“Aile, biz Basklılar için her şey demektir”

Haberin Eklenme Tarihi: 15.08.2025 14:04:00 - Güncelleme Tarihi: 15.08.2025 14:25:00

Bu sözü söyleyen kişi, tahmin edeceğiniz üzere bir Basklı. Adı Jose Amorrortu, Athletic Bilabo’nun yedi sene boyunca sportif direktörlüğünü yapmış ve elbette gençliğinde Bask takımlarında forma giymiş eski bir futbolcu… Peki okunduğu kadar basit bir kelime mi bu aile kavramı? Futbol gibi sınırları yıkan bir oyunda, Basklılar neden bu derece aile kavramını ön plana çıkarıyor? Gerçekten sadece Bask bölgesinde doğanlar mı futbol oynuyor o topraklarda? Gelin biraz Kuzey İspanya semalarında bir gezintiye çıkalım…

Kuzey İspanya semaları

Bask Bölgesi, toplam 2,5 milyon kişinin yaşadığı İspanya’nın kuzeyinde Fransa’nın ise güneyinde bulunan özerk bir bölge. Bask Milliyetçi Partisi’nin yönettiği bir özerk federasyon olan bu bölge, kendi özgürlüğüne düşkün Basklılar tarafından kültürel bir yönetim biçimiyle yönetilmektedir aslında. Bask Bölgesi’nin sınırları sadece İspanya’da değil elbette, güney Fransa’dan da bazı bölgeleri içerisinde bulunduran bu federasyonun/halkın tek bir yaşam arzusu var; yüzyıllardır burada biz yaşıyoruz, bu sebepten ötürü burayı biz yönetiriz. İspanya’da Franco döneminden itibaren silahlı bir direniş gösteren yerel halk, 1979 senesinde bağımsızlıkları tanınmasına rağmen silahlı mücadelesine devam etmiştir. Hem siyasi hem silahlı hem de kültürel olarak Bask kültürünü koruyan bu bölge, asıl konumuz olan futbolda da kendi hikâyelerini oluşturmuştur.

Bilbao’nun inat sermayesi

Bask bölgesinin en eski takımlarından biri olan Athletic Kluba ya da bilinen adıyla Athletic Bilbao, 1898 yılında kurulup 1911’den beri sadece Bask bölgesinde doğan futbolcuları oynatarak tarihe geçmiştir. Bilbao, 1911 yılında bir Copa del Rey maçında “uygun olmayan yabancı oyuncu” oynatmaktan dolayı suçlanmasının ardından tarihin yönünü değiştiren bir karar alarak yalnızca Bask bölgesinde doğmuş futbolcuları oynatmaya başlıyor. Şimdi tarihe geçmek kavramını abartı bulanlar için şöyle bir örnek vermekte fayda var; Türkiye’nin nüfusu 80 milyonun üstünde olmasına rağmen hâlâ büyük bir yerli oyuncu problemi yaşanırken Bask bölgesinin aktif nüfusu yalnızca 2,5 milyon… Bu zor kararın daha rahat anlaşılabilmesi için böyle bir kıyaslama faydalı olmuştur diye düşünüyorum. Elbette hayatta verilen her karar gibi bu karardan da makul açıklamalar sonucunda vazgeçilebilirdi fakat bu yoldan geri dönülmedi, bence bunun sebebiyse Basklıların içinde yatan uslanmaz inat ve isyan genetiğiydi…

2,5 milyondan 5 üst seviye kulüp…

Bask bölgesinden çıkan tek futbol kulübü Athletic Bilbao değil. İspanya’nın en üst ligi olan LaLiga’da yer almış Deportivo Alavés, Eibar, Osasuna ve Real Sociedad da Bask bölgesinin takımları olarak 2,5 milyonluk yerel halklarını temsil ediyorlar. Bu beş kulübün arasında da elbette çok sıkı bir rekabet var hatta aralarındaki maçları Bask derbisi olarak adlandırıyorlar. Fakat Bilbao’yu diğer Basklılardan ayıran en kritik nokta, LaLiga’nın kuruluşundan beri bir alt lige düşmeyen üç kulüpten biri olması… Diğer ikisi kulüp ise tahmin edileceği üzere Real Madrid ve Barcelona…

