Japonya kırılma hattında: Statüko mu, dönüşüm mü?
Başbakan Takaichi liderliğinde Barış Anayasası'nı tartışmaya açan ve savunma harcamalarını artıran Tokyo, Çin’in baskı politikaları ve Trump'ın öngörülemezliği arasında stratejik bir çıkış yolu arıyor.
Uzak Doğu’nun kadim ada ülkesi Japonya: Yüzyıllar boyunca kendine özgü bir medeniyet inşa etmiş, modern dünyanın karmaşası içinde bile kültürel bütünlüğünü korumuş bir imparatorluk geleneği… Bugün çoğu göz için Japonya, gelişmiş ekonomisi ve teknolojik ilerlemesiyle istikrarlı bir Asya demokrasisi gibi görünse de, ülkenin jeopolitik ufku uzun zamandır alışılmadık ölçüde dalgalı. Çünkü Japonya, Pasifik’in çalkantılı sularında yalnızca ekonomik bir aktör değil, Çin’in küresel etkisini artırdığı, Kuzey Kore’nin rutin bir tehdide dönüşen balistik füze denemelerini sürdürdüğü ve ABD’nin “süper güç” rolüne ilişkin belirsizliklerin arttığı kırılgan bir güvenlik mimarisinin tam merkezinde yer alıyor.
Bu ada ülkesi, Hint-Pasifik’in yapısal gerilimlerini ve büyük güç rekabetinin uzun soluklu gerçekliğini gözler önüne seriyor. Tayvan Boğazı’ndaki hassas dengeden Güney Çin Denizi’ndeki güç mücadelesine, Çin-ABD ilişkilerinin dalgalanmalarından Tokyo’nun daha görünür hâle gelen diplomatik aktivizmine uzanan geniş bir zeminde Japonya, hem statükoyu korumaya çalışıyor hem de Soğuk Savaş sonrası dönemin en kapsamlı stratejik dönüşümlerinden birini yaşıyor. On yıllardır barışçıl kimliğinin simgesi olan 9. madde yeniden tartışılırken savunma bütçesi rekor seviyelere çıkarılıyor ve Tokyo, Avustralya, Hindistan, Güney Kore ve ASEAN ülkeleriyle daha sıkı bağlar kurarak bölgesel dengeyi yeniden şekillendiriyor.
Bugün Japonya, yalnızca bir Asya demokrasisinin sorunlarını değil, küresel sistemin geleceğini etkileyecek çok katmanlı bir dönüşümü temsil ediyor. İç siyasetteki dalgalanmalar, nüfus daralması, savunma reformları, Çin’le yapısal rekabet ve ABD ittifakının yönüne dair soru işaretleri aynı anda gündemde. Bu karmaşık denklem, Japonya’yı dünya siyasetinin ağırlık merkezinde yeniden konumlandırıyor.
Bu dosyada, Tokyo’nun gelecek vizyonunu, bölgesel rolünü ve karşı karşıya olduğu stratejik meydan okumaları Kosova Cumhuriyeti Tokyo Büyükelçiliği İcra Asistanı Dr. Arbenita Sopaj, Tokyo Uluslararası Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Christopher Lamont, Tokyo Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kazuto Suzuki, Nanyang Teknoloji Üniversitesi Kamu Politikası ve Küresel İlişkiler Bölümü Başkanı Dr. Kei Koga, Loughborough Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Taku Tamaki ve GeoStrat Direktörü Richard Ghiasy’e sorduk, onların değerlendirmeleri üzerinden ülkenin siyasal-toplumsal dinamiklerini ve Hint-Pasifik’in giderek sertleşen jeopolitik rekabetini anlamaya çalıştık.
“Trump’ın öngörülemezliği endişe yaratıyor”
Sizce Japonya-ABD ittifakı bugün hangi noktada duruyor?
Dr. Arbenita Sopaj: Trump’ın başkanlığından bu yana Japonya-ABD ittifakı, ABD’nin stratejik önceliklerindeki kaymalar ve alışılmışın dışındaki diplomasi nedeniyle belirsizlik dönemine girmişti. Sanae Takaichi’nin başbakan seçilmesi ise yeni bir döneme işaret edebilir. Shinzo Abe’nin fraksiyonundan gelen biri olarak, muhafazakâr politikalara süreklilik sağlıyor ve Trump döneminin Hint-Pasifik yaklaşımına aşina. Bu durum, ikili ilişkileri daha öngörülebilir kılabilir ve küresel belirsizlikler karşısında ittifakın dayanıklılığını güçlendirebilir.
