24 Kasım 2025

Avrupa’nın yeni ümidi Çin olabilir mi?

Avrupa'nın ekonomik lokomotifi Almanya ile yükselen güç Çin, Johannesburg'da diplomatik dansa tutuştu. Li Qiang'ın “rasyonel ve pragmatik” çağrısı, gergin ilişkilerde yeni bir sayfa arayışını simgeliyor. Ekonomik bağlar derinleşirken güvenlik endişeleri ve Ukrayna Savaşı kırılgan dengeyi zorluyor.

Güney Afrika'nın Johannesburg kentindeki G20 zirvesinin gürültülü koridorlarında, dünyanın dikkati Ukrayna Savaşı ve küresel enflasyon gibi acil yangınlara odaklanmışken iki büyük ekonomi devinin temsilcileri daha sakin bir köşede tarihî bir dansın yeni adımlarını arıyordu. Çin Başbakanı Li Qiang ve Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in bu görüşmesi, zirve marjındaki rutin bir diplomatik temasının ötesinde küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği bu çağda, Avrupa'nın lokomotifi ile Asya'nın yükselen devinin birbirlerine nasıl baktığının bir göstergesiydi. Li Qiang'ın Almanya'yı “rasyonel ve pragmatik” olmaya çağıran sözleri, bir yandan geçmişin sıcak ilişkilerine bir özlemi, diğer yandan da geleceğin belirsiz sularında seyrederken bir dümen tutma çabasını yansıtıyor. Peki, enerji krizi, savaş ve ekonomik durgunlukla sarsılan bir Avrupa için Çin, güçten düşen kıtanın yeni ümidi olabilir mi? Yoksa bu ilişki, derin bir stratejik güvensizlik girdabında boğulmak üzere mi?

Avrupa, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana belki de en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor. Ukrayna'daki savaş, kıtanın enerji arz güvenliğini temelinden sarsarken yükselen enflasyon ve olası bir resesyon endişesi, ekonomik geleceği karartıyor. Tarihsel müttefiki ABD ise stratejik odağını giderek Çin'e kaydırıyor ve Avrupa kendi güvenliğini ve refahını sağlama konusunda kendini daha savunmasız hissediyor. İşte tam bu noktada, devasa bir pazar, üretim kapasitesi ve yatırım gücüyle Çin, bir çıkış kapısı olarak yeniden düşünülüyor.

Almanya özelinde bu durum daha da belirgin. “Wirtschaftswunder” (Ekonomik Mucize) döneminden bu yana ihracata dayalı ekonomisiyle globalleşmenin başlıca kazananlarından olan Almanya, Rus gazına olan bağımlılığının bedelini ağır öderken Çin hem kritik bir tedarikçi hem de en büyük ticaret ortağı olarak önemini koruyor. Başbakan Li’nin vurguladığı yeni enerji, biyomedikal ve akıllı sürüş gibi alanlar, Alman sanayisinin gelecekteki rekabet gücünü belirleyecek sektörler. Bu bağlamda, Merz’in gelecek yıl için planladığı Çin ziyareti, sadece bir nezaket ziyaretinden çok, ekonomik çıkarların zorunlu kıldığı bir diplomatik hamle olarak okunabilir. Çin'in 15. Beş Yıllık Planı’nın Almanya ve Avrupa için “fırsatlar” sunduğuna dair inancını dile getiren Merz, bu pragmatizmin altını çiziyor.

Ancak bu “ümit” kırılgan bir temele oturuyor. Almanya'nın Çin politikası, bir ikilemin gölgesinde şekilleniyor: Bir yanda ekonomik çıkar rüzgârları, diğer yanda ise değerler ve güvenlik fırtınaları.

Tarihin gölgesinde frenler ve gazlar

Almanya-Çin ilişkileri, Soğuk Savaş'ın Doğu-Batı geriliminde bile nispeten istikrarlı bir çizgi izlemişti. 1972'de diplomatik ilişkiler kuran iki ülke, özellikle 2000'lerden itibaren ticari partnerliklerini hızla derinleştirdi. Ancak son yıllarda, Çin’in küresel sahneye daha iddialı çıkması, Hong Kong, Xinjiang ve en önemlisi Tayvan konularındaki tavrı, ilişkilerin rengini değiştirdi. Almanya için artık Çin, sadece bir ticaret ortağı değil, aynı zamanda Merz’in deyimiyle bir “sistemik rakip.”

Bu gerilim, son dönemdeki diplomatik trafikte açıkça görülüyor. Dışişleri Bakanı Wadephul’un ziyaretini ertelemesi ve Çin’i Ukrayna Savaşı’nı desteklemekle ve Tayvan Boğazı'nda “agresif” davranmakla suçlaması, ilişkilerdeki gerginliğin üst düzeyde olduğunu gösterdi. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin “megafon diplomasisi” ve “asılsız suçlamalar” uyarısı ise Pekin'in bu tür eleştirilere tahammülünün kalmadığının bir işareti.

