şerh edebilirsiniz belki. Ama kendi üç kuruş paramla birer piyon, birer kukla, birer kitle olarak tanımlanmak ve kullanılmak istemiyorum. Apple Music mi, Youtube Music mi alternatif? Tercih sizin. Bense, TRT Dinle’den “Bir Fırtına Tuttu Bizi” türküsünü dinleyeceğim Cengiz Özkan’ın sesinden.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...