
Fetih, hatıra ve strateji: Kıbrıs’ın türk tarihindeki yeri
Kıbrıs, Akdeniz’in kalbinde, tarih boyunca ticaretin ve siyasetin kilit noktası olmuştur. Osmanlı fethiyle Türk kimliği kazanmış, 1974 Barış Harekâtı’yla bu varlık yeniden teyit edilmiştir. Ada, Türk tarihinin jeopolitik hafızası ve medeniyet sürekliliğinin simgesidir.
Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, Avrupa ve Afrika’yı Asya’ya bağlayan, tarih boyunca Akdeniz siyaset ve ticaretinde mühim rol oynamış konumdadır. Nitekim Akdeniz’e hâkim olmak isteyen her büyük devlet, mutlaka Kıbrıs’a da hâkim olmak istemiştir. Romalılar, Osmanlılar ve İngiltere’nin farklı dönemlerde adaya sahip olması bunun en bariz tezahürüdür.
Kıbrıs’ın Akdeniz’in kalbi oluşu, yeni denizler ve ticaret limanlarının bulunmasından sonra da ehemmiyetini muhafaza etmesine sebebiyet verdi. Keza 11. ve 15. asırlardaki İtalyan şehir devletleri, bütün Akdeniz’i kontrol ediyor ve Doğu Akdeniz’in zenginlikleri doğrudan kendilerine akıyordu. Rönesans’ın temelini oluşturan bu maddi zenginlik, 1453’te Türklerin İstanbul’u alışı ve liman şehirlerini hâkimiyetine almasıyla son buldu. Bundan sonra Akdeniz’den başka bir coğrafyaya gözlerini diken Batılılar, her ne kadar coğrafi keşifleri gerçekleştirip Hindistan’a doğrudan ulaşsalar da genelde Akdeniz’in özelde de Kıbrıs’ın stratejik kıymeti kaybolmadı.
“Eski Dünya”yı fetheden Osmanlılar için 1489’dan beri Venediklilerin elinde bulunan ada, kilit bir noktayı teşkil etmekteydi. Zira adayı bir üs olarak kullanan korsanlar, mütemadiyen Müslüman ticaret gemilerine saldırıyor, hacca gidenlere tacizde bulunuyorlardı. Kimi zaman Müslümanların malları gasp edilirken, kimi zaman da kendileri hapsediliyordu. Osmanlı Devleti’nin hadiseleri her protesto edişine karşı ise Venedikliler adada yuvalanan Malta korsanlarını suçlamaktaydı.
Kıbrıs’ın hayati konumu yanında daha evvel Müslümanlarca fethedilmesinin de Türkler açısından ehemmiyeti vardı. Sefer için fetva istenen devrin şeyhülislamı Ebussuud Efendi, bunu açıkça belirtmekteydi. Kâtip Çelebi adı geçen hadiseyi Tuhfetü’l-Kibâr fi Asfârü’l-Bihâr adlı eserinde, “sefer lâzım gelüb Şeyhülislam Ebussud Efendi’den istifta olundukta bu veçhile fetva virdiler” şeklinde kaydetmektedir. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) cihat duasına mazhar olan, Hala Sultan diye bilinen Ümmü Harâm’ın türbesinin Kıbrıs’ta bulunması fethin manevî sebepleri arasındaydı. Zira Kıbrıs’ın fethinden sonra Osmanlı donanması, Larnaka Körfezi’ne demir attığında Hala Sultan’ı 21 pâre top atışıyla selamlamış, fetihten sonra kabrinin üzerine bir türbe, etrafına da tekke inşa ettirmişti.
Ada Türklerin elinde
1570 yılında Türk ticaret gemilerine tecavüz eden korsanların Kıbrıs’a sığınması bardağı taşıran son damla olmuştu. Venedik’e gönderilen elçi Kubat Çavuş, Osmanlı İmparatorluğu adına Venedik’e ültimatom vermişti. Venedik Devleti bu ültimatomu reddedince Kıbrıs Seferi başlatıldı.
