18 September 2024

Draghi Raporu ve AB ekonomisinin geleceği

Avrupa Merkez Bankası Eski Başkanı Mario Draghi’nin hazırladığı rapor, Avrupa Birliği’nin rekabetçi ekonomisi ve küresel ekonomideki rolü üzerine yakın zamanda tartışmaları gündeme getirdi. Bu raporun detaylarına gelin birlikte bakalım.

Avrupa Merkez Bankası Eski Başkanı Mario Draghi’nin Avrupa’nın rekabetçiliğinin yarınlarını değerlendirmek üzere kaleme aldığı rapor, son günlerde ekonomi dünyasının gündemine oturdu. Avrupa Birliği (AB) için zorlu mali borç krizinin yaşandığı dönemi kumanda masasında deneyimlemiş bir isim olması, Draghi’nin kaleme aldığı raporun önemini bir kat daha artırıyor.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in 2023’te Draghi’yi AB ekonomisi ve rekabet gücünün geleceğine ışık tutması için görevlendirmesi sonucu gün ışığına çıkan rapor, Avrupa’nın yarınlarını aydınlatmanın dışında küresel ekonominin yarınları için de bizlere çok önemli şeyler söylüyor.

AB ekonomisi, rekabet ve ekonomik istikrar

AB’nin uzun vadeli rekabet gücünü, uyumu ve ekonomik istikrarı sağlamak için harekete geçmesi gereken alanları vurgulayarak reformlar için bir yol haritası sunan raporun detaylarına inmeden önce, ilk olarak 2023 yılında dünya gayrisafi yurt içi hasılasının %26’sının ABD, %17’sinin Çin ve %17’sinin her ne kadar rakiplerinin yaklaşık 10 puan altında gelir eşitsizliği kaydetse de 440 milyon tüketici ile 23 milyon şirketten oluşan bir tek pazar özelliği gösteren AB tarafından üretiliyor olduğuna raporda dikkat çekilmesinin manidar olduğunu vurgulamak gerekir. Zira ekonomik ve siyasi pek çok mesele nedeniyle sık sık aralarında tartışmaların yaşandığı Avrupa ülkeleri, karşılarında ABD ve Çin gibi küresel güçler bulunduğundan ötürü ekonomide rekabeti sürdürebilmek adına bir arada durma gerekliliğini her zaman olduğundan daha fazla hissediyor.

AB’nin yönetişim, sağlık, eğitim ve çevre koruma açısından, hukukun üstünlüğünde dünyanın en yüksek puan alan on ülkesinden sekizini barındırması, doğumda yaşam beklentisi ve düşük bebek ölüm oranı, eğitim ve öğretim sistemleri ile yetişkinlerin üçte birinin yükseköğrenimi tamamlamış olmasıyla güçlü bir eğitim başarısı sağlaması, sürdürülebilirlik ve çevre standartlarında dünya lideri olması ve karbonsuzlaştırma için en iddialı küresel hedeflere sahip olması ve döngüsel ekonomide öncü olması gibi açılardan çok iyi bir konuma sahip olduğu raporda açıkça ortaya konuyor. Ancak Avrupa ülkelerinin dünyanın pek açıdan yükünü çeken bu pozisyonunun, rekabetçilikte tatmin edici bir karşılık yaratmıyor olması, iklim değişikliği gündemi ile burun buruna gelen insanlık için çok iyi bir haber vermiyor.

Raporun normatif yönüyle AB’nin uzun vadeli rekabet gücünü, ekonomik uyum ve istikrarı sağlamak için harekete geçmesi gereken alanları vurgulayarak ihtiyaç duyulan reformlar için bir yol haritası sunduğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede rapor özünde ekonomik entegrasyonun derinleştirilmesini, daha koordineli bir mali ve parasal çerçeve oluşturulmasını ve özellikle AB’nin dijitalleşme, iklim değişikliği ve jeopolitik dinamiklerdeki değişimler gibi küresel dönüşümlere uyum sağlamasını sağlayacak yapısal reformlara başvurulmasını savunuyor.

