02 June 2025

Bölge ve ötesinde barış ve istikrar arayışı: Türk dış politikası ve arabuluculuk

Stratejik konumunu etkin kullanan Türkiye; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya ve Afrika ile güçlü tarihî ve beşerî ilişkileriyle ve tarafsız arabuluculuk girişimleriyle barış süreçlerini her zaman desteklemiştir. Gelin, geçmişten bugüne Türkiye’nin bu diplomatik ilişkiler ağına birlikte bakalım.

Türk dış politikası, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana her daim çetin mücadelelerle ve yoğun gelişmeler altında evrildi. Bulunduğu tarihsel ve sosyal arka planın zorluğunun bilincinde olan Türk dış siyaseti, esasen “insani diplomasi” temelini son yıllarda daha sık vurguluyor olsa da “insan hayatı”na ve “istikrar” unsuruna öncelik veren bir zeminde ilerlemek için azami çabayı uzun dönemdir sürdürme emelindedir. Bu esnada başta Avrupa ve Amerika kıtasından, Asya ve Avrasya coğrafyalarından yükselebilen, kadim kesişim hattındaki Anadolu coğrafyasını ve yakın çevresini de derinden etkileyebilen tek-taraflı ve istikrar-bozucu hamlelere karşı Türk dış politikası; bu manada öncelikle kendi bölgesinde ancak bir sonraki aşamalarda kendinden uzak alanlarda da uzlaştırıcı ve arabulucu hamlelere devam etmektedir. Bu çerçevede, bilhassa 2. Milenyum’un -yani 2000’li yılların- başından itibaren Türk diplomasisinin “insan” ve “istikrar” temelinde, muhtelif krizlerde “arabuluculuk” ve “hasım tarafları uzlaştırma” hamleleriyle kendinden gittikçe söz ettirmeye devam eden bir nitelik kazandığı da -bazı küresel ve “Batılı” oyuncuların geçmişten beri süre gelen ön yargılarına rağmen- artık daha çok dillendirilen bir gerçek hâline gelmiştir.

“Zor coğrafya”da mücadele: Türk diplomasisinde tarihî arka planın önemi

Başta İngiliz İmparatorluğu’nun başını çektiği ve 19. ve 20. yüzyılda geliştirilmeye devam edilen kolonyal, tek-taraflı ve insanı çoğunlukla dışlayarak, rasyonel çıkarcılığı diplomasi kitaplarının ilk sıralarına nakşeden dış politika “aklı”na karşı mücadele vererek kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti; sancılı, zor ama görece başarılı söz konusu kuruluş yıllarında, Balkan Antantı’ndan (1934) Sadabat Paktı'na (1937), bugün hâlen popülerliğini koruyan “çok-taraflı diplomasi” teorilerinin kodlarını belki de daha o dönemde oluşturmuş durumdaydı.

Şüphesiz günümüz dünyasını ve dış politikamızı şekillendiren en önemli olay ise -belki direkt surette dâhil olmasak ve yıkıcı savaş koşullarına hizmet etmekten son ana kadar kaçınılsa da- 2. Dünya Savaşı’dır (1939-45). Yıkıcı Alman/Nazi modernizmine karşı, İngiliz kolonyal geçmişinin görece daha renkli, beşerî ve modern surette vücut verdiği Amerika ve Amerikan dış politikasının altın yılları, tam da bu savaşın ertesinde filizlenmeye devam eder. Kimilerine göre, 2. Dünya Savaşı’nın bir diğer “kahramanı” Sovyet Lider Josef Stalin (1878-1953) hem mevcut dünya düzenini hem de Türk dış politikasını bugüne kadar biçimlendiren diğer önemli bir figür hâline keza 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gelmiştir. Nitekim adı geçenin, ülkesinde nice soydaşın da aralarında olduğu milyonlarca cana mal olan iç politik muhasebesini bu defa artarak dış politikaya taşıması, başta Türkiye gibi kilit ülkelerin topraklarını da içine alacak şekilde doğrudan ve dolaylı bir tehdit algısı meydana getirmiştir. Bu olumsuz durumun en bariz etkisi ise 20. yüzyılın ikinci yarısından bugüne kadar en etkili güvenlik oluşumlardan biriyle yan yana anılmamız ve dış politika ana omurgasını buna göre şekillendirmemiz olmuştur: Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı veya kısa adıyla NATO.