Dr. Christopher Lamont: Trump’ın Xi Jinping’le yaptığı son telefon görüşmesinin Tokyo’da yarattığı rahatsızlık önemli. Trump’ın geleneksel müttefiklere bağlılığı konusundaki öngörülemezlik, Tokyo’da bir endişe yaratıyor. Ancak Tokyo için daha fazla stratejik özerklik, Japonya-ABD ittifakının zayıflatılmasıyla değil, bu ittifak üzerinden nüfuz projekte edebilme kapasitesinin artırılmasıyla mümkün.
Dr. Kazuto Suzuki: Japonya, stratejik özerklik peşinde koşabilecek bir ülke değil. Nitekim Japonya, Güney Kore veya Avustralya’yla birlikte hareket etse bile Çin’i caydıramazdı. Japonya açısından kritik olan, kendi kapasitesini artırarak Japonya-ABD ittifakını güçlendirmek ve ABD kuvvetleri gelene kadar dayanabilecek yeteneğe sahip olmak.
Dr. Kei Koga: Japonya’nın kısa vadeli stratejik duruşu değişmedi: ABD’yle ittifakını mümkün olan en üst seviyede güçlendirmek. Ekimdeki başarılı ABD-Japonya zirvesi ittifakın hâlâ güçlü olduğunu gösterdi. Bununla birlikte ABD dış politikasına ilişkin artan belirsizlik, Japonya’yı kendi savunma kapasitesini güçlendirme ve Avustralya, Hindistan, Güney Kore ve ASEAN gibi ortaklarla stratejik ilişkilerini çeşitlendirmeye itti.
Richard Ghiasy: Japonya’nın daha fazla stratejik özerklik peşinde koşmaktan başka seçeneği bulunmuyor çünkü ABD’nin Çin veya Kuzey Kore’yle silahlı bir çatışma durumunda Japonya’nın yardımına koşacağının garantisi yok. Bu nedenle Japonya, Hint-Pasifik’te Avustralya ve Hindistan gibi ortaklarla, bölge dışında ise AB gibi aktörlerle güvenlik ilişkilerini aktif biçimde genişletiyor.
“Caydırıcılık, ABD’nin askerî garantilerine bağlı”
Çin’in yükselişi karşısında Japonya’nın caydırıcılık stratejisinin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dr. Arbenita Sopaj: Takaichi’nin liderliği, Abe’nin bölgedeki kararlı duruşunun devamı niteliğinde ve bu da Pekin’in rahatsızlığını artırıyor. Yasukuni Tapınağı’nı ziyaret etmesi ve Tayvan konusundaki açıklamaları Japonya’nın sert tavrını ortaya koydu. Çin buna ekonomik önlemlerle karşılık verdi, deniz ürünlerine boykot ve seyahat uyarıları gibi politikalar Japonya’ya yaklaşık 1,2 milyar dolar kaybettirdi. Bunlar, Çin-Japonya ilişkilerinin son derece kırılgan olduğunu ve siyasi tartışmaların ekonomik ve toplumsal alana taştığını gösteriyor.
Dr. Christopher Lamont: Soğuk Savaş’tan bu yana Japonya’nın caydırıcılığı, ABD-Japonya ittifakına dayanıyor. Tokyo-Washington ilişkilerinde algılanacak herhangi bir zayıflama, Japonya için ciddi bir zorluk oluşturur.
Dr. Kazuto Suzuki: Son dönemde Japonya-Çin ilişkilerindeki bozulma, Çin’in Tayvan meselesine ilişkin artan hassasiyetini yansıtıyor, bunun doğrudan bir askerî çatışmanın yakın olduğu anlamına geldiğini düşünmüyorum. Japonya’nın caydırıcılığı, ABD’nin askerî garantilerini sürdürmesi ve Japonya-ABD askerî kapasitesinin Çin’in Tayvan’ı olası işgalini caydıracak şekilde birleşebilmesine bağlı. Japonya, Tayvan’a tek başına destek sağlayamayacağı için Çin, Japonya ve ABD’nin birlikte hareket etmesinden endişe duyuyor.
Dr. Kei Koga: Japonya’nın stratejik duruşu özünde aynı: Anayasal sınırlamalarına rağmen askerî kapasitesini güçlendirmek ve Japonya-ABD ittifakını derinleştirmek. Bununla birlikte Japonya artık Çin’i daha açık bir şekilde dengelemenin peşinde, çünkü Çin’in Japonya üzerindeki siyasi, askerî ve ekonomik baskısı giderek yoğunlaşıyor.
