
Türkiye’de gençler radikalleşiyor mu?
Türkiye’de 18 yaş altı bireylerin şiddet ve suça yönelimi, bireysel değil toplumsal bir krize dönüşüyor. Dijital kültür, zayıflayan aile yapısı ve örgütlü suçların cazibesi, gençleri tehlikeli bir yola itiyor. Uzmanlara göre çözüm, yalnızca cezada değil; eğitim, aile ve toplumsal dayanışmada.
Türkiye’de 18 yaş altı bireylerin giderek artan oranda şiddet ve suç eylemlerine yönelmesi, son yıllarda kamuoyunun dikkatini yoğun biçimde üzerine çeken bir güvenlik sorunu hâline gelmiştir. Bu olgu, yalnızca bireysel psikolojik kırılmaların veya ailevi sorunların değil; aynı zamanda küresel ölçekte yayılan kültürel ve dijital dinamiklerin de bir yansımasıdır. Batı toplumlarında, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, okul saldırıları ve silahlı şiddet olayları üzerinden tanık olunan çocuk ve genç radikalleşmesi, Türkiye’de uzun yıllar “uzakta” algılanmış fakat artık toplumsal gündemimizin merkezine oturmuştur.
Son dönemde yaşanan bazı olaylar bu dönüşümün acı ve somut göstergeleri olmuştur. İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in vahşice katledilmeleri, Ankara’da Hakan Çakır cinayeti, uluslararası yankı uyandıran Mattia Ahmet Minguzzi vakası ve son olarak İzmir’de iki polisin şehit edilmesi, gençlerin suç örgütleriyle ve bireysel şiddetle nasıl kesişim içinde olduklarını göstermektedir. Bu olayların ortak paydasında, genç bireylerin şiddeti yalnızca bir eylem biçimi olarak değil, aynı zamanda bir kimlik ve görünürlük kazanma aracı olarak algıladıkları görülmektedir.
Bu gelişmeler, mevcut “suça sürüklenen çocuklar” düzenlemesinin yeniden tartışılmasını zorunlu kılmaktadır. Hukuki açıdan 15–18 yaş grubuna uygulanan ceza indirimleri, sosyolojik açıdan aile bağlarının zayıflaması, psikolojik açıdan kimlik bunalımları ve dijital kültürün şiddeti özendirici doğası, bir bütün olarak değerlendirilmesi gereken bir kriz alanı oluşturmaktadır. Türkiye, bu kriz karşısında hem kendi geleneksel toplumsal değerlerinden beslenen hem de modern güvenlik ve hukuk mekanizmalarını etkinleştiren bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır.
Sosyolojik arka plan
Gençlerin suça ve şiddete yönelmesinde sosyolojik faktörler belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu faktörlerin başında dijital kültürün dönüştürücü etkisi gelmektedir. Dijital oyunların şiddeti ödüllendiren yapıları, gençlerin zihinsel dünyasında şiddeti olağanlaştırmakta, hatta başarı ve ilerleme ile özdeşleştirmektedir. Aynı şekilde sosyal medya platformları, suç ve şiddeti bir “prestij” göstergesi hâline getirmekte, gençler arasında görünürlük ve “takipçi kazanma” uğruna suça özenen bir kültür üretmektedir. Bu ortam, bireysel kimlik bunalımı yaşayan ve toplumsal kabul arayışı içinde olan çocuklar için güçlü bir cazibe merkezi oluşturmaktadır.
Aile kurumunun zayıflaması da bu sürecin en kritik boyutlarından biridir. Geleneksel toplum yapısında aile, bireyin en temel koruma kalkanı iken; günümüzde ebeveyn-çocuk iletişiminin kopması, değer aktarımının sekteye uğraması ve ekonomik-sosyal baskılar aileyi işlevsiz hâle getirmektedir. Aileden kopan çocuk, yalnız kalmakta ve suçu bir tür “aidiyet” alanı olarak görmektedir. Bu yalnızlık, örgütlü suç yapılarının gençleri kolayca kendilerine çekebilmelerine zemin hazırlamaktadır.