1952 yılında kesinleşen NATO üyeliğiyle perçinlenen Batı Bloku’yla yakın münasebetler ve tabiatıyla ABD’yle bu tarihten sonra her alanda dirsek teması hâlinin zaman zaman Türk dış politikasında bağımsız karaktere zarar verdiği ve muhtelif sorunlarda çok-taraflı istikrarı ve arabuluculuk ruhunu ortadan kaldırdığı yönünde akademik tartışmalar o günden bu yana devam eder. Ancak 19. ve 20. yüzyılın -ister “sıcak” ister “soğuk” şekilde sirayet etsin- yoğun savaş ve ihtilaf dönemlerinin mirasının, Türk diplomasisini bugüne kadar etkilediği açık bir gerçektir. Bununla birlikte Türkiye, benzer durumdaki pek çok ülkeye göre, dış politikasında belirgin bir perspektifi korumaya her dönem özen göstermiştir. On yıllardır tartışmalara konu "Kıbrıs sorunu"nda Kuzey Kıbrıs Türk halkının yüzleştiği haksızlıklar ve zorluklara karşı barış ve müzakereye olan vurgudan; Orta Doğu'dan Kafkas ve Balkan coğrafyalarına pek çok farklı milletin yüzleştikleri derin acı, mezalim ve çatışma ortamlarında verilen desteklere ve isimleri ve lider kadroları farklı muhtelif “sapkın” ve “terörist” yapıların barışı ve sivil hayatları tehdit eden nice eylemlerine karşı takınılan kararlı tutuma kadar, sahadaki istikrar ve insan temelli anlayış, bugüne geldiğimizde de daha etkin olan diplomasi süreç ve araçlarını anlamada kayda değerdir.

Bu bağlamda muhtelif bölge ve bölge dışı ülkenin bizimle yakından ilgili, hatta hemen sınırımızın yanı başında, sadece bugün değil, on yıllardır girişmeye devam ettikleri büyük ölçüde “tek-taraflı” ve belki de “cüretkâr” şekilde tarif edilebilecek hamlelerine karşı geliştirilen yeni stratejiler; Türk dış politikasına, bilhassa küresel ve bölgesel düzlemdeki benzeri yoğun “tarih ve kültür bakiyeli” çetin anlaşmazlıklara yaklaşımda “manevra kabiliyeti kullanma”, “uzlaşma sağlama” ve “istikrarı her şekilde koruma” gibi önemli yetenekler kazandırmıştır. En önemli hususlardan biri ise pek çok farklı ülkenin aksine “daha fazla toprak/kaynak” veya “salt zenginlik” elde etme gayesine değil, “insani” emellere ve dış politika teorilerinde klasik ve muteber “Batılı” yazarlarca çoğu zaman yeri olmadığı sıkça ifade edilen “etik” mülahazalara, Türk dış politikasında azami surette ağırlık verilmesidir.

Türk dış politikası ve güncel arabuluculuk örnekleri

Türk dış politikasının ana kuruluş felsefesi olan “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi etrafında 2000’li yıllar, yoğun küresel bölgesel değişimlerle hızlanan uluslararası devinimin ortasındaki Türkiye gibi ülkeler adına önemli bir dönemi işaret eder. Nitekim dış politika jargonunda daha fazla yer eden “arabuluculuk” (mediation) ilkesi, diğer bir ifadeyle “taraflar arasında yaşanan uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi için üçüncü bir tarafın kolaylaştırıcı rol üstlenmesi”; özellikle Soğuk Savaş sonrası yeni denkleminin iyice belirginleştiği 2000’li yıllardan itibaren öne çıkmış ve Türkiye'nin uluslararası arenada etkinliğini artırmak amacıyla sıkça başvurduğu bir diplomatik araç hâline gelmiştir. Aşağıda, bu ilkenin özet bir analizi, bazı güncel örnekler üzerinden desteklenmeye çalışılmıştır:

