KKTC’de yeni dönem: Yenilgi mi, fırsat mı?

Haberin Eklenme Tarihi: 22.10.2025 15:35:00 - Güncelleme Tarihi: 22.10.2025 15:40:00

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki (KKTC) 19 Ekim 2025 cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları beklenenden farklı bir tablo ortaya koydu. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman, oyların %63’ünü alarak (eski) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı açık farkla geride bıraktı. Katılım oranı %65 civarındaydı. Bu sonuç, yıllardır çözümsüzlük ve durağanlık içinde seyreden Kıbrıs meselesinde yeni bir dönemin habercisi olarak görüldü.

Seçim, Kuzey’deki siyasi yönelimi belirgin biçimde değiştirdi. Erhürman, kampanyası boyunca iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon temelinde çözüm çağrısı yaptı. Tatar’ın iki devletli tezine karşı Rumlarla “müzakere masasına dönüş” vurgusu yapan Erhürman’ın zaferi, Kıbrıslı Türklerin de bu yönde bir eğilimleri olduğunu ortaya koydu. Kıbrıs’ta yaşanan ekonomik sıkışma, uluslararası izolasyon ve “yavru vatan” söyleminin Avrupa Birliği (AB) üyeliği karşısında özellikle yeni kuşakta hiçbir karşılık bulamamasının bunda etkili olduğu belirtilebilir.

Erdoğan’dan tebrik, MHP’den sert çıkış

Ankara’da seçim sonuçlarına verilen ilk tepki olumlu oldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı seçilen Erhürman’ı tebrik etti ve “Sahip olduğu demokratik olgunluğu bir kez daha gösteren kardeşlerimizin iradesini sandığa yansıttığı bu seçimin ülkelerimiz ve bölgemiz için hayırlı olmasını diliyorum” ifadesini kullandı. Bununla birlikte Erdoğan’ın mesajındaki “Türkiye olarak, KKTC’nin egemenlik haklarını ve çıkarlarını kardeşlerimizle birlikte her türlü platformda savunmaya devam edeceğiz” vurgusu dikkat çekti.

MHP lideri Devlet Bahçeli’den ise oldukça tartışmalı iki açıklama geldi. Seçimlerin ardından yaptığı ilk açıklamada KKTC parlamentosunun acil toplanarak Türkiye’ye katılım kararı alması çağrısında bulunan Bahçeli, daha sonra ise “81 Düzce'den sonra 82'nin KKTC olması artık hayat memat konusu hâline gelmiştir” ifadesini kullandı. Bahçeli, özellikle seçime katılım oranının meşruiyet açısından kabul edilemeyeceğini belirtti.

Tartışmalar sürmekle birlikte Ankara’daki devlet bürokrasisine hâkim atmosfer, bu gelişmenin bir “geriye gidiş” olmakla birlikte Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını kritik bir şekilde tehdit etmediği yönünde. Bir diğer deyişle, “ipler kopmuş değil”.  Kıbrıs politikasının omurgasını koruma ama Erhürman yönetimiyle de ilişkileri sürdürme eğilimi şu an Türkiye’nin ana politikası durumunda. Bunun için birkaç “balans ayarı” gerekse de.

Yunan ve İsrail basını nasıl gördü?

Türkiye süreci her ne kadar sakin ve diplomatik karşılasa da Ankara’nın bölgesel rakipleri olan Yunanistan ve İsrail’de seçim sonuçları tüm dengeleri değiştiren, olağanüstü bir “zafer” havasında karşılanmasa da “yeni bir dönemin başlangıcı” olarak okundu.

Yunan ve Rum basınında Erhürman’ın cumhurbaşkanı seçilmesi, adada “federasyon” çözümüne yönelişin yeniden canlanabileceği mesajı olarak ele alındı. Örneğin, Rum gazeteleri Fileleftheros, Politis ve Alithia, Kıbrıslı Türklerin “iki devlet” şeklindeki “ayrılıkçı” modeli reddettiğine ve “iki toplumlu, iki bölgeli federasyon” vizyonuna geri dönüş sinyali verdiğine vurgu yaptı.

