Melis Buyruk: “Zanaat, çağdaş sanatın ayrılmaz parçası”

Haberin Eklenme Tarihi: 11.09.2025 13:11:00 - Güncelleme Tarihi: 11.09.2025 13:27:00
Sanata yönelme süreciniz nasıl başladı? Seramikle kurduğunuz bağ ne zaman ve nasıl oldu? Bu ilginizin temelinde ne yatıyor?

Çocukluğumdan beri ellerimle bir şeyler üretmeye yatkın biriydim. Resim yapan, bebeklerine kıyafet diken, sürekli yeni şeyler deneyen o klasik “kreatif çocuk” hikâyesi bende de vardı. Ancak seramik okumak gibi bir fikir başlangıçta hiç aklımda yoktu. Üniversitede seramik bölümünü kazandıktan sonra da bu malzemeyle ilişkim hemen kurulmadı; hatta ilk yıllarda mesafeli olduğumu söyleyebilirim. Üçüncü sınıfta bir seramik sanatçısının atölyesinde yaptığım zorunlu staj, benim için kırılma noktası oldu. Orada hem malzemeyle hem de sanatçının malzemeyle kurduğu birebir ilişkiyle tanıştım. O süreçte seramiğin benim ana malzemem olabileceğine dair hayaller kurmaya başladım. Seramiğe ilgimin temelinde iki şey yatıyor. Birincisi, bu malzemeyi âdeta bir meditasyon aracı gibi görmem. Çalışma sürecinde yakaladığım o yoğun odak ve dinginlik hâli benim için vazgeçilmez. İkincisi ise teknik eğitimim sayesinde seramiğin diline hâkimiyetim. Ben mükemmeliyetçi bir sanatçıyım; işlerimde en kusursuz bitişi, en doğru tekniği arıyorum. Porselen de bana bu mükemmelliği sağlayan malzeme olduğu için başka bir malzemeyle benzer bir ilişki kurma ihtiyacı hiç hissetmedim.

“Habitat Kalila wa Dimna” adlı çalışmanız Louvre Abu Dhabi gibi son derece prestijli bir kurumda sergileniyor. Bu özel çalışmanızın ortaya çıkış sürecini ve Klila wa Dimna masalının size ilham veren yönlerini anlatır mısınız?

Pandemi döneminde, atölyemde tek başıma çalışırken masallara ilgi duymaya başladım ve klasik masalları okumaya yöneldim. Bu süreçte Kalila wa Dimna ile tanıştım. Bu eser, aslında La Fontaine masallarının daha Orta Doğu kökenli bir yorumu; hatta La Fontaine’e de ilham kaynağı olmuş, fabl türünün ilk örneklerinden sayılıyor. Bu bağlamda Doğu ve Batı kültürlerinin yüzyıllardır birbirleriyle kurduğu etkileşim beni çok etkiledi. Üretim pratiğimde doğadan unsurları ve doğaya ait parçaları bir araya getirerek masalsı bir dil kuruyorum. Bu yüzden Kalila wa Dimna’daki karakterleri, Habitat serimin merkezinde yorumlamak istedim. Bu masalda otoriteye verilmek istenen mesajların bu kadar naif ve dolaylı biçimde aktarılması, aynı zamanda kültürler arası etkileşimi görünür kılması, bu çalışmamın çıkış noktasını oluşturdu.

Eserlerinizin kreasyon sürecinde hayvan formlarından yola çıkarak masallara ilgi duymaya başladığınızı belirtiyorsunuz. Habitat: Kalila wa Dimna’daki masal karakterlerini kendi hayal dünyanız, yani “Habitat” içerisinde taşımaya yönelik yaklaşımınız nasıl gelişti?