Richard Ghiasy: Japonya’nın stratejisi, uyum değil, caydırıcılık ve çok katmanlı ittifaklar. Bunun ne kadar etkili olacağını zaman gösterecek. Çin-Japonya ilişkileri dönemsel olarak değişse de ekonomik ve toplumsal açıdan genel olarak istikrarlı kaldı. ABD hariç diğer ortaklarının ise Hint-Pasifik’te fazla bir kabiliyetleri yok.
“Japonya statükoyu değiştirmeyi hedeflemiyor”
Tokyo, Hint-Pasifik çerçevesinde kendine nasıl bir rol biçiyor?
Dr. Arbenita Sopaj: Japonya, Çin ve Kuzey Kore’den gelen tehditlerin artmasıyla Hint-Pasifik’te giderek daha iddialı bir rol arayışında. Geleneksel olarak temkinli ve ölçülü bir aktör olan Tokyo, artık çok taraflı güvenlik mekanizmalarına daha aktif katılıyor. Ancak Japon Anayasası’nın 9. maddesi gibi hukuki sınırlamalar, Japonya’nın güvenlik hedefleriyle elindeki kurumsal araçlar arasında bir boşluk yaratıyor. Bu nedenle hareket alanı sınırlı kalıyor.
Dr. Christopher Lamont: Japonya, bölgesel ve küresel yönetişimde kural temelli bir düzeni öne çıkarmaya devam ediyor. Çin’le son gerilimler, Tokyo’nun statükoyu değiştirme arayışında olduğuna değil, tam tersine onu koruma hedefi taşıdığına işaret ediyor.
Dr. Kazuto Suzuki: Japonya statükoyu değiştirmeyi hedeflemiyor, hatta onu korumayı sürdürecek. Japonya’nın Hint-Pasifik stratejisinin önemi, Çin’in genişleme hedeflerini sınırlarken uluslararası statükonun korunmasını önceleyen ülkelerle iş birliği yapmasında yatıyor. Yine de Japonya’nın iddialı bir güç olabilecek kapasitesi bulunmuyor.
Dr. Kei Koga: Japonya, Takaichi yönetiminin vurguladığı “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” vizyonu altında bölgesel düzeni şekillendirmede liderlik üstlenmeye giderek daha çok istekli. Bu yaklaşım, hem statükoyu koruma hem de uluslararası düzeyde yeni kural belirleme süreçlerinde daha diplomatik ve aktif bir rol alma isteğini yansıtıyor. Bu iki hedef çelişkili değil, aksine Japonya’nın gelişen stratejik duruşunun birbirini tamamlayan unsurları.
Doç. Dr. Taku Tamaki: Bence iki yönlü bir durum var: Japonya hem bölgesel güç olarak kendini yeniden konumlandırmaya çalışıyor hem de bunu statükoyu korumak için yapıyor. “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” vizyonu, benzer görüşteki devletlerden oluşan bir koalisyon yaratma üzerine kurulu. Tokyo, Çin’e alternatif bir güç dengesi oluşturmaya çalışıyor.
“9. maddeden uzaklaşılması dönüm noktası”
Japonya’nın savunma bütçesini önemli ölçüde artırma kararı ve Barış Anayasası’nın 9. maddesi etrafındaki tartışmaları nasıl okumak lazım?
Dr. Arbenita Sopaj: Savunma bütçesinin 2027’ye kadar GSYH’nin %2’sine çıkarılması, savaş sonrası dönemin en önemli adımlarından biri ve Tokyo’nun güvenlik kaygılarını yansıtıyor. Buna rağmen kamuoyu hâlâ temkinli ve Japonya’nın pasifist kimliği güçlü biçimde varlığını sürdürüyor. 9. maddenin değiştirilmesi için parlamentoda üçte iki çoğunluk gerekiyor ki bu siyasi olarak zor. Bu nedenle Japonya’nın savunma modernizasyonunu “tam kopuş” değil, yeni tehditlere uyum süreci olarak görmek lazım.
Dr. Kazuto Suzuki: Japonya’nın askerî harcamalarını artırması, Çin’in büyüyen askerî kapasitesine eski ve yetersiz ekipmanlarla karşı koyamayacağı endişesinden kaynaklanıyor. Japonya tek başına hiçbir şey yapmazsa, Çin’in artan askerî gücüne karşı koymak Japonya-ABD iş birliğiyle bile mümkün olmaz. Bu nedenle Japonya savunma bütçesini artırıyor ve bu, Japonya Anayasası’nın 9. maddesinin izin verdiği çerçevede yapılıyor.
