
Cezayir bağımsızlık savaşı
Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nı belgesel gerçekliğiyle perdeye taşıyan “La Battaglia di Algeri”, sömürgeciliğin insani, toplumsal ve felsefi boyutlarını derinlemesine sorgulayan bir başyapıt. Pontecorvo’nun kamerası, direnişin kolektif hafızasını ve özgürlük arayışının yankısını kayda geçiriyor.
Orijinal adı "La Battaglia Di Algeri" olan film, yönetmen Gillo Pontecorvo tarafından 1965'te çekildi ve 1966'da gösterime girdi. İtalyan-Cezayir ortak yapımının senaristliğini Franco Solinas üstleniyor. Film ilk kez Cannes Film Festivali'nde gösterildi. Direktör Pontecorvo, 1919'dan 2006'ya kadar yaşamış İtalyan bir komünistti. 2. Dünya Savaşı sırasında İtalyan faşizmine karşı savaştı. Az sayıda da olsa eserleriyle siyasal sinema alanında kendine yer edindi. Paris'te sol eğilimli İtalyan gazetelerinde muhabir olarak çalıştı.
Film belgesel bir film olduğu için öncelikle Cezayir'i tarihsel bağlamda incelemekte fayda var. Cezayir'de Osmanlı hâkimiyeti 1830'larda sona erdi. 5 Temmuz 1830'da Cezayir'i ele geçiren Fransa, bölgeye hâkim olmaya başladı. Fransızlar 1847'de Cezayir'in tamamını ele geçirdiler. İlk sömürge birimleri Cezayir şehri çevresinde kuruldu. Yerli kabilelerden alınan toprakların Avrupa'dan gelen göçmenlere verilmesiyle Cezayir'deki Avrupalı nüfus arttı (Öcal, 2016). Cezayir'in bağımsızlık mücadelesindeki ilk önemli adım, kasım ayında cezaevinden çıkan Mesâlî el-Hâc liderliğindeki Demokratik Özgürlüklerin Zaferi Hareketi (Hareketü'l-intisâr li'l Hürriyyeti' dimukrâtıyye) oldu (1946). 1 Kasım 1954'te sömürgecilere karşı kurtuluş savaşı veren tüm birlikler, Ulusal Kurtuluş Cephesi (الوطني التحرير جبهة) (ve onun silahlı kanadı olan Ulusal Kurtuluş Ordusu (Ceyşü tahriri'l-watani) adı altında yeniden örgütlendi. Böylece Cezayir'in bağımsızlık mücadelesinin öncü hareketi olan FLN, 1 Kasım 1954'te kuruldu (Öcal, 2016). Filmde görüldüğü gibi ( قصبة) (Kasbah) FLN'nin merkez üssü hâline geldi. Bölgenin kale ve surlar etrafında yapılanması filmde görülen gerilla tarzı yapılanmayı da kolaylaştırıyor, bu nedenle “kasbah” kelimesi Arapçada “kale” anlamına geliyor. 28 Ağustos 1955'te sömürgeci Fransız hükûmeti, Cezayir'deki ayaklanmalar nedeniyle olağanüstü hâl ilan etti. Fransız ordusuna karşı yapılan savaşta 150.000 kişi öldü. General Charles de Goulle'un önderliğinde Fransız generallerle birlikte Cezayir halkına yönelik vahşi katliamlar başladı. Fransa, katliam ve “yasa dışı bilimsel araştırmalar” sırasında elde edilen kafataslarını bugün hâlâ muhafaza ediyor.
Bağımsızlık manifestosu
Cezayir ileri gelenleri Eylül 1958'de Kahire'de toplanarak bağımsız Cezayir Cumhuriyeti'ni ilan ettiler ve Ferhad Abbas'ın başkanlığında geçici bir hükûmet kurdular (Öcal, 2016). 1958 yılında Fransa'da Dördüncü Hükûmet çöktü ve bunun üzerine General Charles de Goulle ilk kez “Cezayir halkının kendi geleceğini belirleme hakkı”nı ilan etti. Burada “121'in Manifestosu”ndan bahsetmek lazım. Aralarında Simone de Beauvoir, André Breton, Jean-Paul Sartre ve François Truffaut'nun da bulunduğu 121 aydın, başta Başbakan Michel Debré olmak üzere Fransız kamuoyuna ve hükûmetine, Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nı meşru bir savaş olarak tanıma çağrısında bulunuyordu: bağımsızlık. Bu manifesto, Fransız ordusunun işkencelerini kınayan ve yetkilileri Fransız vicdani retçilerine saygı göstermeye davet eden açık bir mektuptur (Öcal, 2016).