Pandemi sürecinde masallara yönelişimin ardından bu karakterlerin doğayla buluştuğu bir dil kurmak istedim. Hayvan figürlerinin masalsı anlatımla birleştiğinde ne kadar güçlü bir etki yaratabileceğini düşündüm ve “Neden bu karakterleri kendi hikâyem içerisinde, kendi Habitat’ımda yorumlamıyorum?” hissiyatı doğdu içimde. Kalila wa Dimna’daki çakal karakterleri dürüstlük/kurnazlık gibi insani duyguların çift yönlülüğünü simgeliyor. Bu karakterler, masalsı düzlemde ve bu bağlamda hem karanlık hem de aydınlık yönüyle bir ikiliği temsil etmekte. Tavşan; bilgeliği, sezgiyi ve dikkatli yaklaşımı sembolize ediyor. Kurbağa klasik olarak dönüşüm, geçiş ve adaptasyon kavramlarının simgesi sayılabilir içsel değişimi, farklı form ve haller arasında geçişi çağrıştırıyor. Yılan ise çoğu kültürde olduğu gibi bilgeliği, yeniden doğuşu ve bazen de tehlikeyi temsil ediyor; varlığıyla hem bilinmezliği hem de dönüştürücü potansiyeli hatırlatıyor. Bu sembolist dil, doğa ve hayvan formlarıyla kurduğum bağ üzerinden, ürettiğim eserlerin içine yerleşti. Böylece masaldaki karakterler sadece anlatı öğeleri olmaktan çıkıp Habitat’ımda somutlaşan, biçime bürünen varlıklara dönüştü.

3 Eylül itibarıyla Kore’deki Cheongju Craft Bienali’nde eserleriniz de sergilenmeye başladı. Bu davet nasıl geldi ve burada yer almak sizin için ne ifade ediyor?

Cheongju Bienali küratörü, New York’ta galerimi ziyaret ederek işlerimi görmüş, ardından portföyümü talep etmiş. Süreç böyle gelişti ve sonunda davet bana ulaştı. Bu benim için çok kıymetli. Çünkü hem Asya kültürü ile estetik açıdan işlerimin güçlü bağlar kurduğunu düşünüyorum hem de zanaat benim üretimimin merkezinde yer alan bir kavram. Porselenle çalışırken her detayı tek tek elde yapıyorum; zaman zaman ahşap ya da metal ustalarıyla iş birlikleri kuruyorum. Bu nedenle zanaatı çağdaş sanatın ayrılmaz bir parçası olarak görüyorum. Cheongju Bienali de uzun süredir takip ettiğim, çok değer verdiğim sanatçıların yer aldığı bir etkinlik. Burada bulunmak hem yaptığım işin görünürlük kazanması hem de doğru bir karşılık bulması açısından benim için çok anlamlı.

“Benim için porselen hem bireysel bir meditasyon hem de kültürler arası bir dil”
Chongju’da sergilenen işleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Bienalin “Re_Crafting Tomorrow” temasına nasıl yaklaştınız, nasıl bir bağ kurdunuz?

Bienalin bu yılki teması “Re_Crafting Tomorrow”, zanaatkârlığı insan, doğa ve nesneler arasında bir köprü olarak ele alıyor ve onu kültürel kimliğin bir parçası olarak vurguluyor. Bu yaklaşım benim üretim pratiğimle doğrudan örtüşüyor. Benim için porselen hem bireysel bir meditasyon hem de kültürler arası bir dil. Çalışmalarımda doğadan formları tek tek elde üretiyor, zaman zaman farklı zanaatkârlarla iş birliği yaparak malzemeyi çoğullaştırıyorum. Chongju’da sergilenecek eserlerimde de porselen çiçekler ve hayvan figürleri aracılığıyla doğayı yeniden kurduğum bir dünya sunuyorum. Burada el işçiliği yani zanaat, yalnızca bir üretim tekniği değil, aynı zamanda bir kültürel aktarım biçimi olarak var oluyor. Bu bağlamda işlerim, bienalin temasının işaret ettiği gibi, zanaatkârlığın geçmişle gelecek arasında kurduğu köprüyü görünür kılıyor.

24–27 Eylül tarihleri arasında 20. edisyonu gerçekleşecek Contemporary İstanbul’da da eserlerinizle yer alacaksınız. Bu yılki fuarda izleyiciyle nasıl bir seçki paylaşacaksınız?

Bu yıl Contemporary İstanbul’da yepyeni bir seriyle izleyicinin karşısına çıkacağım. Yaz boyunca Çin’in porselen başkenti Jingdezhen’de, iki ay süren bir sanatçı programına katıldım. Orada hem yeni bir kültüre adapte olmaya hem de yeni teknikler öğrenerek kendime farklı bir üretim ortamı kurmaya odaklandım. Dünyada savaşların ve pek çok olumsuzluğun yaşandığı bir dönemde, ben bu süreçte doğayla kurduğum bağa yoğunlaştım. Bu deneyimden doğan yeni serimin adı “Because Some Things Are Still Beautiful.” Bu seride, tüm çirkinliklere rağmen dünyanın özünde hâlâ var olan güzelliklere odaklanıyorum. Doğaya ait parçalar, hayvan figürleri ve organik formlar üzerinden kurguladığım yeni bir enstalasyonla izleyiciye bu hissi aktarmak ve hatırlatmak istiyorum.

