12 June 2025

ABD-İran nükleer müzakereleri kritik eşikte

ABD ile İran arasındaki nükleer müzakereler, bölgesel istikrarı ve küresel yayılmayı önleme çabalarını etkileyen kritik bir eşikte. 2025 itibarıyla artan gerilimler ve diplomatik çıkmaz, nükleer silah riskini derinleştiriyor. IAEA, “İran nükleer taahhütleri ihlal etti” diyor, taraflar uzlaşamıyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile İran arasındaki nükleer müzakereler, on yıllardır uluslararası gündemin en hassas ve karmaşık başlıklarından biri olmayı sürdürüyor. Küresel nükleer silahların yayılmasını önleme çabaları, Orta Doğu’daki bölgesel istikrar ve geniş uluslararası ilişkiler açısından stratejik bir öneme sahip olan bu program, 2025 yılı itibarıyla tehlikeli bir belirsizliğe işaret ediyor.

İran’ın nükleer programının kökenleri, 1950’lerde ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’ın “Barış İçin Atom” programı kapsamında Amerika Birleşik Devletleri’nin önemli desteğiyle atıldı. Bu girişim, nükleer enerjinin barışçıl uygulamalarını teşvik etmeyi ve Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu’da Sovyet etkisine karşı ABD müttefikleri oluşturmayı hedefliyordu. 1957’de Şah rejimi ile ABD arasında imzalanan sivil nükleer iş birliği anlaşması, İran’ın nükleer altyapısının temelini oluşturdu. Tahran Nükleer Araştırma Merkezi (TNRC) 1959’da kuruldu ve 1967’ye gelindiğinde, ABD tarafından sağlanan 5 megavatlık bir araştırma reaktörüyle faaliyete geçti. İran, 1968’de Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı (NPT) imzalayarak ve 1970’te onaylayarak nükleer silah geliştirmeme taahhüdünde bulundu ancak barışçıl nükleer teknolojiye sahip olma hakkını da teyit etti.

Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminde İran, 2000 yılına kadar 23 nükleer enerji santrali inşa etmeyi planlayan iddialı bir program öngörüyordu. ABD ve Avrupa’dan geniş çaplı yardımlar hedeflendi, Alman ve Fransız firmalar önemli projelere dâhil oldu. Hatta İran, uranyum zenginleştirme konsorsiyumu Eurodif’e 1 milyar dolar yatırım yaparak %10 hisse ve zenginleştirilmiş uranyum çıktısı hakkı elde etti. Ancak 1979 İslam Devrimi ve ABD Büyükelçiliği’nin ele geçirilmesi, ABD-İran ilişkilerini kökten değiştirdi, tüm nükleer projeler durduruldu ve Batı ile bağlar koptu.

Devrim sonrası dönüşüm ve uluslararası endişeler

İslam Devrimi’nin ardından yaşanan İran-Irak Savaşı (1980'de başladı), İran’ın nükleer kendi kendine yeterlilik ve caydırıcılık arayışını pekiştiren paradoksal bir katalizör işlevi gördü. Saddam Hüseyin'in kimyasal silah kullanımı, İran'ın algılanan askerî güce olan ihtiyacını artırdı. Batı desteğinin çekilmesi ve yaptırımlar, İran'ı Rusya, Çin ve Pakistan gibi Batılı olmayan ortaklarla iş birliği yapmaya ve yerli nükleer geliştirmeye yöneltti.

1990’ların başında programın yeniden canlanması ve 2002’de muhalif bir grup tarafından Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisi ile Arak’taki ağır su üretim tesisinin varlığının açıklanması, uluslararası alanda büyük şüpheler uyandırdı. Bu tesislerin hem barışçıl hem de askerî amaçlara hizmet edebilecek “çift kullanımlı” yetenekleri, İran’ın gerçek niyetleri hakkında yaygın endişelere yol açtı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) incelemelerini yoğunlaştırdı ve açıklanmamış yerlerde uranyum izleri buldu, bu da İran’ın 2003’e kadar gizli bir nükleer silah programı yürüttüğü şüphelerini güçlendirdi.

Diplomatik çabalar ve JCPOA’nın doğuşu

2003 yılında “AB-3” (Fransa, Almanya, Birleşik Krallık) diplomatik çabaları başlattı. İran başlangıçta iş birliği yapmaya istekli görünse de taahhütlerini yerine getirmemesi üzerine IAEA tarafından kınandı. Mahmud Ahmedinejad’ın 2005’te cumhurbaşkanı seçilmesiyle uranyum zenginleştirme faaliyetleri hız kazandı. 2006’da İran’ın %3,5 oranında uranyum zenginleştirmeyi başardığını duyurması, ülkeyi “nükleer bir devlet” ilan etmesiyle sonuçlandı. Buna karşılık ABD ve AB, İran'a yönelik yaptırımları artırdı; 2012’de ise tarihin en ağır yaptırımları yürürlüğe girdi.