Film sinematografi açısından belgesel niteliğinde olup Ali La Pointe, Hassiba Ben Bouali, Al Arbi Ben Mahidi, Yassif Saadi ve General de Goulle gibi gerçek kişiliklerin yer aldığı filmdir. Film, Ali La Pointe'nin yakalanmasının ardından başlayan direnişi göstererek başlıyor. Bu sahnede dikkat çeken FLN'nin isyan ilanıdır. Açıklamaya geçmeden önce Francisco de Vitoria ile bildiğimiz “haklı savaş” kavramına ve “iletişim hakkı” kavramına bakabiliriz. Bir ülkenin işgal ve savaş için yeterli gerekçesi olması gerekir. İletişim kavramı ise görünürde bir ticaret hakkını tanımlamaktadır.
“Cezayir halkı, sömürge yönetimi, yalnızca milletimizin sefaletinden ve esaretinden değil, aynı zamanda kendi onurunu unutan birçok kardeşlerimizin “vahşetinden”, yolsuzluklarından ve alçak hatalarından da sorumludur... ” Bu dönemde sömürülen Cezayir halkının fuhuş, uyuşturucu, kaçak çalıştırma ve ortak akıl gibi bir yolsuzluk içerisinde olduğu hatırlatılarak, bildirinin devamında bu konudaki yasakların dile getirildiği ifade edildi.
Bu durum, kendisini modernleşmiş, gözden kaçırılmış ve çoğunlukla eğitimli gören Avrupalının, bambaşka bir sosyolojik-kültürel bağlamda yaşayan Cezayirliyi insani seviyelere hedef olarak almasına sebep olmuştur. Aynı işgal olgusu modern dünyada Irak ve Afganistan'da da yaşandı ve yaşanıyor.
Cezayir halkının direnişi
İlerleyen sahnelerle ülkeye giren Fransızların tutumlarını ve Cezayir halkının direnişini inceleyelim. Sömürgeci için Cezayir ülkesi Fransızların ve Arap, Müslüman yerel halkın olduğu kısımlar ekseninde ikiye ayrılır. Bu da Cezayir halkını hem din hem ırk olarak ikinci sınıf bir “yaşam biçimi” olarak gördüklerini ve düşmanı isimlendirdiklerini gösterir.
“Cezayir Valiliği’nden duyuru: Son günlerde onlarca saldırı yaşandı. Somut deliller aktivistlerin Müslüman bölgelerden geldiğini gösteriyor. Bu karışıklığa son vermek için Cezayir Valiliği tüm Arap mahallelerini kuşatma kararı aldı...” Bu açıklamanın okunduğu sahnede sese uyumlu bir açık hava hapishanesi ve dikenli tel inşaatını görüyoruz.
Arendt'in düşünce dünyasında; “Totaliter tahakkümün amacı dış dünyayı veya toplumu değiştirmek, eskiyi devirip yerine yenisini getirmek değildi. Totalitarizmin nihai hedefi insan doğasını değiştirmektir.” Nazi toplama kamplarını çokça tartışan Arendt'in bu sözüyle örtüşebilir. Çünkü Nazi toplama kamplarındaki nihai hedeflerden biri alt kültürleri ve dinleri yok ederek üstün bir ırk yaratmaktır.
Diğer önemli sahnelerden biri de Fransız mahallesinde suikast düzenleyen mücahidin arkasındaki Fransız askeri; Bütün bu pisliklerin öldürülmesi lazım, bir tane bile kalmayacak. Sonra Fransız kadın; katil, katilin kirli bir Cezayirli yüzü var. Bu sahnede yol kenarındaki bir dilencinin söylenenleri alıp etrafına bakınıp kaçtığını görüyoruz.
Arendt'e göre; Batı dünyası o zamana kadar en karanlık dönemlerde bile düşmanın anılma hakkına değer vermiştir. En despotik hükûmetler düşmanlarını onurlandırmıştır. Romalılar Hristiyan şehitlerinin efsanelerinin yazılmasına izin verdiler. Ancak Fransızların Cezayirlilere yönelik politikası, düşmanlarını tanımlamak ve tanımak değil, gerçek savaş öncesinde düşmanın kimliğini yok sayarak kimliksizleştirmeye dayanıyordu. Bu bir bakıma düşmanın adını koyamamanın ötesine geçen, onu yok sayan, ona düşmanlık pozisyonunu kapatan bir şiddet biçimidir.
Kadın direnişçiler
Filmde dikkat çeken bir diğer unsur da Cezayirli kadının direniş ve savaştaki konumu. Genel beklenti ve yargının aksine Cezayirli kadınlar direnişte aktif rol aldı. Cezayirli kadınlar silah taşıma, kafe ve istasyonlarda bomba patlatma gibi militan eylemlere açık bir özne olarak konumlanıyor. Bu durum ulusal bağımsızlık mücadelesinde hiçbir cinsiyet ayrımı olmaksızın halkın kolektif bir direniş olgusu içerisinde olduğunu ifade etmektedir.