Contemporary İstanbul gibi uluslararası bir platformda yer almak sizin için ne ifade ediyor? Bu tür fuarların sanatsal üretiminize ve görünürlüğünüze nasıl katkıları oluyor?

Bir süredir uluslararası bir galeri tarafından temsil ediliyorum; merkezi New York’ta olan ve aynı zamanda Orta Doğu’da da varlığını sürdüren bu galeri sayesinde yurt dışında görünürlüğüm güçlü. Ancak Türkiye’de herhangi bir galeri tarafından temsil edilmiyorum. Bu nedenle burada işlerimi göstermek ve izleyiciyle buluşmak için fırsatım oldukça sınırlı. Contemporary İstanbul benim için bu boşluğu dolduran bir alan. Üç yıldır galerim fuarda bana solo bir sunum yapıyor; bu yüzden her edisyon, İstanbul’da bir tür kişisel sergiye dönüşüyor. Fuarda üretimlerimi Türkiye’deki sanatseverlerle buluşturmak benim için çok kıymetli. Aynı zamanda uluslararası sanat profesyonelleriyle tanışmak, diğer sanatçıların üretimlerine tanıklık etmek, izleyicilerle doğrudan konuşup onların yorumlarını duymak bana hem ilham veriyor hem de üretimime yön veren değerli bir geri bildirim sağlıyor. Tüm bunlar nedeniyle Contemporary İstanbul benim için ayrı bir önem taşıyor.

Projelerinizin doğduğu yer olan atölyenize de değinmek isterim. Bir röportajınızda atölyenizde günde 18 saat çalıştığınızı söylemiştiniz. Bu uzun süreç boyunca zamanınızı nasıl yönetiyorsunuz? Yaratım süreci sizin için nasıl işliyor?

Bazen gerçekten 18 saate varan yoğun çalışmalar yapıyorum. Bu, özellikle sergiler ve fuarlar öncesinde belli teslim tarihleri yaklaştığında ortaya çıkan bir tempo. Atölyem ve evim aynı yerde, üst üste konumlandığı için zaman zaman kesintisiz bir şekilde çalışabiliyorum. Ancak bu süreci yorucu bir iş olarak değil, bir tür meditasyon olarak görüyorum. Porselenle kurduğum ilişki, beni sürekli odakta ve üretim içinde tutan bir keyif hâli yaratıyor. Yaratıcılığımı besleyen şeylerden biri de dönemsel kopuşlar. Bazen her şeyden uzaklaşarak tek başıma kalmam ya da seyahatlerim bana yeni fikirler getiriyor. Örneğin Çin’de geçirdiğim iki ay, yepyeni bir serinin doğmasına vesile oldu. Bu uzaklaşmalar düşünsel alanımı açıyor; atölyeye döndüğümde ise tüm bu fikirleri somutlaştırıp, teknik bir titizlikle işlerime dönüştürüyorum. Atölye benim için sadece bir mekân değil, bir üretimhane. Orada bulunduğum sürece odaklandığım tek şey yaratmak, üretmek ve detayları mükemmelleştirmek oluyor.

Sanatsal üretiminizde sizi en çok besleyen kaynaklar neler? Hangi disiplinlerden, düşünsel ya da görsel kaynaklardan ilham alıyorsunuz?

İlham kaynağım aslında hayatın kendisi; doğadan, sokakta gördüğüm ayrıntılardan, okuduklarımdan, hissettiklerimden besleniyorum. Ama en güçlü motivasyonum, yılmadan üretmeye devam eden diğer sanatçılar. Bir tiyatro oyununa gitmek, bir sinema filmi izlemek, bir müzik dinlemek ya da tutkuyla işini yapan bir sanatçının eserine tanıklık etmek bana en çok cesareti veriyor. Bazen kendi pratiğimde sorgulamalara düşebiliyorum. Fakat farklı bir sanatçının kendi alanında büyük, yoğun bir üretimine şahit olduğumda, bu bana üretmeye devam etmek için güçlü bir motivasyon sağlıyor. Dolayısıyla benim için en besleyici kaynak, farklı disiplinlerde üretilmiş sanat eserlerinin varlığı ve onları hayata geçiren sanatçıların tutkusu.