Özellikle “Daltonlar” gibi yeni nesil mafyatik gruplar, internet ve sosyal medya üzerinden gençlere ulaşarak onları şiddet kültürüyle tanıştırmaktadır. Bu gruplar, şiddeti bir kahramanlık ve güç göstergesi olarak sunmakta, örgüt aidiyetini arkadaşlık ve dayanışma gibi olumlu kavramlarla örtmektedir. Dolayısıyla, gençlerin katılımı yalnızca ekonomik çıkar için değil, kimlik kazanma ve görünür olma ihtiyacıyla da gerçekleşmektedir.
Güvenlik perspektifi
Gençlerin suça yönelmesi, yalnızca bireysel ve toplumsal bir sorun değil; aynı zamanda devletin güvenlik stratejilerini doğrudan etkileyen kritik bir meseledir. Türkiye’de son yıllarda görülen olaylar, çocukların ve gençlerin yalnızca bireysel şiddet eylemleriyle değil, aynı zamanda örgütlü suç ağlarıyla da ilişki kurmaya başladığını göstermektedir. Bu durum, güvenlik kurumlarının önceliklerini yeniden tanımlamalarını zorunlu kılmaktadır.
Özellikle kent merkezlerinde ortaya çıkan yeni nesil çeteler, gençleri kolayca bünyelerine katmakta ve onları “örgüt içi sadakat” adı altında silah, uyuşturucu ve gasp gibi suçlara yönlendirmektedir. Bu yapıların gençleri tercih etmesinin en önemli nedeni, mevcut yasal düzenlemelerin 18 yaş altını görece daha hafif cezalarla muhatap etmesidir. Dolayısıyla çocuklar, örgütlü suç için hem bir “kalkan” hem de “operasyonel güç” olarak kullanılmaktadır.
Bu tablonun güvenlik boyutunda iki temel risk öne çıkmaktadır. Birincisi, şehir güvenliğinin zedelenmesidir. Toplumda en küçük bir kıvılcımın büyük çaplı şiddet olaylarına dönüşebilmesi, özellikle metropol alanlarda kamu düzeni açısından ciddi tehdit oluşturmaktadır. İkincisi ise toplumsal huzurun bozulmasıdır. Çocukların karıştığı cinayetler, yalnızca bireysel mağduriyetler doğurmakla kalmamakta, aynı zamanda geniş halk kesimlerinde güvensizlik duygusu yaratmaktadır. Bu güvensizlik, toplumun devlete olan inancını sarsma potansiyeli taşımaktadır.
Son dönemde yaşanan olaylar, bireysel şiddet eğiliminin örgütlü yapılarla birleşerek daha vahim sonuçlar doğurduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle yalnızca polisiye tedbirlerle sınırlı kalınmamalı; istihbarat, emniyet ve yargı arasında eşgüdüm artırılmalı, çocukların örgütler tarafından istismar edilmesini önleyecek erken müdahale mekanizmaları geliştirilmelidir.
Hukuki ve politik boyut
Türkiye’de 18 yaş altı bireylerin suça sürüklenmesi meselesi, yalnızca sosyolojik ve güvenlik odaklı bir sorun değil, aynı zamanda hukuki ve politik düzlemde de kritik tartışmaların merkezindedir. Mevcut mevzuat, çocukların gelişim özelliklerini dikkate alarak ceza sorumluluğunu sınırlamaktadır. Özellikle 15–18 yaş aralığındaki failler için uygulanan ceza indirimleri, suça sürüklenen çocukların “rehabilite edilebilir” oldukları varsayımına dayanmaktadır. Ancak son yıllarda artan şiddet vakaları, bu indirimin caydırıcılık boyutunun zayıflığını tartışmaya açmıştır.
Bu noktada iki temel problem öne çıkmaktadır. Birincisi, mevcut düzenlemenin örgütlü suçlar tarafından istismar edilmesidir. Çeteler ve mafyatik yapılar, ağır suçları işlemek için çocukları öne sürmekte, böylece cezai yaptırımlardan kısmen korunmaktadır. İkincisi, toplum vicdanında oluşan adalet algısının zedelenmesidir. Kamuoyunda, çocuk yaşta olsalar dahi ağır cinayetler işleyen faillerin “hafif cezalarla kurtuldukları” düşüncesi yaygınlaşmakta; bu da devletin adalet kapasitesine duyulan güveni sarsmaktadır.