Farklılıkta anlam bulmak…

Açıkça söylemek gerekirse bana bu yazıyı yazdıran olgu, Bask bölgesinin tarihî ve isyan sermayesi kadar Athletic Bilbao’nun nefis inat kültürü oldu. Karmaşık cümlelere ve içinden çıkılmaz betimlemelere gerek olmadan kendi içerisinde oyuna kural koyan; kültürünü, dilini, tarihini dünyaya futbol ile pazarlayan Athletic Bilbao, aslında onca yıllık bağımsızlık geleneğine en büyük katkıyı sağlamış oldu. Hem de tek bir kişiye zarar bile vermeden. Sadece oyununu, çocuğunu, komşusunu, dilini ve San Mames’teki enfes taraftarını ön plana sunarak “Biz, varız!” dedi. Sporun birleştirici gücünü, sınırları yıkmasını veya tüm dünya dillerini tek haneyi düşürmesini defalarca kez kendi yayınlarımda anlattım fakat bu sefer konu bambaşka kıymetli okurlar. Konu, bağımsızlık geleneğine üretimle cevap vermek. Konu, bir avuç kadar nüfusa bir futbol kültürü sığdırmak. Ve konu; her şeye inat kendi çocuğunu, dildaşını ve sokaklarını el ele tutuşturup bir mana uğruna yürütmek.

Gana kökenli iki Basklı…

Ganalı bir anne babaya sahip olan Inaki Williams ve Nico Williams kardeşler, şu an Athletic Bilbao’nun ilk 11’nin değişmez parçası… Ağabey olan Inaki, Gana Millî Takımı’nı seçerken küçük kardeş Nico, İspanya Millî Takımı’nda forma giymekte. Fakat bu iki kardeşi sadece millî takım tercihleri ayırmıyor… Annesinin karnında Sahra Çölü’nü geçen Inaki, Bilabo’da ilk forma giydiği zamanlar yaşadığı ırkçılıkları ve zorlukları anlatmakta hâlâ zorluk çekiyor. Öyledir, küçük kardeşler biraz daha şanslı doğarlar, Nico da onlardan biri…

Gana’dan İspanya’ya iltica eden bir ailenin çocukları olan Williams kardeşler, kendilerini yarı Basklı olarak adlandırıyor. Göçmen olarak yaşadıkları İspanya’da büyük oğulları Inaki’nin futbol tutkusu bu aileye bir yaşam şansı, bir azınlık hakkı tanıdı. Küçük kardeş Nico ise daha şanslı bir ortama doğmuştu. Baba Williams’ın evi geçindirebilecek bir işi, ağabeyinin yıllar ilerledikçe futbolda kendini kanıtlaması ve küçük kardeşin kendini ağabeyinin yoluna atması…

Şu anki hayatlarını Athletic Bilabo’ya borçlu olduğunu söyleyen Williams kardeşler, Bask kökenli olmayıp Athletic Bilbao takımında forma giyen ilk futbolcular olarak tarihe geçti. Özellikle Avrupa futbolundan çok ciddi ve elit takımların üç haneli tekliflerine direnen Bilbao yönetiminin, küçük kardeş Nico’nun İspanya ile Avrupa Şampiyonası’nı kazanmasından sonra bu tekliflere daha ne kadar direneceği merak konusu. Fakat Basklıların her yerde kendini belli eden inatçılıkları, bu iki olağandışı yeteneği satmayarak da Avrupa futbolunun ayarlarını bozduğunu açıkça gösteriyor…

Türkiye’den bir Bilabo çıkmaz mı sorusu?