2006’da kurulan P5+1 müzakere grubu (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya), İran'a nükleer programını durdurması karşılığında teşvikler sundu. Ancak İran, zenginleştirmeyi askıya alma şartını reddetti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 2006-2008 yılları arasında İran’a karşı bir dizi yaptırım kararı aldı.

2013’te Hasan Ruhani’nin İran Cumhurbaşkanı seçilmesiyle nükleer politikada bir değişim sinyali verildi. Bu durum, P5+1 ile müzakerelerin yeniden başlamasına yol açtı. Kasım 2013'te P5+1 ve İran, Cenevre’de Ortak Eylem Planı’nı (JPOA) imzaladı. Bu geçici anlaşma, İran'ın nükleer programındaki ileri gelişmeleri durdurdu ve daha kapsamlı IAEA denetimlerini gerektirdi.

Temmuz 2015’te İran ile P5+1 grubu ve Avrupa Birliği arasında Viyana'da, bir buçuk yıllık yoğun müzakerelerin ardından Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) imzalandı. Anlaşma, İran'ın nükleer programının yalnızca barışçıl olmasını sağlamayı amaçlıyordu. Santrifüj sayısında önemli bir azalma, uranyum zenginleştirme limitleri ve plütonyum üretiminin sınırlandırılması gibi temel hükümler içeriyordu. Ayrıca IAEA’ya geniş izleme yetkileri verildi ve nükleerle ilgili uluslararası yaptırımlar kaldırıldı.

JCPOA, İran’ın nükleer silah edinme yeteneğini en az on yıl geciktireceği düşünülerek önemli bir adım olarak kabul edildi. Ancak anlaşma, belirli bir süre sonra nükleer programına yönelik kısıtlamaların kademeli olarak kaldırılmasını öngören “gün batımı maddeleri” de içeriyordu.

ABD’nin çekilmesi ve sonuçları

8 Mayıs 2018’de ABD Başkanı Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri’nin JCPOA’dan çekildiğini duyurdu. Bu karar, İran’ın anlaşmaya tam uyumuna rağmen alındı. Trump yönetimi, İran'ın balistik füze programı ve bölgesel eylemleri gibi gerekçelerle İran’a karşı “azami baskı” yaptırım kampanyası başlattı. ABD’nin çekilmesi, öncelikle anlaşmanın hukuki eksikliklerinden ziyade, siyasi gerekçelere dayandığı şeklinde yorumlandı.

ABD’nin çekilmesi, uluslararası ilişkilerde geniş kapsamlı etkilere yol açtı:

  • ABD-Avrupa gerginliği: Avrupa ülkeleri, ABD’nin yeniden uyguladığı yaptırımlarda iş birliği yapmamayı tercih etti ve hatta İran ile ticareti kolaylaştırmak için özel bir araç (SPV) araştırmaya başladı.
  • İran’ın nükleer programını yeniden başlatma potansiyeli: ABD’nin çekilmesinin ardından İran, 2019’da nükleer programının önemli yönlerini yeniden başlatma sinyalleri verdi.
  • Bölgesel provokasyonlar: İran’ın bölgesel sorunlar yaratma geçmişi göz önüne alındığında nükleer perhiz, daha fazla bölgesel provokasyona yol açabileceği endişelerini artırdı.

Canlandırma çabaları ve mevcut çıkmaz

ABD’nin JCPOA’dan çekilmesinin ve İran’ın taahhütlerini azaltmasının ardından, 2021’den itibaren anlaşmayı canlandırma çabaları başladı. Biden yönetimi, İran’ın yeniden uyum sağlaması hâlinde ABD’nin JCPOA’ya geri döneceğini belirtti. 2021’de Viyana’da müzakereler başladı ancak somut bir anlaşmaya varılamadı.

Bu dönemde İran’ın nükleer faaliyetleri JCPOA sınırlarını aşmaya devam etti. İran, 2021’de Fordo tesisinde %20 U-235 düzeyinde uranyum zenginleştirmeye başladı ve uranyum metali üretmeye başladığını doğruladı. Nisan 2021’de Natanz Zenginleştirme Tesisi’ndeki bir sabotaj olayı, İran'ın uranyumu %60 U-235’e kadar zenginleştirmesine yol açtı.

