Yumma gözün kör gibi: Âşık Veysel

Haberin Eklenme Tarihi: 20.11.2025 15:31:00 - Güncelleme Tarihi: 20.11.2025 15:44:00

Yazdığım başlık olan “Yumma gözün kör gibi”yi ilk olarak Fikret Kızılok’un bir şarkısı olarak duyulmuştur çoğunlukla. Biraz araştırınca şarkının sözlerinin Âşık Veysel’e ait olduğunu görmek mümkündür. Fikret Kızılok daha birçok Âşık Veysel şiirini şarkı formuna dönüştürmüştür.

Âşık Veysel Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde 1894 yılında doğdu. Yedi yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı yüzünden önce sağ gözünü, daha sonra da babasının elindeki üvendirenin saplanması üzerine sol gözünü kaybetti. On yaşında saz çalmaya başladı. Önceleri her âşık gibi “usta malı” deyişler çalıp söyledi.

Soyadı Kanunu’ndan sonra Şatıroğlu soyadını alan Âşık Veysel’i edebiyat dünyasına Ahmet Kutsi Tecer tanıtmıştır. A. K. Tecer’in ilk defa 5 Ocak 1931’de düzenlediği ve on beş âşığın çağrıldığı Sivas Âşıklar Bayramı’na katılanlar arasında Âşık Veysel de vardı. 1933’ten sonra, eski gezginci âşıklar gibi, elinde sazı ile hemen hemen bütün yurdu dolaştı. Bir ara köy enstitülerinde saz öğretmeni olarak da görev yaptı. İlk şiiri, Cumhuriyet’in 10. yıl dönümünde Atatürk için söylediği destandır. İlk şiir kitabı olan Deyişler 1944’te Ankara’da Halkevleri Genel Merkezi’nce yayımlandı. Şiirlerini daha sonra Sazımdan Sesler (1949) adlı kitapta topladı. Bütün şiirlerini bir araya getirdiği Dostlar Beni Hatırlasın (1970) ise son kitabıdır.

1952 yılında İstanbul’da adına büyük bir jübile düzenlenen Âşık Veysel’e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “ana dilimize ve millî birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlandı. Sağlığında, şiirlerini çalıp söylediği plakların yanında “Karanlık Dünya” adı ile kendisinin ve köyünün görüntülendiği bir de film yapıldı. 21 Mart 1973’te doğduğu köy olan Sivrialan’da öldü; aynı yerde toprağa verildi. Ölümünden sonra evi, içindeki bütün eşyaları ile korunarak müze hâline getirildi. Ölüm yıl dönümlerinde köyünde yapılan törenlerle anılmaya başlandı. [1]

“Vatan bizim, ülke bizim, el bizim”

Türk Halk Edebiyatı, Cumhuriyet döneminde gerçek temsilcisini Âşık Veysel'in şiirlerinde buldu. Kendinden evvelki âşıklardan elbette ki çağı itibarıyla yaşadığı toplumun meseleleri dolayısıyla farklılığı çoktur. Âşık Veysel, okuması yazması olmayan fakat derin bir tefekkür kapasitesine sahip, zengin gönüllü “olgun bir Anadolu köylüsü sembolü”dür. O, her şeyden önce bir “Türk köylüsü”dür. Yaşadığı muhit, kendi hayatında geçirdiği özel talihsizliklerle birleşince, kapanan gözlerinin ardında derinleşen gönül gözü, onu bugünkü Veysel hâline getirmiştir.

Doğumundan ölümüne kadar bütün hayat çizgisi bu mihver üzerinde dönüp durmuş fakat hiçbir zaman ümitsiz olmamış, dertlerini ve sevinçlerini ilk önce çevresi (köyü) ile, sonra Türk milleti ile paylaşmıştır. Şiirlerinde işlediği mevzular Allah sevgisi, millet sevgisi, aşk, tabiat, birlik ve kardeşlik duygularını ihtiva etmektedir. Her ne surette olursa olsun, şiirlerinde “iyimserlik” hâkimdir.

Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri adlı eserinde "Devir Cumhuriyet devri, asır yirminci asırdır. Dünya ayaklanmış aya giderken, Türkiye geri kalmıştır. Bu durum karşısında eski batıl inançlar artık bırakılmalıdır" diyor. Şair de "Bırak sar-öküzü varsın yayılsın" mısraı ile "Dünya sarı öküzün boynuzunda duruyor" inancıyla alay ediyor. Çağın başlıca özelliği “sanayi”dir. Bunu da fabrika temsil eder. Köylü Veysel her köşeye bir fabrika ister. Birçokları gibi onu da ilgilendiren konulardan biri, çağdaş medeniyet veya ilim ve teknik ile İslamiyet arasındaki münasebettir. Bazıları İslamiyet ile çağdaş medeniyetin birbiriyle uyuşamayacağı kanaatindedirler. Âşık Veysel, bu fikirde değildir. O, Mehmet Âkif gibi, İslamiyet’in ilerlemeye engel olmadığı inancındadır. Batıl inanç başka, din başka bir şeydir. Millî birlik duygusunun temeli olan dil, din, millet, bayrak, toprak, insan sevgisi Âşık Veysel’de fazlasıyla mevcuttur.