“Evet bir gün biz de Süper Lig’de yer alacağız… Evet bir gün biz de Süper Kupa’yı kaldıracağız” diyen Altınordu Kulübü Başkanı Seyit Mehmet Özkan’nın “Basklılar yapıyorlarsa biz neden yapmayalım…” düsturu aslında bir dönem hepimizi heyecanlandırmıştı. Athletic Bilbao ile kardeş kulüp olduklarını duyuran İzmir kulübü, kadrosunda sadece İzmirli olanlar oynar değil de kadromuzda yabancı futbolcu oynatmayacağız diyerek bu yola baş koymuştu. Cengiz Ünder, Çağlar Söyüncü, Berke Özer ve Barış Alıcı gibi Süper Lig’e ve Avrupa’ya birçok futbolcu kazandıran Altınordu Kulübü, neden bu sene U17 Elit B Ligi'nde mücadele eden U17 takımı ile gelişim liglerindeki U14 ve U15 takımlarını kapattı?

Neden Seyit Mehmet Özkan kulübü devretme kararı aldı? Bu idealizm, Türkiye futbolunun hangi çılgın kapanına takıldı? Bu bambaşka bir yazının konusu olur fakat Altınordu Kulübü Başkanı olan Seyit Mehmet Özkan ile olan bir anımı anlatarak yazımı tamamlamak isterim.

Ege Üniversitesi’nde okurken başkanla bir gün tanışma ve hatta sohbet etme şansı elde etmiştim. O dönem “Wonderkid” olarak Türk futbol piyasasına çıkarılmaya hazırlanılan Enis Destan’nın transferi hakkında birkaç soru sorduktan sonra konu yine memleket futbolundaki problemlere geldi.

Neden Altınordu büyüklere futbolcu satarken işi biraz daha zorlaştırıyor, neden gençleri ilk olarak Avrupa’ya göndermek istiyor diye bir soru yöneltmiştim sayın başkana. Bana verdiği cevap bir örnek aracılığıyla olmuştu ve sanırım bu dönüt, memleket futbolundaki birçok soruna ışık tutuyordu.

Seyit Mehmet Özkan’nın bana cevabı şu şekildeydi:

“Sevgili Muhammed, Barış Alıcı’yı Fenerbahçe’ye sattık. O dönem Cocu vardı teknik direktörlük görevinde, baktık Barış oynatılmıyor, oynatılmayı bırak süre dahi bulamıyor ve durum da bizim canımızı sıkıyor. Kulüple iletişime geçmek istedik fakat sonrasında Cocu ile yollarını ayırdı Fenerbahçe, yerine Ersun Yanal’ı getirdi. En azından biraz umutlandık Barış’ın oynaması konusunda, nihayetinde yerli bir hoca, anlaşması daha mümkün olur genç ve yerli bir futbolcuyla. Fakat Ersun Hoca da uzun bir süre forma şansı vermedi Barış Alıcı’ya. 1,5 milyon euro’ya sattığımız kıymetlimiz, doğru dürüst forma şansı bulamamıştı hala İstanbul’da. Dayanamayıp Ersun hocaya sordum bir gün. Biraz da sitem ederek, ‘Hocam bu Barış’a oldukça fazla talip vardı, çok yetenekli bir futbolcu, neden şans vermiyorsun’ diye…

Verdiği cevap ise manidardı…

‘Sayın Başkan yarın Barış’ı oynatıp maçı kaybetsem bana ne kadar sabrederler, tribün bana ne kadar daha sahip çıkar, kamuoyu ne kadar arkamda durur, bu sebepten ötürü şu an riske giremem. Keşke girebilsem ama bunu yapamam…’

İşte Barış konusu da Altınordu konusu da transfer konusu da böyle…”

Sayın Seyit Mehmet Özkan’ın bana söylediği bu cümleleri ve örneği unutmam pek mümkün değil sevgili okurlar… Türkiye’den bir Bilabo çıkmaz mı sorusu ise Bilbao olmaya en yakın olan kulüp olan Altınordu’nun şu anki durumuyla cevaplanmış olur…