“İşlerim ilk bakışta yoğun ve detaylı görünebilir, ancak aslında içinde yalın bir denge barındırıyor”
Sanat dilinizi nasıl tanımlarsınız? Kendi işleriniz üzerinden baktığınızda sizi diğer sanatçılardan ayıran yönler neler olabilir?

Çalışmalarımı öncelikle kendi mükemmeliyetçiliğimin bir yansıması olarak görüyorum. Benim için güzellik çok temel bir kavram; üretimlerimde hiçbir zaman bu kavramdan uzaklaşmadan ilerliyorum. İşlerim ilk bakışta yoğun ve detaylı görünebilir ancak aslında içinde yalın bir denge barındırıyor. Farklı uçlar, farklı duygular ve çatışmalar bir arada var oluyor. İzleyiciyle kurmaya çalıştığım ilişki de yalnızca görünen nesne üzerinden değil. Benim için önemli olan, görünenin arkasındaki süreçle izleyicinin kurduğu bağ. Yani eserlerimdeki güzellik ve kusursuzluk arayışı, aynı zamanda izleyiciyi o görünür dünyanın ardındaki üretim sürecine tanıklık etmeye davet ediyor.

Çalışmalarınızda sıkça karşılaştığımız detaylı, tanımsız dünyalarda insan, bitki ve hayvan dokuları iç içe geçiyor. Bu alanlara duyduğunuz ilgi nereden geliyor? Bu kurgusal evrenleri oluşturma motivasyonunuz nedir?

Yaklaşık 7-8 yıl önce, bir sanatçı olarak ilgimin hep detaylarda yoğunlaştığını fark ettim. Olaylara, gördüğüm şeylere ya da başka sanat eserlerine bakarken, ilk dikkatimi çekenin her zaman detaylar olduğunu keşfettim. Bu farkındalık beni, dünyanın ve doğanın detaylarının neler olabileceğini sorgulamaya yöneltti. Sonunda doğanın detaylarının dokular olduğunu düşündüm. Bir çiçeğin dokusu, insana ait parçaların dokuları ya da hayvanların yüzeyleri aslında doğanın yapı taşlarıydı. Bu keşif, insan, bitki ve hayvan dokularının iç içe geçtiği tanımsız dünyalar kurgulamamın başlangıcı oldu. Dolayısıyla bu evrenlere duyduğum ilgi, kişisel olarak detaylara yönelen bakış açımdan doğuyor. Üretimlerimde de bu detayları büyüterek, yeniden kurgulayarak izleyiciyi doğanın görünmeyen katmanlarıyla buluşturmaya çalışıyorum.

Seramikle çalışan bir sanatçı olarak bu malzemenin size sunduğu ifade olanaklarını nasıl tanımlarsınız? Seramik sizin için yalnızca bir araç mı yoksa kavramsal bir tercih mi?

Benim için seramik özellikle de porselen hem kavramsal bir tercih hem de bir araç. Porselenin kırılganlığı, saflığı, yalınlığı ve taşıdığı duygusal yoğunluk, işlerimin kavramsal yönüyle doğrudan örtüşüyor. İzleyiciye geçen bu hassasiyet, benim tercih sebeplerimden biri. Diğer yandan, teknik açıdan porselene yıllardır hâkim olmam, ustalık düzeyinde bir ilişki kurmam da çok belirleyici. Ben mükemmeliyetçi bir sanatçıyım; dolayısıyla her zaman daha iyiye ulaşma isteğim, yeni bir malzemeye yönelmektense, porselenin imkânlarını daha ileri taşımaya odaklanmamı sağlıyor.

Seramik sanatı yüksek teknik bilgi ve sabır gerektiren bir alan. Bu zorluklarla kurduğunuz ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Çok iyi bir okulda çok sağlam bir teknik eğitim aldım; mezun olduğumda seramiğin kimyasından üretim yöntemlerine kadar tüm tekniklerine hâkimdim. Bu temel, zamanla deneyim ve yoğun çalışma disipliniyle birleşince daha da gelişti. Ben üretken ve disiplinli bir sanatçıyım; bu yüzden teknik anlamda ustalaştığımı söyleyebilirim. Sabır konusuna gelince, bence insan sevdiği şeye sabır gösterebilir. Seramikle çalışmak da benim için bir keyif, dolayısıyla sabır doğal olarak işin parçası oluyor. Tabii ki her yeni denemede riskler var: Fırından çıkacak sonucu beklemek hem heyecanlı hem de stresli bir süreç. Ama yılların deneyimi, dikkatli çalışma ve teknik bilgi bu riskleri büyük ölçüde azaltıyor. Benim için önemli olan, her geçen gün kendimi teknik anlamda yenilemek ve sınırlarımı biraz daha ileri taşımak. Yani zorluklarla ilişkim, onları sabırla ve disiplinle aşmak ve aynı zamanda o riskin getirdiği heyecanı üretimin canlı bir parçası olarak kabul etmek.