  • Ukrayna-Rusya (2022-2025): Rusya’nın Ukrayna’nın önemli bir kesiminde başlattığı askerî saldırılar ve işgal sonrasında Türkiye hem taraflarla görüşebilen nadir ülkelerden biri oldu hem de daha can kayıpları artmadan İstanbul’da ilk tur barış müzakerelerine ev sahipliği yapmayı başardı. Ayrıca Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması’nın imzalanmasında kilit rol üstlendi. Son olarak geçtiğimiz günlerde tarafları İstanbul’da tekrar bir araya getiren ve yakın tarihte kalıcı bir “İstanbul Uzlaşısı” kurulması için yoğun çabayı sürdüren Türkiye, bu derinlikli krizin yeni bir “donmuş ihtilaf” olarak geniş Avrasya’daki huzurun önünü tıkamaması adına kilit önemini korumaktadır. 
  • Azerbaycan-Ermenistan (2020-günümüz): 2020 Karabağ Savaşı sonrası Türkiye, Azerbaycan’a güçlü destek verirken Ermenistan’la da ilişkilerini bu ülkedeki hükûmetin de geçmişe nazaran daha yapıcı adımları ve imkânlar ölçüsünde normalleştirmesi kapsamında Özel Temsilciler Mekanizması’nı başlattı. Anılan bu diyalog süreci, Azerbaycan’ın da artan askerî kabiliyetlerine ilave pekiştirdiği diplomatik manevra gücüne paralel olarak olumlu surette ilerletilmektedir.
  • Türk Devletleri Teşkilatı/TDT (2010’lar-günümüz): Türkiye, Türk dünyası ülkeleriyle kurduğu ve her geçen gün daha etkin hâle gelen TDT aracılığıyla, kardeş Türk halkları içinde ve Orta Asya’daki muhtelif siyasi ve sosyal gerginliklerin yumuşatılmasında da kolaylaştırıcı rol oynamayı hedef edinmiştir. Doğrudan arabuluculuk olmasa da muteber bir platform yoluyla oluşturulan bu nevi bir “kurumsal arabuluculuk” yoluyla Türkiye’nin yapıcı diyalog çağrıları önem kazanmaktadır.
  • Filipinler Barış Süreci (2024-2025): Güney Asya’da binlerce kişinin ölümüne neden olan olaylardan sonra Filipinler hükûmeti ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin ortak çağrısıyla Türkiye kendisinden binlerce kilometre ötede bir coğrafyada, tüm tarafların kendi iradeleriyle çağırdıkları güvenilir bir arabulucu olarak rol almıştır.
  • Somali-Etiyopya (2024-2025): Etiyopya'nın Somaliland ile liman anlaşması yapması üzerine Somali'nin itirazı, krize yol açarken Türkiye, her iki ülkeyi Ankara’da birden fazla kez ağırlayarak barış görüşmelerine ev sahipliği yaptı. 2024 Aralık’ta imzalanan “Ankara Bildirisi” dikkat çekti ve taraflar arasında müzakere süreci bu surette hızlanabildi.
  • Somali (2011-2017): Uzun dönem iç savaş ve krizlerle boğuşan Somali’ye insani yardım ve siyasi destek sunan Türkiye, aynı zamanda bu ülkede geçiş hükûmetleri ile çeşitli kabileler arasında uzlaşının sağlanmasına katkı sunmuştur. Bu amaçla 2011’den itibaren diplomatik kapasitesi oldukça geniş bir büyükelçilik faaliyeti yürütülürken, büyük çaplı altyapı yatırımlarına ve iç huzurun temini adına sosyal desteğe de devam edilmektedir.
  • Katar Krizi (2017): Suudi Arabistan ve BAE öncülüğündeki Arap ülkelerinin Katar’a uyguladığı ablukaya karşı Türkiye, Katar’a destek vermiş ama bir yandan da taraflara itidal çağrısı yapmıştır. Türkiye’nin bu esnada gerilimi yatıştırıcı, arabulucu ve istikrarı vurgulayan üslubuna ilave olarak, askerî varlığı ve diplomatik ağırlığı da ön plana çıkmıştır.
  • İran-Batı (2009–2010): Türkiye ve Brezilya, İran’ın nükleer programına ilişkin krizde arabulucu rolü üstlenerek “Tahran Anlaşması”nı geliştirmiş ancak bu çaba ABD ve Batılı ülkeler tarafından tümüyle desteklenmeyerek, İran’a yönelik hâlen geçerli olan yaptırımlarla sonuçlanmıştır. İsrail’in de bu esnada tüm bölgeyi saran yıkıcı eylemleri devam etse de İran’a yönelik uzlaştırma ruhu bu zor zeminde dahi hâlâ korunmaktadır.
  • Myanmar-Arakan Krizi (2012): Türkiye başta üst düzeyli ziyaretler, sonrasında diplomatik kurumları, insani yardım ve kamu diplomasisi birimleriyle Arakanlı Müslümanların maruz kaldığı şiddete uluslararası seviyede dikkat çekmeyi başarmıştır. Bu çabalar, diplomatik çözümler geliştirilmesi ve Birleşmiş Milletler gibi kapsayıcı kurumların arabuluculuğu için de dolaylı bir etki mekanizması oluşturmuştur.
  • Bosna-Sırbistan (2010): Bosna’da 90’lı yıllarda yaşanan mezalim ve soykırıma varan saldırganlığın gölgesi altında taraflar arasında görece kırılgan ortam yakından izlenmektedir. Türkiye de bölgeyle sahip olduğu derin tarihî bağlarla Bosna Hersek ile Sırbistan arasında gerilimli ilişkilerin normalleştirilmesi için Belgrad-Saraybosna hattındaki diplomasiyi, gerek siyasal gerek kamusal zeminde sürdürmekte, kolaylaştırıcı rol oynamaya her fırsatta devam etmektedir.
  • Afganistan-Pakistan (2010-2013): Kabil ve İslamabad arasında yaşanan gerilimleri azaltmak amacıyla “Türkiye Üçlü Zirvesi” mekanizması başlatılmıştır. Bu çerçevede liderler ve istihbarat yetkilileri İstanbul'da bir araya getirilmiştir.