Adalet Bakanlığı’nın gündeme aldığı düzenleme çalışmaları, bu açıdan önemli bir dönüm noktasıdır. Özellikle 15–18 yaş grubuna uygulanan indirim oranlarının yeniden değerlendirilmesi, suça sürüklenen çocukların korunması ile toplumsal güvenliğin sağlanması arasında adil bir denge kurmayı amaçlamaktadır. Bununla birlikte, yalnızca cezaların artırılması tek başına çözüm üretmeyecektir. Çocuk adalet sistemi, hem caydırıcı hem de rehabilite edici nitelikleriyle yeniden tasarlanmalıdır.
Politik boyutta ise mesele partiler üstü bir güvenlik meselesi olarak görülmelidir. Çocukların suça karışması, gelecekte toplumsal huzurun temellerini sarsacak kadar önemli bir risk alanıdır. Bu nedenle, yasal düzenlemeler sadece cezai tedbirlerle sınırlı kalmamalı; aynı zamanda aileye destek sağlayan sosyal politikalar, eğitimi güçlendiren yapısal reformlar ve dijital platformların denetimini artıran regülasyonlar da gündeme alınmalıdır.
Önleyici stratejiler
Çocukların ve gençlerin şiddet ile suça yönelmesini yalnızca cezai tedbirlerle önlemek mümkün değildir. Sosyolojik, kültürel ve psikolojik zeminde köklü bir dönüşüm sağlanmadıkça, hukuk ve güvenlik mekanizmaları da sınırlı etki gösterecektir. Bu nedenle meseleye önleyici stratejiler perspektifinden yaklaşmak, uzun vadeli çözümün anahtarıdır.
Öncelikle eğitim sistemi, gençleri yalnızca akademik bilgiyle donatan değil, aynı zamanda değerler üzerinden inşa eden bir yapıya kavuşturulmalıdır. Dijital çağın gerçekleri göz önünde bulundurularak, ilkokuldan itibaren dijital medya okuryazarlığı ve eleştirel düşünme becerileri öğretilmeli; böylece çocukların şiddeti özendiren içeriklere karşı bilinçli ve dirençli bireyler haline gelmeleri sağlanmalıdır. Aynı zamanda, okulların sadece bilgi aktarım merkezi değil, gençlere aidiyet ve kimlik kazandıran toplumsal mekânlar olduğu unutulmamalıdır.
İkinci olarak, aile politikalarının güçlendirilmesi kaçınılmazdır. Geleneksel toplum yapısında çocuk, ailenin koruyucu gölgesinde yetişirken; modern kentleşme, ekonomik baskılar ve iletişim kopuklukları aile kurumunun işlevlerini zayıflatmıştır. Ebeveynlere yönelik eğitim ve psikososyal destek programları, çocukların aile içi bağlarını yeniden kuvvetlendirecek, suça sürüklenmeyi önlemede doğal bir bariyer işlevi görecektir.
Üçüncü olarak, yerel toplum birliktelikleri yeniden canlandırılmalıdır. Mahalle, köy ve semt ölçeğinde dayanışmayı teşvik eden yapılar, gençler için birer sosyal güvenlik ağıdır. Spor kulüpleri, kültür merkezleri, gönüllü faaliyetler ve sivil toplum inisiyatifleri, gençlerin enerjisini pozitif alanlara yönlendirecek alternatifler sunmalıdır. Bu bağlamda, özellikle üniversiteler ve yerel yönetimler iş birliğiyle geliştirilecek projeler, gençlerin topluma entegrasyonunu kolaylaştıracaktır.
Dördüncü olarak, dijital platformların denetimi artırılmalıdır. Şiddeti özendiren oyunlar, mafya kültürünü romantize eden videolar ve suç örgütlerinin sosyal medyadaki propagandaları, gençleri cezbeden en güçlü araçlardır. Bu içeriklerin engellenmesi, platformlara yasal sorumluluk yüklenmesi ve toplumsal denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, dijital dünyanın bir suç alanına dönüşmesini engelleyecektir.
Son olarak, önleyici stratejilerin başarısı, devlet kurumları ile toplumun ortak hareket etmesine bağlıdır. Emniyet, adalet, eğitim, aile ve sosyal politikalar alanındaki kurumların eşgüdümü; üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve dinî-manevi otoritelerin katkısıyla birleştiğinde, gençleri suçtan koruyacak güçlü bir toplumsal kalkan oluşturulabilir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.