17 March 2025

Avrupa’da yeni bir güç paradigması mı oluşuyor?

ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’nın güvenliğini yakından ilgilendiren açıklamalarının yankıları sürerken Avrupalı liderlerin peşi sıra yaptıkları yorumlar Avrupa’da yeni bir güç paradigması kurulup kurulamayacağı sorusunu gündeme getiriyor.

ABD’de 2024 başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanması, küresel güvenlik dengeleri açısından yeni bir dönemin başlangıcını işaret etti. Trump’ın önceki başkanlık döneminde NATO müttefiklerine yönelik eleştirileri ve ABD’nin küresel güvenlik taahhütlerini sorgulayan politikaları, Avrupa’nın nükleer caydırıcılık stratejilerini yeniden değerlendirmesine neden olmuştu. Bu durum, Polonya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin nükleer kapasite tartışmalarını hızlandırmasına yol açarken, NATO’nun geleceği ve ABD’nin Avrupa’daki nükleer koruma politikası konusunda ciddi belirsizlikler doğurdu.

Polonya Başbakanı Donald Tusk’ın 7 Mart’taki açıklamasında Avrupa’nın güvenliğini sağlamak için nükleer caydırıcılığın güçlendirilmesi gerektiğini açıkça dile getirerek, Avrupa ülkelerinin kendi güvenlik mekanizmalarını kurmaya başlaması gerektiğini savundu. Trump’ın Avrupa’daki güvenlik taahhütlerini azaltma ihtimali, Avrupa ülkelerini nükleer silahlanma konusunda daha bağımsız hareket etmeye teşvik ediyor.

Avrupa’nın “bağımsız” nükleer güç arayışı

Avrupa’da nükleer caydırıcılık konusunda en kritik aktörler İngiltere ve Fransa. İngiltere’nin nükleer kapasitesi, tamamen denizaltı platformlarına dayalı bir yapıya sahip. Fransa’nın elinde ise hem denizaltıdan fırlatılan hem de havadan taşınan nükleer silahlar var. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçmişte Avrupa’nın ortak bir nükleer caydırıcılık mekanizması oluşturabileceğine dair açıklamalarda bulunmuştu. Ancak Fransa’nın nükleer politikasında bağımsızlığı koruma isteği, bu süreci zorlaştırıyor.

Polonya ve Almanya ise doğrudan bir nükleer güç olma iddiasında bulunmasalar da Avrupa’nın daha güçlü bir nükleer şemsiye oluşturmasını destekliyorlar. Polonya, ABD’nin B61 nükleer bombalarını topraklarına yerleştirme konusunda istekli davranırken, Almanya ise NATO çerçevesinde ortak bir nükleer strateji geliştirilmesini savunuyor. Ancak Trump’ın son günlerdeki açıklamalarıyla birlikte ABD’nin NATO’daki rolünün azalması, Avrupa ülkelerini kendi başlarına hareket etmeye itebilir.

1950’lerden itibaren Avrupa, bağımsız bir nükleer caydırıcılık gücü oluşturma yönünde çeşitli girişimlerde bulunmuştu. II. Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin nükleer tekelinin sona ermesiyle birlikte, özellikle Fransa ve İngiltere gibi ülkeler kendi ulusal nükleer programlarını geliştirme çabasına girişmişlerdi. Bununla birlikte, kıta genelinde ortak bir Avrupa nükleer gücü oluşturma girişimleri, siyasi, stratejik ve ekonomik nedenlerden dolayı çoğunlukla başarısız olmuştu.

Avrupa’nın nükleer caydırıcılık politikasındaki temel faktörlerden biri, NATO’nun ABD liderliğinde oluşturduğu güvenlik şemsiyesiydi. Soğuk Savaş döneminde ABD, Sovyetler Birliği’nin Avrupa üzerindeki askerî baskısını dengelemek amacıyla kıtada nükleer silahlarını konuşlandırdı ve NATO müttefiklerine güvenlik garantisi sundu. Bu politika; özellikle Batı Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Türkiye gibi ülkelerde Amerikan nükleer silahlarının konuşlandırılmasıyla pekiştirildi. ABD’nin sağladığı bu güvenlik garantisi, Avrupa ülkelerinin kendi bağımsız nükleer programlarını geliştirme gerekliliğini büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Ancak Fransa, ABD’ye tam bağımlı olmayı reddederek kendi nükleer silah programını başlattı ve 1960’larda nükleer silah sahibi oldu.