Küresel belirsizlikler ve makroekonomik performans

Dünyanın karşı karşıya kaldığı COVID-19 pandemisinin ardından ve artan küresel belirsizlik ortamında, AB ekonomisinin bu tür gelişmelere gerekli refleksleri vermesinin önüne geçen bazı temel zayıflıklara sahip olduğunu vurgulayan rapor; yine özellikle düşük verimlilik artışı, üye devletler arasındaki dengesiz makroekonomik seyir ve iş gücü piyasaları ile kamu yatırımlarını kapsayan çeşitli yapısal sorunlara işaret ediyor. Ayrıca raporun, küresel rekabetin yıkıcılığı ve iç gerginlikler nedeniyle ekonomik birliği zayıflatabilecek parçalanma tehdidine değindiğini görüyoruz. Kuşkusuz bu, önceden beri Almanya ve Fransa gibi ülkelerin makroekonomik performans başta olmak üzere pek çok konuda belirgin biçimde önde giderken özellikle son genişleme döneminde birliğe dâhil olan bazı üyelerin geride kalmasının getirdiği dengesizlikten kaynaklanıyor. Bu ekonomik gerekler, siyasi bölünmeleri daha da kötüleştirebilme ve AB’nin uluslararası sahnede tutarlı bir şekilde hareket etme yeteneğini zayıflatabilecek koşulları gündeme getirme potansiyeli barındırıyor.

Draghi raporunun önerilerinin merkezinde daha derin bir ekonomik entegrasyon çağrısı yer alıyor. Buna göre, birlik genelinde daha koordineli bir mali politikaya ihtiyaç olduğuna, üye devletlerin büyümeyi ve istikrarı sağlamak için yalnızca para politikasına güvenemeyeceğine dikkat çekiliyor. Aslında bu eğilim, bugünün dünyasında makroekonomi politikalarında gözlenen genel eğilime paralellik arz ediyor. Nitekim politika yapıcıların özellikle pandemi sonrası dönemde para politikasını etkin biçimde yürütme yetisinin sorgulandığı bir dönem yaşanıyor. Bu çerçevede Avrupa Merkez Bankası her ne kadar niceliksel genişleme gibi para politikası önlemleriyle ekonomiyi istikrara kavuşturmada kritik bir rol oynamış olsa da Draghi bu çabaların, karşılık gelen mali eylemler olmadan yeterli olmadığını açıkça belirtiyor. Bu doğrultuda mali birliğin kurulması veya en azından mali koordinasyon için daha sağlam bir çerçeve, uzun vadeli büyüme girişimlerine yatırım yapmak için gereken mali alanı yaratmak için elzem olarak görülüyor. Buna önümüzdeki on yıllarda küresel ekonomiyi şekillendirecek olan yeşil teknolojilere, dijital altyapıya ve inovasyon odaklı endüstrilere yapılan harcamaların artırılmasını da eklemek gerekir.

Yapısal reform ihtiyacı

Yapısal reformların önemi raporda vurgulanan diğer bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Draghi, kısa vadeli önlemlerin acil ekonomik endişeleri gidermek için gerekli olduğunu, ancak bunların tek başına AB’nin uzun vadeli refahını güvence altına almak için yeterli olmayacağını vurguluyor. Kuşkusuz iş gücü piyasası reformları, eğitim girişimleri ve beceri geliştirmeye yatırım, Avrupa’nın iş gücünün 21. yüzyıl ekonomisinin taleplerini karşılayacak şekilde donatılmasını sağlamanın temel direkleridir. Öte yandan, “Endüstri 4.0” gündemi de Avrupa’nın bu konulardaki konumunu güçlendirmek üzere geliştirilmiş ama amacına ulaşamamış bir gündem başlığı hâline dönüşmüş durumdadır. Bu bağlamda yeniden beceri edinme ve beceri geliştirmeye odaklanma, tüm endüstrileri yeniden şekillendirmeye ve işleri ortadan kaldırmaya hazır olan teknolojik değişimin hızlanması bakımından eğer yeterli hazırlık yapılmazsa AB’nin küresel rekabette geride kalma riskiyle karşı karşıya kalacak olmasının bir sürpriz olmayacağı, raporun vurguladığı gerçekler arasındaki yerini alıyor. Bu konuda Avrupa’yı en fazla tehdit edenin, Asya’da hızla yeni teknolojilere ve iş gücü geliştirmeye yapılan yatırımlar olduğu hatırlatmak gerekir.