Fanon'un sözleriyle; sömürge yönetimi artık net bir siyasi doktrin benimseyebilir: “Cezayir toplumuna kendi yapısı içinden, direniş kalelerinden saldırmak istiyorsak, her şeyden önce kadınları fethetmeliyiz: onları peçenin dışında bulmalıyız. Erkekleri tarafından kapatılan evlerin dışında saklanıyorlar.” Kadın gerektiğinde “Fatma” imajını vererek zararsız, yeri geldiğinde Avrupalı imajıyla modern olmalı ve onlardan biri olmalıdır.
BM nerede? Uzakta…
Bir diğer önemli referans da BM'ye; BM genel kurulu, önerilen herhangi bir kararın çoğunluğu sağlayamaması üzerine Cezayir meselesine müdahale etmeme kararı aldı. Ortak zihniyetle barışçıl, demokratik ve BM ilkelerine uygun adil bir çözümün bulunacağı yönündeki umudunu dile getirdi. Yine Fransız generalin röportajında “... BM nerede? Uzakta...” açıkça yüzümüzü Kant'a çeviriyor. “Evet, buna karşı yapılabilecek tek şey, her devletin (her bireyin eyalet hukukuna veya medeni hukuka uymak zorunda olması nedeniyle) tabi olması gereken, iktidar gücüyle herkesi bağlayan yasalara dayanan eyaletler arası hukuku uygulamaktır; barış yapmak...sadece bir rüyadır” (Über den Gemeinspruch, Werke VI, 172). Ancak burada az önce bahsettiği şey “tüm devletlerin gönüllü olarak boyunduruğu altına gireceği genel bir halk devleti”dir. (Buna Kant'ın “dünya vatandaşlığı” kavramını da ekleyebiliriz.)
Aslında Kant, birey değil birey olan toplum sözleşmesinden, Lock'un bahsettiği toplum sözleşmesinin ve Leviathan'ın bir üst düzeyi olarak bahseder. Kendi Leviathan'ını yaratmak ve bir ulus için kendi toplumsal sözleşmesini yapmak, ilk ve nispeten basit bir adım olabilir. Bir kişinin diğer devletleri kabul etmesi, ırksal, dinsel ve fiziksel farklılıkları kabul etmesi ve devletler üstü bir ortak kontrol sistemi oluşturması en zor olanıdır. Avrupa'nın Kant'ın öngörülerini kendi ırkı ve dini açısından yorumlayıp, Avrupa Birliği'ni ve BM'yi bu doğrultuda şekillendirmesi bunun göstergesidir. Bu sessizliğe son dönemde Bosna'da da Cezayir'de de tanık olduk.
Kapanış sahnesinde sömürgecilikten kurtulmuş Cezayirlilerin sokaklarda yürüyüşleri ve kutlamaları gösteriliyor, dış ses ise artık bir Cezayirli değil bir Fransız: “Bu sabah ilk kez bayraklarla sahneye çıktılar. Ortasında hilal ve yıldız bulunan yeşil beyaz bayrak. Onlara bayrak demek zor, çarşaf parçaları, gömlekler ve kumaşlar hâlâ bayrak.
Fransızların artık öteki olmadığı, kimliğini kabul ettiği sahne burasıdır. Bu sahnenin bayrakla tasvir edilmesi daha da anlamlıdır. Bayrak, milletin yeniden dirildiği ve var olduğu ortak paydayı oluşturur. Cezayir toplumundaki Araplar, Hristiyanlar ve Berberiler hepsi bayrak altında toplanıyor. Sonuçta film, belgesel özelliğiyle Cezayir halkının kolektif hafızasının korunması, nesillerin ileriye taşınması, millî bilincin yeniden inşası ve pekiştirilmesi açısından büyük önem taşıyor.
Kaynakça
Göktürk Öcal. “Beyazperdeyi Yırtan Bir Haykırış: Cezayir Savaşı”. Hukuk Kuramı, C. 3, S. 4-5, Temmuz-Ekim 2016, ss. 1-16.
Jurgen Habermas. Öteki olmak, Ötekiyle Yaşamak. YKY: 2012.
Doç. Dr. Hüseyin Günal. “İnsanlığa Karşı Suçlarda ‘İnsanlık’ Ne Manaya Gelmektedir: Felsefi Bir Analiz”. (İÜHFM C. LXXII, S. 1, s. 555-570, 2014).
Frantz Fanon. Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın Anatomisi. Pınar: 2009.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.