Aslında divandaki müzakerelerde sadrazam Sokollu Mehmed Paşa, Kıbrıs Seferi’ne muhalifti. Bu seferin Haçlı ittifakını Osmanlılar üzerine çekeceği kanaatindeydi. Lâkin Lala Mustafa Paşa’nın sefer için gösterdiği sebepleri, II. Selim Han makûl bulmuş ve çok güvendiği Sokollu Mehmed Paşa’yı bu defa dinlememişti. Ancak tarihî vukuat, Sokollu Mehmed Paşa’nın tahminlerini haklı çıkaracaktı. Kıbrıs’ın fethinden sonra toparlanan Haçlı donanması, İnebahtı’da Osmanlı donanmasının hemen hemen tamamını imha etmişti. Aynı sebepten Çandarlı Halil Paşa’nın İstanbul’un fethi hakkında vâki olan tereddütleri karşılık bulmasa da Sokollu haklı çıkmıştı.
Netice itibariyle Osmanlı ordusu 300 civarında gemi, 60 ilâ 100 bin arasında kara kuvvetleriyle adaya çıkarma yaptı. 2 Temmuz 1570’de fazla bir mukavemetle karşılaşmadan Limasol’u ele geçirdi. Adanın yerli halkının Venedik idaresinden memnun olmaması ve Osmanlı kuvvetlerine yardım etmesiyle Larnaka’da da ciddi bir direnişle karşılaşılmadı. Larnaka artık seferin üssü hâline gelmişti. Burada harp divanı kuruldu ve Magosa’dan önce Lefkoşe’nin fethine karar verildi. Lefkoşe’de de halk, Venediklilere karşı girişilen askerî harekâttan memnun oldu ve halkın desteğini sağlayamayan Vali Dandolo kaleye çekilip müdafaaya geçti. 45 gün süren muhasaradan sonra 9 Eylül 1570’de vali teslim oldu. Lefkoşe’nin düşmesiyle adadaki birçok kumandan Baf ve Girne valileriyle huzura gelip itaatlerini bildirdiler. Meis Adası etrafına gelen Haçlı donanması da Türklerin Lefkoşe’yi aldıklarını görünce umutlarını kesip geri döndü.
Lefkoşe’den sonra sıra surlarının muhkemliğiyle meşhur Magosa Kalesi’ne geldi. Bu sırada desteğe Müezzinzade Ali Paşa da geldi. 1 Ağustos 1571 sabahı erkenden bombardımana başlanıp lağımların da patlatılmasıyla hücuma geçildi. Kısa zaman sonra Leusos Burcu’na Türk bayrağı çekilince Venedikliler göndere beyaz bayrak çekerek teslim oldular. 50 bin şehide mâl olan Kıbrıs’ın fethi böylelikle tamamlanmış oldu. Bilahare 1573’de yapılan Osmanlı-Venedik Antlaşması ile Venedik Devleti, Osmanlılara 300 bin duka harp tazminatı ödedi.
Osmanlılar adayı imar ve inşa için evvela hatt-ı hümayun çıkardı. Arkasından Kanunnâme-yi Livâ-yı Kıbrıs ısdar edilip, halkın Venediklilere verdiği vergiler yarı nispetinde azaltıldı. Hemen tahrir yapılıp adaya mecburî iskân politikası takip edildi. Kıbrıs böylelikle tam bir Osmanlı-Türk şehri olmaya başladı. Artık feodal sistemin çiftçiyi toprağa bağlayan “serf” anlayışı terk edilmiş; Osmanlı arazi sistemine geçilip çiftçi üzerindeki bütün angaryalar kalkmıştı.
Venedik ve Fransız hâkimiyetiyle hakları tamamen kaldırılan Ortodoks Kilisesi yeniden eski muafiyetine kavuştu. Lâğvedilmiş olan Lefkoşe Başpiskoposluğu tekrar ihya olundu. Bilahare vilayet hâline getirilen Kıbrıs, “üç tuğlu” bir paşa tarafından idare edildi. Tanzimat sonrasında ise Adana Vilayeti’ne tâbi bir sancak durumuna geldi.