Ekonominin gelecekte izleyeceği rotanın şekillenmesindeki rolü bakımından özellikle ekonomik büyüme için kritik alanlarda inovasyon ve altyapıya yatırım yapılması çağrısında bulunan rapor, bugünün dünyasının yeşil teknoloji gündemini de ıskalamıyor. Nitekim Avrupa’nın gelecekteki refahının temel taşı olarak yeşil teknolojilere biçilen rol ile AB’nin 2050 yılına kadar karbon nötrlüğüne ulaşma taahhüdüyle çevresel kaygıları içerecek şekilde rekabetçi kalınabileceğini savunuyor. Yenilenebilir enerjiye, enerji verimliliğine ve yeşil altyapıya yatırım yapmanın bu çerçevede yalnızca çevresel bir zorunluluk değil, aynı zamanda ekonomik bir fırsat özelliği göstermesi nedeniyle AB’nin ABD ve Çin’e kıyasla geride kaldığı bir diğer alan olan dijital dönüşümün de hızlandırılması gerektiği vurgulanıyor. Özellikle AB gibi geniş bir coğrafyadaki pek çok ülkeyi bir araya getiren bir kurumsal yapının, üye devletler arasındaki engelleri ortadan kaldıran ve yapay zekâdan dijital hizmetlere kadar teknoloji sektörlerinde inovasyonu teşvik eden dijital tek bir pazara olan ihtiyacı ön plana çıkardığı da aşikârdır.

Küresel ekonominin yarını ve AB

Küresel ekonominin yarını için de önemli mesajlar veren rapor, geleceğe yönelik net bir vizyon sunarken bu reformların uygulanmasının önündeki engelleri de kabul eden bir tutum sergiliyor. Nitekim üye devletler arasında çeşitli ekonomik önceliklere sahip mutabakatlar oluşturmayı gerektiren AB’nin karmaşık siyasi yapısının, bu konudaki en büyük zorluklardan birini oluşturduğu raporda vurgulanıyor. Bu Draghi’ye göre, daha verimli bir yönetim sistemi olmadan AB’nin acil zorluklar karşısında felç olma riskiyle karşı karşıya kalması anlamına geliyor. Buna çözüm önerisi olarak ise entegrasyon sürecini yönlendirmek ve üye devletlerin gerekli reformlara bağlı kalmasını sağlamak için AB kurumlarından, özellikle Avrupa Komisyonu’ndan daha güçlü bir liderlik talep edildiği ifade edilebilir. Buna, Avrupa Parlamentosu’nun ekonomik karar alma sürecindeki rolünün artırılması ve AB düzeyindeki kurumların hesap verebilirliğinin iyileştirilmesi de dâhildir.

AB ekonomisinin mevcut durumuna bakıldığında hem fırsatlar hem de riskler sunduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan pandemi sonrası toparlanma, üretim ve hizmetler gibi belirli sektörlerin beklenenden daha hızlı toparlanmasıyla dayanıklılık belirtileri gösterirken öte yandan, enerji fiyatlarındaki şoklar ve tedarik zinciri kesintileriyle daha da kötüleşen enflasyonist baskıların yarattığı karşı rüzgârları hatırlamak gerekiyor. Bu durumda, Avrupa Merkez Bankası enflasyonu dizginlemek için para politikasını sıkılaştırmaya başladıkça, büyümenin yavaşlaması riski de artış gösteriyor. Ekonomide enflasyonu kontrol etmek ve sürekli toparlanmayı sağlamak arasındaki bu hassas denge, AB’nin karşı karşıya olduğu temel ikilemlerden birini oluşturuyor. Dahası, belirli üye ülkelerdeki yüksek kamu borcu seviyeleri ve ekonomik performansta devam eden kuzey-güney ayrımı gibi süregelen yapısal zayıflıklar, AB’nin uyumunu tehdit etmeye devam ediyor.

