Quo Vadis Amerika? ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne bakış
Trump’ın 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, “Önce Amerika” doktrinini sert bir realizmle yeniden tanımlıyor. Liberal düzenle hesaplaşan belge; Çin’e odaklanma, sınır güvenliği, millî ekonomi ve bölgesel sahiplenme vurgularıyla küresel dengelerde köklü bir kırılmaya işaret ediyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın imzasıyla yayınlanan 2025 Ulusal Güvenlik Strateji belgesi hem ABD’nin hem de dünyanın geri kalanının geleceği için bir yol haritası çizerken, soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
1986’daki Goldwater-Nichols yasasından beri periyodik olarak yayınlanan bu strateji belgeleri, ABD başkanlarının doktrinlerini dünyaya ve Amerikan toplumuna duyuruyor ve devletin kurumlarını ortak bir amaçta koordine etme işlevi görüyor. Donald Trump’ın “Önce Amerika” doktrinini yineleyen ulusal güvenlik strateji belgesi, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan düzenin bir bakıma sonunun da belgesi olarak görülebilir. Yayınlanan belge, soğuk savaşın ardından Amerikan yönetimlerinin küresel hegemonyayı sürdürmek için yaptığı hataları ele almakla birlikte, Avrupa, Asya, Orta Doğu ve Afrika için ABD’nin izleyeceği yolu özetliyor.
Geçmiş yönetimlere eleştiriler
1990’larda Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte dünya iki kutlu bir oyun sahasından, ABD’nin tek başına süper güç olarak kaldığı, oyunun bütün kurallarını yeniden belirlerken karşısında onu dengeleyecek herhangi bir devletin olmadığı bir yere dönüşmüştü. Bu ortam ABD’nin ve liberal dünya düzenini başarısı olmakla kalmayıp, bu paradigmanın aşılamayacak kadar ileri bir son olduğu iddiasına da sahipti. Sovyetler Birliği parçalanırken dünyanın pek çok yerinde, Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da yeni krizlerle karşı karşıya kalındı. Bununla birlikte ABD’nin kendi yarattığı düzenle çatışan devletleri dış müdahalelerle demokratik hâle getirmeye çalışması, Orta Doğu’da devlet inşa süreçlerini toplumların karakterine uymayacak şekilde zorlanması ABD’ye faydadan çok zarar getirdi. En azından ABD yönetiminin ulusal güvenlik stratejisinde ilan ettiği pozisyon bu yönde. Trump’a göre ABD’nin yönetici sınıfı devasa Amerikan gücünü, dünyanın pek çok yerinde aynı anda askerî, diplomatik ve ekonomik olarak ağır yüklerin altına sokarak yanlış politikalar izledi.
Bununla birlikte Trump yönetimi; Çin, Rusya gibi diğer büyük güçleri oyun sahasından uzaklaştırmak yerine onların da uluslararası sistemdeki kapladığını alanı kabul ediyor. Çin’in ve Rusya’nın, ABD, uluslararası sistemi düzenlerken onun imkân ve kabiliyetlerini sınırlayacak kadar güçlenmemeleri Trump için yeterli olarak görülüyor. Ayrıca daha önceki yönetimlerin yayınladıkları belgelerden farklı olarak “büyük güç rekabeti” bu strateji belgesinde yer almıyor. Bunun yerine, ABD’nin son yıllarda kendi çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturmayan meselelerle uğraşırken, yükselen Çin’in gerisinde kaldığı pek çok alanda atılım hedefi koyuyor. ABD Başkanı Trump’a göre, ancak bu şekilde Amerikan halkı dünyanın en müreffeh, özgür ve ileri milleti olmaya devam edebilir.
ABD yönetimi ne istiyor?
Ulusal güvenlik strateji belgesindeki önemli vurgulardan birisi de ABD’nin amaçlarını, sahip olduğu araçlar ile uyumlu hâle getirme ihtiyacının ifadesidir. ABD yönetimi önceki yönetimlerin bu kritik noktayı atladıklarını ve bu sebeple Amerikalıların güç kaybettiğini savunuyor. Bununla birlikte strateji belgesinin ilk bölümünde ABD’nin sektörel hedefleri özetle sıralanıyor. Bunlardan ilki ABD’nin egemenliğini ve sınırlarını koruma arzusu. Donald Trump, başkanlığının ilk döneminde Meksika sınırına duvar örmesiyle hatırlanırken ikinci dönemi için adaylığında da sınır güvenliği ve yasadışı göçe karşı pek çok vaatte bulunmuştu. Nitekim bu vaatlerin bazıları uygulamaya da geçti ve sınır kontrolleri sıkılaştırıldı, pek çok kaçak göçmen ülkesine geri gönderildi.