Daha da somut adımlar, güvenlik ve teknoloji alanından geldi. Almanya'nın Çinli telekom devi Huawei ve diğer tedarikçileri ulusal güvenlik gerekçesiyle gelecekteki 6G ağından men etmesi ve mevcut ağlardaki bileşenleri değiştirme kararı, ilişkilerdeki en sert frenlerden biri. Bu, Berlin’in Pekin’in siber güvenlik ve teknolojik nüfuzuna yönelik derin endişelerini yansıtıyor. Benzer şekilde, parlamento tarafından atanan ve Çin ticaret politikasını, enerji bağımlılığını ve kritik altyapı yatırımlarını inceleyecek uzman komisyonu, Almanya'nın “risk azaltma” stratejisinin bir parçası. Çin’in nadir toprak elementleri ihracatına getirdiği kısıtlamalar da Berlin’de tedarik zincirlerinin kırılganlığı konusunda alarm zillerinin çalmasına neden oldu.

Öte yandan, Maliye Bakanı Klingbeil’in başarılı Pekin ziyareti ve tarafların ekonomik iş birliğini güçlendirme sözü, diyaloğun hâlâ sürdüğünü ve “gaza” basılan anlar olduğunu gösteriyor. İki ülke, ilişkilerini tamamen koparmanın karşılıklı bir felaket olacağının farkında. Bu, diplomatik bir Schrödinger kedisi hâli: Aynı anda hem rakip hem de ortak olmak.

Kırılgan dansın serencamı

Almanya-Çin ilişkilerinin geleceği, basit bir “iyi-kötü” ikilemine sığmayacak kadar karmaşık. İlişki, üç ana eksende şekillenecek:

Ekonomik pragmatizm ile stratejik güvenlik arasındaki gerilim

Almanya, ekonomik refahı için Çin pazarına ve tedarik zincirlerine erişimi sürdürmek isteyecek. Ancak teknolojik bağımlılığın ve kritik altyapıdaki Çin varlığının ulusal güvenlik riski oluşturduğu yönündeki baskın görüş, iş birliğinin sınırlarını çizecek. “Risk azaltma” ve “tedarik çeşitlendirmesi” Berlin'in yeni anahtar kelimeleri olacak.

Transatlantik bağlar ile bağımsız Avrupa çizgisi arasındaki denge

Almanya, ABD’yle olan tarihî ittifakına sadık kalmak zorunda. Washington'un Çin'e yönelik artan baskı stratejisi, Berlin'i sık sık zor durumda bırakıyor. Ancak Avrupa'nın çıkarlarının her zaman ABD'nin çıkarlarıyla tam olarak örtüşmediği düşüncesi de güçleniyor. Merkel döneminde şekillenen “bağımsız Avrupa çizgisi” arayışı, Merz ve Scholz hükûmeti altında da belki daha farklı tonlarda, devam edecek. Li Qiang’ın AB’yi “daha geniş bir perspektif” almaya teşviki tam da bu noktaya hitap ediyor.

Ukrayna Savaşı ve değerler sorumluluğu

Çin’in Rusya’ya yakınlığı, Almanya-Çin ilişkilerindeki en büyük siyasi engel. Merz’in, Çin’in Rusya üzerinde daha fazla baskı kurması yönündeki beklentisi, ilişkilerin seyrini doğrudan etkileyecek. Çin, bu kozu kullanarak Almanya ve AB nezdinde pazarlık gücünü artırmaya çalışabilir. Aynı zamanda insan hakları ve demokrasi gibi konular, Almanya'nın kamuoyu ve siyasi söyleminde Çin ile ilişkilerin “normalleşmesinin” önünde durmaya devam edecek.

Nihayetinde Çin, güçten düşen Avrupa için tek başına bir “ümit” olmaktan ziyade, karmaşık bir gerçeklik ve meydan okuma olarak varlığını sürdürecek. İlişkiler, tam bir kopuş ya da sıcak bir yakınlaşmadan ziyade, “rekabetçi bir arada varoluş” ve “gergin iş birliği” şeklinde ilerleyecek. Johannesburg’daki görüşme, bu yeni dengenin aranmasıydı. Li ve Merz, birbirlerine sarılmış ama bir sonraki adımın nereye atılacağını kestiremeyen iki dansçı gibiydi. Müzik devam ediyor: Küresel ekonomi ve jeopolitiğin belirsiz senfonisi. Ve bu dansın sonunda kimin ayaklarının yere sağlam basacağı; yalnızca Almanya ve Çin’i değil, tüm dünyanın kaderini etkileyecek.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...