Draghi raporunun özellikle AB ekonomisini şekillendiren dış faktörlere yüklediği önemde dikkat çekicidir. Özellikle Çin ve ABD tarafından gelecekteki ekonomiyi şekillendirecek teknolojilere yoğun yatırımlar yapılması sonucu küresel rekabetteki yoğunlaşma, AB’nin küresel sahnede rekabet etme yeteneği, parçalanmış ulusal ekonomilerin bir koleksiyonu olmaktan ziyade, birleşik bir ekonomik blok olarak hareket etme yeteneğine büyük ölçüde bağlı olma özelliği gösterecektir. Buna ek olarak, jeopolitik manzara giderek daha değişken hâle geliyor; ticaret savaşları, askerî çatışmalar ve iklim değişikliği kaynaklı sorunlar gibi konular AB’nin ekonomik görünümünü daha da karmaşıklaşıyor. Bu ortamda AB’nin yalnızca iç reformlara değil, aynı zamanda küresel ekonomideki konumunu güvence altına almaya odaklanması gerektiği açıktır.

Gelecek projeksiyonları bağlamında Draghi raporuna bakıldığında, önerilerinin ne ölçüde uygulandığına bağlı olarak AB ekonomisi için birkaç olası senaryoyu ana hatlarıyla açıkladığını görüyoruz. Bu doğrultuda, AB daha derin bir ekonomik entegrasyon ve geleceğe yönelik sektörlere önemli yatırımlarla ilerlerse, yeşil ve dijital endüstrilerde dünyaya liderlik etme potansiyeline sahip bir konuma sahiptir. Dolayısıyla Avrupa yüksek kaliteli işler yaratmak, inovasyonu teşvik etmek ve güçlü bir küresel varlığı sürdürmek için kendi ekonomik gücünü ve rekabetçiliğini pekiştirebilecektir. Ancak eğer bu konularda gereksinim duyulan reformları uygulamaya yönelik siyasi irade zayıflarsa AB, büyük bir durgunluk riskiyle karşı karşıya kalabilir. Böyle bir durumda yapısal reformlar ve daha koordineli bir mali çerçeve olmaksızın, blok kendini daha çevik ve uyumlu rakiplerin hâkim olduğu küresel bir ekonomide giderek daha fazla marjinalleşmiş bir konumda bulabilecektir.

Sonuç olarak; Draghi raporunun entegrasyon, inovasyon ve sürdürülebilirlik ilkeleri üzerine kurulu, AB ekonomisinin geleceği için kapsamlı bir vizyon belgesi özelliği gösterdiğini söyleyebiliriz. AB’nin karşı karşıya olduğu zorluklar -iç parçalanmadan küresel rekabete kadar- önemli, ancak aşılmaz değildir. Birliği ileriye götürecek olan yol hem politika reformları hem de gelecekteki büyüme alanlarına yatırımlar anlamında cesur eylemler gerektiriyor. Draghi’nin de vurguladığı gibi; AB’nin bu zorlukların üstesinden gelme becerisi yalnızca ekonomik geleceğini değil, aynı zamanda küresel sahnedeki önemini de belirleyecektir. Geçmişe bakıldığında Avrupa liderleri için risklerin hiç bu kadar yüksek olmadığı ve kararlı eylemlere başvurabilmek için pencerenin giderek daraldığı söylenebilir. Kuşkusuz AB, bu fırsatı değerlendirebilirse daha güçlü, daha dirençli ve 21. yüzyıl küresel ekonomisinin belirsizlikleriyle yüzleşmek için daha donanımlı bir şekilde ortaya çıkma potansiyeline de sahip olacaktır.

Türkiye’nin çıkarması gereken dersler

Türkiye ise raporda AB ekonomisinin geleceği için çizilen tabloya çok daha fazla kafa yormak durumundadır. Zira AB ekonomisindeki olası bir dar boğaz, Türkiye ekonomisinin en önemli ticaret partneri olan ülkeler açısından denklemin değişmesi, kartların yeniden dağıtılması anlamına gelebilir. Türkiye’nin küresel arenadaki bu yer kapma mücadelesinde aktif bir rol üstlenebilmesi için bugün içinde bulunduğu koşulları yaratan ve yine bu koşullardan çıkış reçetesini de oluşturan yapısal reformları hızlı ve emin adımlarla gerçekleştirme zamanının geldiğini ve geçmekte olduğunu vurgulamalıyız.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...