Dijital bağımsızlık: Next

Haberin Eklenme Tarihi: 18.08.2025 11:33:00 - Güncelleme Tarihi: 18.08.2025 11:36:00

Modern çağda emperyalizm artık postallar ve bayraklarla değil, sunucular ve uygulamalar aracılığıyla ilerliyor. Küresel dijital düzen, veriyi işleyen, algoritmayı yazan ve bilgiyi yöneten birkaç merkezin etrafında şekillenmiş bir güç yapısı üretti. Bu düzenin adı artık dijital kolonyalizmdir. Tıpkı klasik sömürgecilik gibi, dijital kolonyalizm de merkez-çevre ilişkisi kurar: Bir tarafta veri toplayan ve işleyen merkezler, diğer tarafta sadece bu yapıya veri sağlayan, üreten ama yön veremeyen dijital çevre ülkeleri vardır.

Dijital kolonyalizm; çok uluslu teknoloji şirketlerinin, sosyal medya platformlarının ve bulut servislerinin, yerel yasal düzenlemelere tabi olmadan ülkelerin bireylerinden, kurumlarından ve hatta kamu yapılarından veri toplaması ve bunu stratejik amaçlarla kullanması ile işler. Kullanıcı davranışları, düşünsel yönelimler, sosyolojik dinamikler ve hatta politik tepkiler, bu dev veri havuzları sayesinde öngörülebilir, yönlendirilebilir ve manipüle edilebilir hâle geldi. 

Verinin kontrolü kimde olmalı?

Petrolden sonra dünyanın en değerli kaynağı hâline gelen büyük veri (Big Data), sadece ekonomik değil; aynı zamanda politik ve kültürel bir silahtır. Bir ülkenin vatandaşlarına ait verilerin, dış merkezli teknoloji şirketlerinin eline geçmesi, yalnızca bir mahremiyet sorunu değil, aynı zamanda bir ulusal güvenlik riskidir. Zira bu veri havuzları üzerinden yürütülen sosyal mühendislik faaliyetleri; seçim sonuçlarını, toplumsal hareketleri ve hatta ekonomik kararları etkileyebilir niteliktedir.

Türkiye, bu yapının dış halkasında yer almakta, dijital alanda sadece kullanıcı pozisyonunda kalmaktadır. Ne sosyal medya algoritmalarına yön verebilmekte ne de bu platformların verileri üzerinde denetim kurabilmektedir. Kendi verisine yabancılaşan bir ülke, geleceğine de yön veremez. Bu nedenle dijital kolonyalizme karşı yerli ve millî platformların geliştirilmesi, bir tercih değil, zorunluluktur.

T3 Vakfı’nın geliştirdiği Next uygulaması, işte bu dijital kuşatmayı yarma iradesinin ilk adımlarından biridir. Türkiye artık sadece içerik tüketen değil, dijital altyapısını üreten ve yöneten bir aktör olmak zorundadır. Zira veri çağının savaşları artık tanklarla değil, algoritmalarla yapılmaktadır. Ve bu savaş, cephe gerisinde değil, cebimizdeki uygulamalarda verilmektedir.

Bir millî dijital hamle olarak Next

Türkiye'nin uzun yıllar boyunca dijital altyapı ve platformlar konusunda dışa bağımlı bir çizgide seyretmesi, özellikle sosyal medya ve iletişim teknolojileri alanında ciddi bir güvenlik ve egemenlik zaafı doğurdu. Bu durum hem bireysel mahremiyetin hem de kolektif dijital verinin yabancı şirketlerin ve potansiyel olarak yabancı istihbarat aygıtlarının eline geçmesi anlamına geliyor. Son yıllarda yaşanan gelişmeler bu bağımlılığın ne kadar riskli bir zemin oluşturduğunu açıkça ortaya koydu. İşte böyle bir konjonktürde, T3 Vakfı tarafından geliştirilen “Next” uygulaması, yalnızca teknolojik bir ürün değil; dijital bağımsızlık ve millî güvenlik perspektifinden doğmuş stratejik bir adım olarak değerlendirilmelidir.

Uygulamanın geliştirme süreci, özellikle Türkiye'nin son dönemde teknoloji üretiminde benimsediği millî teknoloji hamlesi çerçevesinde şekillendi. Savunma sanayiinde elde edilen başarılardan sonra dijital alanın da artık “yerli ve bağımsız” kılınması gerektiği fikri, kamuoyunda geniş bir karşılık bulmuştur. Dolayısıyla Next'in ilk günden gördüğü yoğun ilgi, salt teknik merakla değil, millî aidiyet bilinciyle beslenen sosyolojik bir teveccüh ile açıklanmalıdır.

Kullanıcılar açısından Next’in sunduğu en temel vaat, verilerinin Türkiye’de kalması ve kişisel bilgilerin yabancı güçlerin eline geçmeyecek şekilde korunmasıdır. Bu, günümüz kullanıcıları için sadece bir mahremiyet meselesi değil, doğrudan dijital vatandaşlık hakkının güvence altına alınması anlamına geliyor. Zira her kullanıcı, kullandığı platformun bir “yurttaşı” hâline geliyor; verilerini nereye emanet ettiyse, dijital kimliğini de orada tanımlıyor. Bu açıdan bakıldığında Next, sadece bir uygulama değil, Türkiye'nin dijital kimliğini kendi sınırları içinde inşa etme iradesinin tezahürüdür. Yapmamız gereken bu tür uygulamaları yalnızca sahiplenmesi değil; aktif olarak kullanması, geri bildirimlerle geliştirmesi ve küresel rekabete hazırlaması gerekmektedir.