2022’de JCPOA’yı yeniden tesis etme çabaları başarısız oldu. 2025 yılı itibarıyla İran’ın nükleer programı ve JCPOA'nın durumu oldukça gergin ve belirsiz bir tablo çiziyor.

2025: Yeni bir kriz ve diplomatik girişimler

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Yönetim Kurulu, 12 Haziran 2025’te İran’ın 20 yıldır ilk kez nükleer yayılmayı önleme taahhütlerini ihlal ettiğini resmen ilan eden bir karar kabul etti. Bu karar; ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından sunulan bir önergeyle alındı. IAEA, İran’ın programının münhasıran barışçıl olduğunu garanti edemediğini ifade etti.

İran, bu kararı “siyasi” olarak kınadı ve misilleme olarak yeni bir zenginleştirme tesisi açma niyetini duyurdu. Ayrıca Fordo tesisindeki birinci nesil santrifüjleri altıncı nesil santrifüjlerle değiştireceğini belirtti. İran, nükleer faaliyetlerinin tamamen barışçıl olduğunu savunsa da IAEA raporları, İran’ın %60 saflıkta zenginleştirilmiş uranyum stokunun dokuz nükleer bomba yapmaya yetecek kadar olduğunu belirtiyor.

Bu gerilimli ortamda ABD ve İranlı diplomatlar, 2025’te İran’ın nükleer programına ilişkin yıllar sonra ilk diplomatik görüşmelere başladı. Nisan 2025’te başlayan görüşmeler, büyük ölçüde Umman’ın arabuluculuğuyla dolaylı olarak gerçekleşse de ABD Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile İran Dış İşleri Bakanı Abbas Araghchi arasında yüz yüze bir görüşme de yapıldı.

Müzakerelerin temelini, İran'ın nükleer programına ilişkin potansiyel kısıtlamaları kabul etmesi karşılığında ABD’nin İran üzerindeki yaptırım baskısını azaltması oluşturuyor. Ancak taraflar arasında kilit bir çekişme noktası olan zenginleştirme yeteneği konusunda derin ayrılıklar mevcut. ABD Özel Temsilcisi Witkoff, “zenginleştirmenin” “çok, çok açık bir kırmızı çizgi” olduğunu ve “%1’lik bir zenginleştirme yeteneğine bile izin veremeyeceklerini” belirtirken, İran Dış İşleri Bakanı “zenginleştirme konusunun müzakere edilemez olduğunu” ilan etti.

Orta Doğu’daki artan gerilimler, müzakerelerin arka planını oluşturuyor. ABD, bölgesel huzursuzluk potansiyeli nedeniyle Orta Doğu’daki personelini geri çekiyor. İsrail veya ABD’nin İran nükleer tesislerine yönelik uzun süredir tehdit edilen hava saldırıları riski devam ediyor. İran Savunma Bakanı ise, herhangi bir saldırının “erişimimizdeki tüm ABD üslerini” hedef alacak misillemelerle karşılanacağı uyarısında bulunuyor.

İran’ın nükleer programı ve JCPOA için üç olası gelecek senaryosu bulunuyor:

  • JCPOA modeli: 2015 JCPOA’ya benzer bir anlaşmaya geri dönüşü öngörüyor. Bu, İran'ın nükleer programını durdurmayı değil, zenginleştirme miktarını ve seviyesini sınırlamayı ve IAEA denetimlerine izin vermeyi içeriyor.
  • Libya modeli: Libya’nın nükleer programında yaşananlara benzer şekilde, İran’ın nükleer silah programını tamamen feshetmeyi kabul etmesini içeriyor.
  • Kuzey Kore modeli: İran’ın nükleer programını daha da ilerleterek nükleer silah geliştirme konusunda bir eşiğe yaklaşması durumunu ifade ediyor. Bu senaryo, uluslararası yaptırımların artmasına ve bölgesel bir silahlanma yarışına yol açabilir.

ABD ve İran arasındaki nükleer diplomasi, bir kez daha kritik bir dönemeçte. Tarafların uzlaşma isteği, bölgesel dinamikler ve küresel güç dengeleri, bu çıkmazın nasıl çözüleceğini belirleyecek. Ancak, diplomatik çözüm bulunamaması halinde, nükleer silahların yayılması riskinin artması ve bölgesel istikrarsızlığın derinleşmesi kaçınılmaz görünüyor.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...