Yunan gazetesi Kathimerini ise seçim sonucunu manşetten “Kemalist aday büyük bir farkla kazandı” başlığıyla verirken, diğer basın organları “Kıbrıslı Türkler, iki devlet mantığını açıkça reddetti” gibi ifadelerle sonuçları yorumladı.

Gazze’de ateşkesle ilgili yaşanan sıkıntılar nedeniyle odağını yeniden Filistin sorununa veren İsrail basınında seçim sonuçlarına dair geniş kapsamlı değerlendirmeler sınırlı olmakla birlikte, İsrail kaynaklı İngilizce yayınlarda Erhürman’ın zaferinin adada uzun süredir tıkalı durumda olan müzakere süreçlerini başlatabileceği belirtildi. Örneğin Times of Israel, gelişmeyi “Ilımlı bir liderin seçilmesi, süregelen çatışmada önemli bir yön değişikliğine işaret ediyor” başlığıyla duyurdu ve “Ankara destekli adayın mağlubiyeti, Kıbrıs’ta yeni bir dönemin başlangıcı olabilir” tespitinde bulundu.

Ayrıca Reuters analizinde de Erhürman’ın zaferi, Türkiye’nin liderlik ettiği “iki devlet” yaklaşımının yerine BM çerçevesindeki “federasyon” modeline dönüş sinyali olarak değerlendirildi.

Kıbrıs’ın stratejik konumu

Elbette Kıbrıs, Türkiye için sadece bir “garantörlük meselesi” değil. Coğrafi konumu itibarıyla Doğu Akdeniz’de askerî, diplomatik ve enerji stratejilerinin de merkezinde. Ada, Mısır, İsrail, Yunanistan ve Libya hattını kesen konumuyla deniz yetki alanları ve enerji hatları açısından kritik bir platform. Bununla birlikte Gazze’de yaklaşık 65 bin insanın katledildiğini iki yıllık soykırım süreci düşünüldüğünde İsrail’in 300 kilometre ötesindeki ada, jeopolitik açıdan da çok önemli. Türk donanmasının ve hava kuvvetlerinin bölgesel operasyonlarda kullandığı üslerin coğrafi derinliği düşünüldüğünde, Kıbrıs bir “doğal uçak gemisi” konumunda.

Dolayısıyla Erhürman’ın seçilmesi henüz Doğu Akdeniz’de dengeleri tamamen değiştirecek, yeni bir dönem anlamına gelmese de böyle bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanabilir. Bu da Türkiye’nin garantörlükten öte bölgesel güvenlik ve enerji politikalarına dair stratejilerini doğrudan etkileyebilir.

Ekonomik bağlar, Türkiye’nin nüfuzu

Fakat bu sanıldığı gibi kolay bir süreç değil.

AB’nin cazibesi Kıbrıslı Türkler üzerinde büyük olsa da KKTC ekonomisinin Türkiye sermayesine olan yapısal bağımlılığı bu “eksen kayması” ihtimalini güçleştirebilir. KKTC ekonomisi on yıllardır Ankara’nın doğrudan desteğiyle ayakta duruyor. Yıllık bütçenin üçte birine yakını Türkiye kaynaklı hibe ve kredilerden geliyor. Son olarak 2024 yılında imzalanan ekonomik iş birliği protokolü kapsamında Ankara, Lefkoşa’ya 1,2 milyar dolarlık mali destek sağlamıştı. İnşaat, eğitim ve turizm sektörlerindeki yatırımlar da büyük ölçüde Türkiye sermayesine dayanıyor.

Bu tablo, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki ekonomik nüfuzunu güçlendiriyor. Ancak aynı zamanda yerel halkta “ekonomik bağımlılık” tartışmalarını diri tutuyor. Nitekim Erhürman’ın “ekonomik çeşitlendirme” söylemi, bu dengeyi yeniden tanımlama çabasının bir uzantısı.

“Annan ruhu” geri mi dönüyor?