İngiltere ise ABD ile özel bir savunma iş birliği içinde kendi nükleer kapasitesini geliştirdi. Fransa, zaman zaman Avrupa’nın ortak bir nükleer caydırıcılık mekanizması oluşturması gerektiğini savunsa da nükleer stratejisini tamamen bağımsız bir şekilde sürdürmeye devam etti. Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri ise kendi nükleer silahlarını üretmek yerine ABD’nin sağladığı NATO şemsiyesi altında güvenliklerini garanti altına aldılar.

Günümüzde, Donald Trump’ın NATO’ya yönelik eleştirileri ve Avrupa ülkelerinin ABD’ye olan güvenlik bağımlılığını sorgulaması, bu dinamiği değiştirebilir. Trump, NATO müttefiklerinin savunma harcamalarını artırmaları gerektiğini vurgulamış ve ABD’nin Avrupalı müttefiklerini askerî olarak koruma konusundaki taahhütlerini sorgulamıştı. Bu yaklaşımın ileriki yıllarda daha da belirgin hâle gelmesi bekleniyor. Bu durumda, Avrupa ülkeleri kendi güvenliklerini sağlamak için yeni alternatifler aramak zorunda kalabilir. Almanya ve Polonya gibi ülkeler, NATO içindeki nükleer paylaşım mekanizmasının devam edip etmeyeceğini sorgularken, Fransa’nın nükleer kapasitesinin Avrupa çapında nasıl kullanılabileceği konusu yeniden gündeme gelebilir. Eğer ABD, NATO’daki varlığını azaltırsa veya Avrupalı müttefiklerine sağladığı nükleer caydırıcılık desteğini çekerse, Avrupa’nın kendi nükleer gücünü oluşturma çabaları hız kazanabilir.

Ancak bu sürecin önünde ciddi engeller de bulunuyor. İlk olarak, Avrupa Birliği içinde ortak bir nükleer savunma politikası oluşturulması konusunda fikir birliği henüz oluşmadı. Fransa, kendi nükleer caydırıcılığını Avrupa’ya açma konusunda isteksiz davranırken, Almanya gibi ülkeler ise nükleer silah üretimi konusunda hem siyasi hem de hukuki kısıtlamalarla karşı karşıyalar. İkinci olarak, Avrupa’nın nükleer silahlanmaya yönelmesi, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin tepki vermesine ve küresel güvenlik dengesinde yeni gerilimler yaratmasına da neden olabilir.

Bu çerçevede, Avrupa’nın bağımsız bir nükleer caydırıcılık gücü oluşturma fikri geçmişte başarısız olmuş olsa da ABD’nin güvenlik politikalarında yaşanabilecek olası değişimler bu dinamiği yeniden şekillendirebilir. Avrupa ülkeleri ya mevcut NATO çerçevesinde ABD’nin sağladığı güvenlik garantilerine bel bağlamaya devam edecek ya da kendi nükleer caydırıcılık kapasitesini artırarak daha bağımsız bir güvenlik stratejisi geliştirme yoluna gidecek.

ABD’nin alacağı kararlar, Avrupa’yı yeni nükleer stratejiye zorlayabilir

Trump son günlerde yaptığı açıklamalarla ABD’nin NATO’daki varlığını ve müttefiklerine yönelik güvenlik taahhütlerini sorgulamaya başladı. Trump daha önceden de Avrupa ülkelerinin kendi güvenlik harcamalarını artırmaları gerektiğini sık sık vurgulamış ve ABD’nin bu yükü tek başına taşımayacağını belirtmişti. Şu anda ABD, Avrupa’daki beş ülkede -Belçika, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye- B61 taktik nükleer bombalarını konuşlandırmış durumda. Bu silahlar, ABD’nin Avrupa’daki caydırıcılık mekanizmasının temel taşlarından biri olarak görülüyor. Ancak Trump, bu silahların Avrupa’daki varlığını azaltabilir veya Avrupa ülkelerinin bu sistemlerin maliyetini daha fazla üstlenmesini talep edebilir.