Buna ilaveten başta yakın coğrafyada, Irak’tan Suriye’ye, Lübnan’a ve acıları dinmeyen Filistin’e kadar barışın ve muhtelif etnik/dinî ve siyasi gruplar arasında “iç huzur”un temininde, yukarıda anlatılanlara benzer pek çok istikrar sağlayıcı uzlaştırma faaliyetine yoğun surette devam edildiği dikkat çekmektedir.

İstikrar ve insaniyet adına dış politika inşası

Özetle; Türk dış politikasının hâlen bölgesel ve küresel istikrara katkı sunmak, barışçıl çözüm süreçlerine destek vermek, uluslararası sistemde “yumuşak güç” unsuru olmak ve ülke prestijini ve diplomatik kapasitesini artırmak amaçlarıyla 19. ve 20. yüzyıllarda yaşanmaya devam eden yoğun değişim ve evrim süreçlerini kendi lehine çevirmeyi sürdürdüğü, bu manada olumlu bir gelişim ve derinleşme perspektifini koruduğu söylenebilir.

1950’ler sonrası her geçen dönem daha da güçlü bir NATO paktı üyesi hâline dönmesine ve bu durumun, bilhassa Batı dünyası dışında kalan diğer bazı grup ülkelerde farklı düzeylerde rahatsızlık yarattığı dönem dönem dillendirilmesine karşılık Türkiye, istikrar arayışında çok taraflı diplomasisiyle bağımsız aktör olabilme potansiyelini göstermeyi bilmiştir. Doğu-Batı ve Kuzey-Güney aksları arasında stratejik konumunu her vesileyle bu amaçla etkin kullanan Türkiye; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya ve Afrika ile güçlü tarihî ve beşerî ilişkileriyle ve tarafsız arabuluculuk girişimleriyle barış süreçlerini desteklemektedir.

BM ve AGİT gibi geniş kapsamlı kurumsal ortaklıklara paralel şekilde, diğer ülkelerle kurduğu Medeniyetler İttifakı, Uluslararası Arabuluculuk Dostlar Grubu, İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) Üyesi Ülkeler Arabuluculuk Konferansları, Dış İşleri Bakanlığı içinde özel oluşturulan Arabuluculuk Genel Müdürlüğü gibi yapılar ve girişimler; ayrıca TİKA, AFAD, Kızılay gibi insani diplomasi kurumları ile YTB, Yunus Emre ve Maarif Vakfı gibi kamu ve kültür diplomasisi oluşumları, Türkiye’nin gelecekte daha da güçlendirilmesi mümkün tüm bu çabalarını desteklemeyi sürdürmektedir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...