Türkiye’de ve dünyada seramik sanat eserleri nasıl bir evrim geçiriyor? Özellikle genç sanatçılar için bu alandaki imkânları ve karşılaşılan zorlukları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu iki açıdan değerlendirmek isterim. Öncelikle seramik, üretim maliyetleri diğer pek çok alana göre yüksek olan, aynı zamanda ciddi ekipman ve altyapı gerektiren bir malzeme. Üniversiteden yeni mezun bir sanatçı adayı için atölye kurmak, fırın, malzeme ve teknik donanım edinmek kolay değil. Bu imkânları yaratmak için çoğu genç sanatçı farklı işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bu da odaklarını dağıtabiliyor, kimi zaman da seramikten uzaklaşmalarına sebep oluyor. Dolayısıyla malzemenin teknik ve ekonomik zorlukları, genç sanatçılar için en büyük engel. Öte yandan, bugün global ölçekte seramiğin ciddi bir yükseliş yaşadığını görüyoruz. Uzun yıllar boyunca dekoratif bir alan gibi algılanıp çağdaş sanatın dışında tutulurken, bugün dünyanın en büyük galerileri ve müzeleri seramik sergilerine yer veriyor, yarışmalar düzenliyor. Pek çok uluslararası sanatçı seramiği çağdaş sanatın güçlü bir dili olarak araştırıyor ve üretiyor. Bence seramik, emek yoğunluğu ve sabır gerektirmesiyle, hız çağında daha da değer kazanacak bir malzeme. Bu yüzden genç sanatçılara tavsiyem, sabırlı olmaları ve bu süreçte malzemeye tutunmaları. Çünkü bugün zorlayıcı olan şey, yarın onların üretimini daha da kıymetli hale getirecek.

Bugüne kadar sizi en çok dönüştüren ya da sınırlarınızı zorlayan projeniz hangisiydi?

Aklıma gelen ilk şey 2018-2019 yıllarında yaşadığım süreç. Şimdiki galericim bana Dubai’deki ilk kişisel sergimi teklif etmişti ve işler için sadece dört ay süre vardı. Dört ay boyunca neredeyse sadece uykuya zaman ayırarak, ciddi bir disiplin ve yoğun bir tempoyla çalıştım. Vitamin destekleriyle ayakta kaldım ve sonunda sergiyi yetiştirdim. Bu hem fiziksel hem de zihinsel anlamda hayatımın en zorlayıcı dönemlerinden biriydi. Ama aynı zamanda çok dönüştürücü bir deneyimdi. Çünkü bu, benim ilk uluslararası sergim, ilk kez büyük ölçekli işler ürettiğim süreç ve atölyemde profesyonel bir ekiple çalıştığım ilk deneyimdi. Hem üretim süreci hem de ortaya çıkan sonuç açısından, sınırlarımı en çok zorlayan ve beni en çok dönüştüren proje kesinlikle buydu.

Röportajımızın sonunda, yakın gelecekte hayata geçirmeyi planladığınız projelerden ya da üzerinde çalışmayı hayal ettiğiniz bir işten bahseder misiniz?

Yakın dönemde öncelikli olarak Contemporary İstanbul var. Aynı zamanda şu anda Cheongju Craft Bienali’nde beş eserim sergileniyor ve bienal 2 Kasım’a kadar devam ediyor. Kasım ayında da bir art fair programım bulunuyor. Bu yıl için ayrı bir kişisel sergi planım yok. Daha çok yeni başladığım seriye odaklanmak, bu seri üzerinden daha fazla iş üretmek ve pratiğimi derinleştirmek istiyorum. Önümde birkaç fuar var ama bu dönemi aynı zamanda yeni seriyi geliştirmek için kendime zaman ayırabileceğim bir yıl olarak görüyorum.