Bununla birlikte Next'in kamuoyunda gördüğü ilgi, toplumda uzun süredir bastırılmış bir “yerli alternatif ihtiyacını” da su yüzüne çıkarmıştır. Vatandaş, her ne kadar konfor alanı olan mevcut yabancı platformlara alışkın olsa da veri mahremiyetinin ve dijital egemenliğin ne anlama geldiğini artık daha açık biçimde kavramaya başlamıştır. Bu bilinçlenme, sadece sosyal medya düzeyinde kalmamalı; mesajlaşma uygulamaları, bulut depolama sistemleri ve hatta donanım altyapısı dâhil olmak üzere tüm dijital katmanlara yayılmalıdır.

Dijital bağımsızlığın tamamlayıcı ayağı: Mesajlaşma, cihaz, bulut ve ekosistem

Yerli sosyal medya uygulamaları, dijital egemenliğe giden yolda kıymetli birer ilk adım olabilir. Ancak bu adımlar, bağımsız ve sürdürülebilir bir dijital gelecek için asla yeterli değildir. Gerçek dijital bağımsızlık, yalnızca bir uygulama düzeyinde değil; tüm dijital ekosistem bileşenlerinin millîleştirilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla bir ülkenin dijital bağımsızlığa ulaşması, parçalı değil bütünsel bir teknoloji politikasını zorunlu kılar.

Bu noktada en kritik halkalardan biri yerli mesajlaşma uygulamalarıdır. Bugün WhatsApp, Telegram ve benzeri platformlar milyonlarca Türk vatandaşının günlük iletişimini taşıyan kanallar hâline gelmiştir. Bu uygulamalar üzerinden yalnızca kişisel yazışmalar değil; ticari belgeler, hassas bilgiler, kamu görevlilerine ait yazışmalar da dolaşıma giriyor. Bu durum, Türkiye'nin hem bireysel mahremiyet hem de kurumsal güvenlik açısından büyük bir zafiyet içinde olduğunu gösteriyor. Bu nedenle sosyal medya gibi mesajlaşma uygulamaları da yerli ve güvenli çözümlerle ikame edilmelidir.

Bir diğer tamamlayıcı unsur ise donanım bağımsızlığıdır. Yerli yazılımın yabancı donanım üzerinde çalışıyor oluşu, dijital bağımsızlık iddiasını zaafa uğratır. Bugün Türkiye’de yaygın olarak kullanılan Apple ve Samsung gibi mobil cihazlar hem donanım hem işletim sistemi düzeyinde yabancı merkezli yapılardır. Türkiye’nin, “Togg” gibi yerli otomobil üretiminde gösterdiği iradeyi, mobil cihaz üretiminde de göstermesi artık ertelenemez bir ihtiyaçtır. Millî akıllı telefon üretimi, sadece bir sanayi politikası değil; aynı zamanda dijital güvenliğin fiziksel temelidir. Yerli telefonlar, yerli işletim sistemleri ve yerli uygulamalarla entegre çalıştığında gerçek bir dijital egemenlikten söz edilebilir.

Bu noktada bulut teknolojisi devreye girer. Zira veri artık sadece cihazlarda değil, bulut sistemlerinde depolanmaktadır. Verilerin büyük çoğunluğu, Microsoft Azure, Amazon Web Services (AWS) ve Google Cloud gibi devasa küresel bulut sağlayıcılarında tutulmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin verisinin fiziksel olarak başka coğrafyalarda, başka hukuk sistemlerine bağlı veri merkezlerinde saklandığı anlamına gelir. Yerli bir sosyal medya platformu, eğer verisini Amerikan merkezli bir bulut sistemine emanet ediyorsa, millî güvenlik argümanını temellendiremez. Dolayısıyla Türkiye'nin acilen yüksek güvenlikli, millî denetime açık yerli bulut altyapılarını kurması gerekmektedir. Bu yalnızca kamu kurumları için değil; özel sektör, üniversiteler ve bireyler için de hayati önemdedir.

Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan ihtiyaç, tekil projelerden çok daha büyük bir şeyi işaret eder: bir millî dijital ekosistem. Apple’ın kapalı sistem mimarisi ya da Çin’in kendi iç dijital evrenini kurması, aslında bu vizyonun pratik karşılıklarıdır. Türkiye’nin de sadece tekil uygulamalar üretmekle yetinmemesi, tüm bileşenleriyle çalışan, senkronize bir millî dijital sistem kurması elzemdir. Yerli işletim sistemi, yerli uygulama mağazası, yerli ödeme sistemleri, yerli veri merkezi ve yerli güvenlik protokolleri birbirine entegre edildiğinde, dışa bağımlılığı minimize edilmiş, stratejik özerkliğe sahip bir dijital yapı kurulabilir.

Bu vizyon yalnızca teknik bir mühendislik meselesi değildir. Aynı zamanda bir devlet aklı, bir güvenlik stratejisi ve bir medeniyet iddiasıdır. Türkiye'nin bu iddiayı taşıyabilmesi için dijital alanda da kendi ligini kurması gerekmektedir. Next, bunun ilk halkasıdır. Ama zincirin tamamlanması, kararlı, sabırlı ve vizyoner bir teknoloji politikasıyla mümkündür.