Bu kapsamda son dönemde KKTC’de yaşanan süreç bazı analistler tarafından 2004’teki Annan Planı’na benzetiliyor. İki tarihsel kesit arasında karşılaştırma yapmak her zaman bazı problemleri bünyesinde taşımakla birlikte Kıbrıslı Türklerin AB’yi yeniden bir “çıkış kapısı” olarak görme psikolojisinin o süreçtekine benzediği söylenebilir. 2004’teki süreçte Kıbrıslı Türkler federasyon modelini %65’le onaylarken AB üyelikleri yeni onaylanan Rumlar ise Kıbrıslı Türklerin “AB vatandaşı olma ayrıcalığından mahrum kalması” için plana %76’yla “hayır” demişti. Şimdi ise Türkiye’nin bölgede kendilerine birçok “zorluk” çıkarması nedeniyle Rumların ve Yunanistan’ın olası bir birleşmeye “evet” diyeceği ve Kıbrıs’tan Türkiye’yi çıkarmak isteyeceği düşünülebilir.

Ancak belirtildiği gibi Türkiye, 2004’tekinden çok farklı bir konumda ve artık askerî müdahale dışındaki enstrümanlarla da yakın çevresinin politikasına yön verebilecek bir kapasiteye sahip. ABD’yle yakınlaşan ilişkiler, AB’yle bir süredir başarıyla korunan karşılıklı saygı, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi Avrasya merkezli örgütlerle geliştirilen alternatif bağlar ve bir bütün olarak enerji, savunma sanayisi, diplomasi ve dış ticaretteki atılımlar Ankara’ya Kıbrıs denkleminde stratejik üstünlük sağlıyor. Bu nedenle federasyon yanlısı dalga Türkiye için şu an çok büyük bir tehdit değil. Hatta doğru yönetilirse bir fırsat anlamına bile gelebilir.

AB sempatisi ve güvenlikçiliğin çıkmazı

Bunun için üzerinde düşünülmesi gereken iki bir realite var.

İlki, Kıbrıslı Türklerin “yavru vatan” kavramından “ekonomik ve siyasi bağımlılığı” çağrıştırdığı gerekçesiyle büyük ölçüde rahatsız olmaları ve “kardeşlik” hukukuna dayalı bir ilişkiye geçilmesini istemeleri. Unutulmamalı ki “yavru vatan” söylemi, KKTC’nin Batı’nın izolasyonundan kaynaklanan fakirliğinin sorumlusunun da Türkiye olarak görülmesine yol açıyor. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’yle tamamen eşit, iki egemen devlet olarak ilişki kurmak gibi bir yanılgı içerisinde değil. Çoğunluğun derdi daha fazla önemsendiklerini hissetmek.

İkinci realite ise ilkiyle bağlantılı. Kıbrıslı Türkler, yaşadıkları sıkıntıların çözümünü AB’de görme eğilimindeler ve bu, Türkiye’nin de AB’ye üyelik sürecini devam ettirdiği düşünülürse son derece normal. Önemli olan, Türkiye ve Kıbrıs’taki Türklerin çıkarlarının “bir” olduğunu görebilmesinde ve refahı AB’de, ŞİÖ’de ya da başka bir uluslararası toplulukta birlikte bulabileceklerinin bilince olabilmesinde. Türkiye’nin bu duygu birlikteliğini Kıbrıslı Türklere hatırlatabilmesi, güvenlikçi yaklaşımın yerini bölgesel güç olmanın gerektirdiği stratejist yaklaşımın alması şart. Bunun için de Erhürman’a gönderilen tebrik mesajları iyi bir başlangıcı oluşturuyor.

Türkiye ne yapmalı?

Kıbrıs’taki seçim sonucu Türkiye açısından bir kriz değil, dengelerin yeniden kurulacağı bir dönüm noktası olarak görülmeli. Erhürman’ın seçilmesi Rumlarla federasyon için müzakere olasılığını artırsa da Ankara’nın bölgesel gücü ve Kıbrıs’taki nüfuzu, süreci kontrol altında tutabilecek kapasitede. Eğer süreç doğru okunursa ve Kıbrıs politikasında uygun değişiklikler yapılırsa Erhürman’ın seçilmesi Türkiye’nin elini zayıflatmaz, tam tersine Akdeniz’deki etki alanını genişletir.