Buhranlı yıllar
19. asra gelindiğinde imparatorluk en buhranlı devirlerini yaşamış, Kıbrıs ise Akdeniz’in emniyeti dolayısıyla emperyalist devletlerin hedefi hâline gelmişti. Yüzyılın sonlarına doğru Sultan Abdülaziz tahttan indirilip katledilmiş ve imparatorluğu büyük bir dirayetle idare edecek olan Sultan II. Abdülhamid “meşrutiyet” tavizi ile tahta geçmişti.
Sultan Abdülaziz’i katledenler ise orduda müthiş bir itibar kaybı yaşamaktaydı. Bunu telâfi ve efkâr-ı umumiyenin dikkatini başka istikamete çevirmek maksadıyla Rusya’ya karşı ilân-ı harp ettiler. Tarihlere 93 Harbi diye geçen 1877-78 Türk-Rus Harbi, düşman kuvvetlerin Yeşilköy’e kadar gelip Ayastefanos Muahedesi’ni imzalamasıyla neticelendi.
Muahedenin çok ağır hükümler taşıması, Osmanlı İmparatorluğu’nu müttefik arayışına sokmuştu. Bu da Rusya’nın genişleyip Hindistan yolunu tehdit etmesi sebebiyle İngiltere’den başkası değildi. Londra Konferansı’nda başlayan görüşmeler esnasında İngiltere, Türkiye’yi haklı bulmuş lâkin Ruslara karşı mücadele etmesi için Malta Adası’ndan daha yakın bir üsse sahip olmasını talep etmişti. Bu sebepten Kıbrıs’ı Rusya’nın işgâl ettiği topraklardan çekilene kadar bir üs olarak kullanması İngiltere’ye bir hak olarak tanındı. Lâkin bu geçici bir tanımaydı. Hukuken Türkiye’nin elinde olduğunu göstermesi bakımından II. Abdülhamid Han muahedeye “hukuk-ı şâhâneme aslâ halel gelmemek şartıyla” ibaresini ekledi. Ancak İngiltere sözünde durmadı ve 3 Mart 1918’de Rusya Kars, Ardahan ve Batum’u Birest-Litovsk Antlaşması ile Türkiye’ye verdiği hâlde İngilizler Kıbrıs’tan çıkmadı.
Lozan Antlaşması’yla bu fiilî durum hukuken de tescil edilince, Kıbrıs resmen İngiliz idaresine geçti. İngiliz yönetimi, adayı Akdeniz’in ortasında bir üs hâline getirirken Türk halkını siyasal, ekonomik ve kültürel bakımdan geri planda bıraktı. 1950’lerden itibaren Yunanistan destekli Enosis Hareketi, Türk toplumunun varlığını tehdit eder hâle geldi. Bu safha, 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kısa ömürlü ortaklık yapısını çökertti ve Türkler adada giderek tecrit edildi.
Türk ordusu, 1974’te ırkdaşlarına yapılan zulme kayıtsız kalmadı ve garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi. Bu harekât yalnızca bir askerî müdahale değil, Türk tarihinin sürekliliğini hatırlatan bir dönüm noktasıydı. Osmanlı fethiyle başlayan varlık, asırlar sonra bir kez daha aynı iradeyle koruma altına alınmıştı.
Kıbrıs, Türk tarihinin hem jeopolitik hafızası hem de medeniyet sürekliliğinin sembolü olarak varlığını sürdürmektedir. Akdeniz’in ortasındaki bu ada, Türklerin tarih boyunca stratejik ehemmiyetini ve tarihî mesuliyetini temsil eder. Kıbrıs’ın Türk tarihindeki yeri, yalnızca fetihle değil; hafızayla, direnişle ve yeniden var oluşla şekillenmiştir. Bu sebepten adadaki kültürel yabancılaşmasının giderilmesi ve başta İsrail olmak üzere pek çok yabancı devletin nüfuzunun azaltılması yönünde politikalar izlenmelidir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.