Amerikan ordusunun gücünü ve caydırıcılığını pekiştirme isteğinin yanı sıra, strateji belgesi, nükleer silahlara, füzelere ve ABD’yi koruyacak bir Altın Kubbeye (Golden Dome) de değiniyor. Askerî gücün yanı sıra, Amerikan ekonomisini güçlendirmek, ABD’yi tekrar endüstriyelleşmiş bir ülke hâline getirmek, Asya’ya kayan üretim tesislerini yeniden ABD’de konumlandırmak belgede açıkça ifade ediliyor. ABD’deki hem savunma hem teknoloji ürünlerinin üretimini arttırma isteği Trump tarafından millî ekonomi politikası olarak tanımlanıyor.
Yeniden Monroe Doktrini
Monroe Doktrini, ABD Başkanı James Monroe’nin 1826’da yayınladığı, Batı Yarımkürede, yani Amerika kıtasında herhangi bir yabancı gücün varlığını kabul etmeyeceğini ilan eden doktrin olarak biliniyor. Bununla birlikte, ABD de Avrupa’nın işleriyle ilgilenmeyi bırakmış ve daha izolasyoncu bir politika izlemeye başlamıştır. İspanya, Portekiz, Fransa ve Britanya’nın Amerika kıtasına müdahale imkânı daralırken, ABD sürekli olarak kıtayı şekillendirmeye devam etmiştir. Bugüne geldiğimizde Trump’ın yayınladığı güvenlik strateji belgesi doktrininden açıkça bahsediyor; ancak bu sefer hedefe konan devlet Avrupalı değil, Asyalı.
Çin’in Latin Amerika’da varlığı her geçen gün artıyor. Avrupa Parlamentosu’nun yayınladığı bir belgede tahminlere göre 2035’e gelindiğinde Çin, kıtanın en büyük ticaret partneri konumuna gelebilir. Çin sadece ekonomik anlamda ilişkilerini geliştirmekle kalmıyor, siyasi konularda da ABD’nin ilişkilerinin çok iyi olmadığı ülkelerle daha yakın ilişkiler kuruyor. Güney Amerika’nın nadir materyaller açısından da önemli bir bölge olduğu düşünüldüğünde ABD’nin endişeleri daha fazla anlam kazanıyor. Bölgesel sahiplenmeyi öne çıkaran Trump, ayrıca narkotik problemlere, kartellere, suç örgütlerine de değinerek bölge ülkelerine iş birliği çağrısı yapıyor.
“Ulusal çıkar” vurgusu
Amerikan dış politikası Cumhuriyetçi ve Demokrat başkanların elinde değişime uğrasa da özünde liberal dünyanın öncüsü, destekçisi ve dağıtıcısı rolünü oynuyordu. İkinci Dünya Savaşı akabinde kurulan, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere pek çok uluslararası örgüt liberal dünya düzenin ve küreselleşmenin önemli araçlarından, göstergelerinden birisiydi.
Bugün gelinen nokta, Donald Trump’ın ulus-ötesi örgütlere duyduğu güvensizliğin açıkça her platformda dile getirilmesidir. Ulusal güvenlik strateji belgesi de bunlardan birisi. Donald Trump, açıkça ulus devletlerin kendi çıkarlarının peşinden gitmelerini, bunun için çabalamalarını meşru bir hedef olarak görerek, kendi bölgelerindeki sorunları çözmek için de sorumluluk almalarını istiyor ve ABD’nin dış politikasını pragmatik bir düzleme oturtuyor. ABD’nin çıkarlarını doğrudan tehdit etmeyen problemlere karşı ABD’nin en fazla yükü sırtlanmasını istememekle birlikte, bölgedeki müttefik devletleri destekleme görevi üstleniyor. Bu devletleri desteklerden de otokratik veya demokratik, hükümetlerin niteliği ile ilgilenilmediği, sorunları ABD’nin en karlı olacağı şekilde çözmeyi amaçladığı saklamıyor. Bu nokta, bölgesel sahiplenmeyle birlikte, orta büyüklükte devletlerin daha fazla doldurabilecekleri güç boşluğu olacağı anlamına geliyor. Ayrıca ABD yönetimi, başka devletlerin içişlerine müdahale etme eşiğinin çok yüksek olduğunu ifade ederek, otoriter devletlere de alan açıyor. Ancak güvenlik belgesinde yer alan bu ifadeler, Trump’ın Venezuela ve Nijerya’ya askerî müdahale tehdidiyle de çatışıyor.