Dr. Kei Koga: Çin'in askerî ve ekonomik kapasitesinin hızla artması ve Kuzey Kore’nin nükleer tehditleri göz önünde bulundurulduğunda, Japonya’nın savunma harcamalarını artırması şaşırtıcı değil. Söz konusu 9. madde ise Japonya’nın doğal meşru müdafaa hakkını kullanmasını yasaklamaz, dolayısıyla bu gelişmeler Japonya’nın siyasi kimliğini değiştirmiyor.
Doç. Dr. Taku Tamaki: Her ne kadar anayasa değişikliğine veya Japonların “yeniden askerîleşme” olarak gördüğü şeylere karşı “alerji” bulunsa da Ukrayna ve Tayvan meseleleri iç siyasi ortamı bir miktar değiştiriyor. Takaichi’nin mevcut destek oranı, Japonların ülkenin askerî açıdan daha proaktif bir rol üstlenmesine sıcak baktığını gösteriyor.
Richard Ghiasy: Barış Anayasası’nın 9. maddesinden uzaklaşılması bir dönüm noktası. Ancak ABD’nin taahhütlerine dair endişeler, Çin’in yeniden yükselişi, Japonların “geleneksel gururu” ve Hint-Pasifik’teki güvenlik düzenine ilişkin belirsizlikler Japonya’nın kararını anlaşılır kılabilir. Bununla birlikte Güneydoğu Asya ülkelerinin Japonya’nın yeniden silahlanmasını tehdit değil, Çin’e karşı istikrar artırıcı bir unsur olarak gördüğünü de belirtelim.
“Dönüşüm, yapısal ayarlamalar gerektiriyor”
90’ların “Japon ekonomik mucizesi” yeniden canlandırılabilir mi ve Tokyo, Hint-Pasifik’te süren küresel güç rekabetinin kazananlarından biri olabilir mi?
Dr. Arbenita Sopaj: Teorik olarak Japonya, yumuşak gücünü, teknolojik uzmanlığını ve sanayi kapasitesini kullanarak küresel ölçekte etkili bir aktör olmayı sürdürebilir. Ancak yapısal, siyasi ve demografik kısıtları bu süreci zorlaştırıyor. Tarihsel olarak Japonya’nın özgün kalkınma modeli küresel etkisini artırmıştı, ancak günümüzde böyle bir konumun yeniden elde edilmesi için stratejik yenilikler, ittifakların etkin yönetimi ve iç kapasitenin güçlendirilmesi gerekiyor.
Dr. Kazuto Suzuki: Japonya artık bir büyük güç olamaz ve büyük güçler arasındaki küresel rekabette galip gelmesi de mümkün değil. Japonya’nın küresel bir aktör olarak tanımlayıcı rolü, bölgesel (orta ölçekli) bir güç olarak “kurallara dayalı uluslararası düzenin” yeniden tesis edilmesi çabasında ve diğer ülkelerle iş birliğinde yatıyor.
Doç. Dr. Taku Tamaki: Bence Japonya hâlâ büyük bir potansiyele sahip. Yumuşak güç unsurları nedeniyle hâlâ güçlü bir kültürel çekim merkezi. Ayrıca Japonya teknolojik bir süper güç olmayı sürdürüyor. Yani “potansiyeli” var. Ancak nüfusunun azalması hem yumuşak güç unsurları hem de savunma ve ekonomi gibi sert güç unsurları için ciddi bir handikap. ABD’nin rolü de çok önemli. Washington, Karşılıklı Güvenlik Antlaşması’ndaki taahhütlerini yerine getirebilecek mi? Örneğin Trump’ın sahneden çekilmesi “eski güzel günlere dönüş” mü olur, yoksa bu kez çok daha kararlı bir isimle “MAGA 2.0” mı yaşanır?
Richard Ghiasy: Japonya, coğrafi olarak yalıtılmış bir konumda olması nedeniyle benzersiz bir küresel aktör olarak kalmayı, dünyanın en sofistike ve incelikli kültürlerinden biri olmaya devam edecek. Ancak yumuşak güç tek başına yeterli değil. Yüksek teknolojisini geliştirmeyi sürdürse de Japonya için Çin ekosistemiyle rekabet etmek de son derece zor. Çin yaratıcı, hızlı, büyük ölçekli, maliyet-etkin ve çok motive. Japon ekonomisi ise durgunlukla mücadele ediyor. Anlamlı bir dönüşüm, kültürel ve yapısal ayarlamalar gerektiriyor. Ancak küresel güç rekabetine sadece “kazananlar ve kaybedenler” olarak bakmamak lazım. Bu güçler birbirlerinin kırmızı çizgilerine saygı gösterir ve çatışmadan kaçınırsa herkes kazanır, kimse kaybetmez.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.