Böyle bir senaryo, Avrupa’nın nükleer stratejisini ciddi şekilde etkileyecek. Eğer ABD, Avrupa’daki nükleer caydırıcılık kapasitesini azaltırsa, bu durum Almanya ve Polonya gibi ülkeleri kendi nükleer stratejilerini geliştirmeye zorlayabilir. Almanya’nın NATO çerçevesinde bir nükleer iş birliği mekanizması oluşturma çabaları hız kazanabilir. Polonya ise ABD’den nükleer silah almayı veya kendi nükleer kapasitesini geliştirmeyi daha ciddi bir şekilde gündemine alabilir.

Avrupa’nın nükleerleşmesi küresel güvenlik mimarisini daha kırılgan hâle getirebilir

Avrupa’nın nükleer kapasitesini artırma çabaları, küresel güvenlik dengelerini ciddi şekilde değiştirebilir. Rusya, Avrupa’daki bu gelişmeleri doğrudan tehdit olarak algılayacaktır. Moskova, NATO’nun genişlemesi ve Avrupa’nın savunma harcamalarını artırması karşısında zaten agresif bir tutum sergiliyor. Avrupa’nın nükleer güç olarak daha fazla inisiyatif alması, Rusya’nın nükleer stratejilerini daha saldırgan hâle getirebilir.

Rusya’nın yanı sıra, Çin de Avrupa’nın nükleer caydırıcılığını artırmasından endişe duyabilir. Çin, özellikle ABD’nin Asya-Pasifik’teki askerî varlığını artırma politikalarına karşı Avrupa’nın nükleerleşmesini, Batı’nın küresel güvenlik mimarisini daha saldırgan bir şekilde şekillendirme girişimi olarak görebilir. Bu durum hem Rusya hem de Çin’in kendi nükleer kapasitelerini artırmasına ve küresel güvenlik mimarisinin daha kırılgan hâle gelmesine yol açabilir.

Avrupa’nın nükleerleşme süreci ayrıca Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkeleri de etkileyebilir. Özellikle Türkiye ve Baltık ülkeleri, ABD’nin Avrupa’daki güvenlik garantilerini sorgulamaya başlaması hâlinde kendi güvenlik stratejilerini gözden geçirmek zorunda kalacaklar. Türkiye de NATO’nun nükleer paylaşım programında yer almasına rağmen, ABD’nin bölgedeki askerî varlığının azalması durumunda bağımsız bir nükleer strateji geliştirme yoluna gidebilir.

Yeni bir güvenlik paradigması mı oluşuyor?

Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kazanmasının, Avrupa’nın güvenlik politikalarını ve nükleer caydırıcılık stratejilerini derinden etkilediği muhakkak. Avrupa ülkeleri, ABD’ye olan bağımlılıklarını azaltmak için kendi nükleer kapasitesini artırma yolunda yeni adımlar atabilir. Fransa’nın liderliğinde bir Avrupa nükleer caydırıcılık mekanizması oluşturulabilir, Almanya ve Polonya gibi ülkeler bu süreci hızlandırabilir. Ancak bu süreç, küresel güvenlik dengeleri açısından ciddi riskler taşıyor.

Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin Avrupa’nın nükleerleşmesine vereceği tepki, dünya genelinde yeni bir silahlanma yarışını tetikleyebilir. Bu da Soğuk Savaş’ı andıran bir nükleer gerilim dönemine yol açabilir. Bu gelişmeler ışığında, Avrupa’nın nükleer kapasitesini artırma politikalarının nasıl şekilleneceği ve Trump yönetiminin NATO ile ilişkilerinin nasıl evrileceği, önümüzdeki dönemin en önemli güvenlik meselelerinden biri olacak gibi duruyor. Avrupa, bağımsız bir nükleer güç olma yolunda ilerlerken, dünya genelinde yeni güvenlik krizlerinin ortaya çıkma ihtimali de giderek artabilir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...