Avrupa ve Orta Doğu’ya Trump’ın bakışı
Trump’ın Avrupa’ya yönelik eleştirileri yeni değil, pek çok Avrupa ülkesi bu eleştirilerin zaman zaman hedefinde oldu. Ancak bu eleştiriler şimdiye kadar daha çok ekonomik yükten kaçınmaları, ABD’nin savunma harcamalarına yaslanmaları veya Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki tutumlarına yönelik olmuştu. Bu eleştiriler bu belgede de devam ediyor ve NATO’daki hedeflenen, savunma harcamalarını yüzde beşe çıkarma arzusu yineleniyor. Ancak eleştiriler bununla sınırlı kalmayıp, Avrupa’nın kimlik sorunları yaşadığını, kültürel dokusunu kaybettiğini vurgulayarak, “Vatansever” partilerin Avrupa’da iktidara gelmesini işaret ediyor. Bu ifadeler Avrupalı liderlerde rahatsızlık yarattı ve Avrupa’nın içişlerine müdahale olarak algılandı. Ancak diğer taraftan ABD’nin strateji belgesinden oldukça memnun olan bir devlet de göze çarpıyor: Rusya. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bir anca bitirilmesi ve barış arzusu ifade edilmekle birlikte, Rusya doğrudan savaşın sebebi olarak kınanmıyor. Aksine Avrupalı devletlerin Rusya ile istikrarlı ilişkiler kurması teşvik ediliyor. Bu politikanın açıkça amacı, Rusya’yı, zengin doğal kaynaklarıyla, Çin’i besleyen bir devlet olmaktan çıkarıp, ABD’nin pragmatik ilişkiler kurabildiği bir devlete dönüştürmek ve nihayetinde ABD’nin tüm enerjisini Asya’daki rakibine harcamasıdır.
Orta Doğu’ya gelindiğinde ise ABD’nin tutumunun jeopolitik olarak net şekilde değiştiği görülüyor. Orta Doğu, özellikle petrolün uluslararası piyasalara güvenle akması için, ABD’nin konumlanmak zorunda olduğu bir bölgeyken, ABD’nin bir enerji ihracatçısı olmasıyla birlikte bu önemini, en azından Amerikalılar açısından, yitirdi. ABD’nin kaya gazına yaptığı yatırımların ve enerjideki bağımsızlığının bu yaklaşımda çok önemli bir rolü var. Bununla birlikte ABD, Orta Doğu’daki müdahaleleri ve ekonomik harcamaları yüzünden hem sert güç hem de yumuşak güç bakımından zayıfladığını hissediyor. Özellikle Suriye’de çok uzun süren iç savaş, hâlâ etkisinin devam ettiği Irak müdahalesi, Libya, Yemen derken, finalde başarısız bir demokratikleşme ve ulus-devlet inşası süreçleriyle karşılaşıldı. Devletlere bu yapısal müdahaleler yerine, Trump’ın karşılıklı çıkar temelli bir ilişki güdeceği, Türkiye, İsrail ve Arap devletlerini destekleme yoluyla Orta Doğu’da istikrarı tesis edeceği bu güvenlik belgesinden anlaşılabilir.
Özetlemek gerekirse, Trump yayınlanan stratejik güvenlik belgesinde hem ABD’nin geçmiş yıllardaki politikalarını eleştirirken, yerine radikal bir kopuşu temsil eden sert realist bir görüş ortaya koyuyor. ABD’nin bölgesel ittifaklarla Çin’i baskılama arzusu, göçe karşı sınır güvenliği, millî bir ekonomi yaratma çabası Trump’ın şimdiye kadar oluşturduğu eylem ve söylemlerle uyumlu bir belge ortaya koyuyor. Ancak uzun yıllardır süregelen ve değişimi pek çok kargaşaya neden olacak böylesine köklü bir değişime, uluslararası sistemin hazır olup olmadığını önemli bir tartışma konusudur. Trump gibi ‘pragmatik’ bir liderin yayınlanan belgeye ne kadar süre sadık kalacağı da…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.