Vatan bizim, ülke bizim, el bizim

Emin ol ki her çalışan kol bizim

Ay yıldızlı bayrak bizim, mal bizim

Söyle Veysel övünerek, överek.”

Âşık Veysel, Atatürk'ün “Türk, öğün, çalış, güven” sözünü rehber edinmiş. “Vatan, ülke, kol, ay yıldız, mal, hepsi bizim”, "Kuvvet, birlikten doğar" sözlerinin hakiki temsilcisi olmuştur. Yavuz Bülent Bakiler, Türk Edebiyatı Dergisi’nin 109. sayısında, Âşık Veysel'le yaptığı bir konuşmada şöyle diyor: “Veysel elini kaldırıp sözümü kesti. Sonra tane tane konuşmaya başladı: 'Adam var, kökten bitmedir. Adam var, daldan yetmedir. Cahil adam, kökü bırakır da dala sarılır. Çünkü dalın meyvesi var, gölgesi var. Kökünse görünürde hiçbir şeyi yok! Üstelik toprak altında. Ama essah olan köktür. Çünkü kök kesilirse dal kurur da bir kara çalı, bir kaba vızıltı olur. Hâlbuki dal kesilirse, köke hiçbir şey olmaz. Aksine daha çok kuvvetlenir. Şimdi biz kökten koptukça bir kuru çalıya benziyoruz. Kökten bittikçe yeşerip meyve veriyoruz. Nazarımda cahil adam bir kuru çalı gibidir.'” [2]

“Dağlar çiçek açar, Veysel derd açar”

Veysel, kökü geçmişin derinliklerinde bulunan ve halk bilgimizin sınırları içinde kalan geleneksel edebiyatımızın son büyük değerlerindendir. Onun kişiliğinde geçmişin geleneksel halk deyişinin izleri bulunmaz. O, aydın toplantılarında bulunmuş, kalem ozanlarının deyişlerine kulak vermiş ve bu yüzden halk şiirimizde yeni bir çığırın öncüsü olmuştur. Sevgilisine bile kişiliğindeki vakarı gösterir ve ona “Bendeki aşk olmasa eğlenecek köşk bulaman, bu yüzden güzelliğin on para etmez” diyecek kadar vakurdur. Eğer fikirlerde ayrılık olmasa koyunun kurtla gezeceğini söylemekle, günümüzün yaşantısındaki gerçeği dile getirmesi kendinden önceki âşıklarda görülmez.

Bir organın yokluğu, bir başka organın gelişmesini etkiler. Bu bakımdan görme yeteneğinden yoksunların hafızaları çok güçlüdür. Bu yüzden çoğunlukla ya bir sanat dalında başarı sağlar, ya da hafız olurlar. İşte Veysel de bunu bildiği için gözlerinin görmemesini bir mutluluk bilmiş ve bundan bir sıkıntı duymamıştır. Gözlerinin açılmasını da bundan istememiştir.

Görmeyen gözleriyle mutsuz görünen âşıkımız, ölümsüzlüğün sırrına ermiş bulunmakta çok mutluydu. Bugün ona gösterilen yurt ölçüsündeki ilgi hiçbir halk ozanına nasip olmamıştır. Eskişehir Öğretmenler Derneği’ndeki konserinden sonra bazı öğretmenler, çekilen filmini beğenmediklerini söylerler, bu konuda düşüncesini öğrenmek istediklerini belirtirler. Onlara şu fıkrayla gereken cevabı vermiştir:

Bir kız evlenmiş, kocası çok çirkinmiş. Arkadaşları, kocasının çirkinliğini söyledikleri zaman, ‘Ne yapalım, babam evinde o da yoktu ya’ demiş. O da hiç yoktan kötü değil ya, hiç değilse sesimizi ve sazımızı duyanlar yüzümüzü de gördüler” dedi.

Çok zeki, ağırbaşlı, vakur bir aşıktı. Hiçbir şekilde sanatını bir kazanç vasıtası yapmadı. Hiçbir âşıkla da tartışmaya girmedi. O sadece kendi iç dünyasını gördü ve onun verdiği hazla çaldı. [3]

Âşık Veysel tanınmış şiirleri dışındaki deyişleri bir yana bırakılırsa yeterince ve gereğince irdelenmemiş; öteki yazdıkları inceden inceye tahlil edilmemiş bir ozanımızdır. “Dostlar beni hatırlasın”, “Toprak”, “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece” gibi ünlü deyişleri dışında onun gerçekten pek ince ve şiirsellik bakımından oldukça güçlü şiirleri de vardır. Üzerinde titizlikle durulmasını gereken bir şiiri de,

Bir ulu ağaçtan bir yaprak düşse / O anda acısın duyar iniler” deyişi ile başlayan şiiridir. Tabiatın özünde insan ve insanın özünde tabiat. Tabiat ile insanoğlu bu deyişlerde özdeşleşiyor ve Veysel, “Dağlar çiçek açar Veysel derd açar” diyerek varlığın, var oluşun felsefesini yapıyor. Âşık Veysel’i böylesine ince, derin samimi, sevecen, duygusal, coşkun, engin gibi... deyişlere götüren nedir? Biraz bu noktada sözü yoğunlaştırmak gerek. Burada Âşık Veysel'i iki yönden irdelemek gerekir. Bir yönüyle yaşadığı hayat çizgisi doğrultusunda Veysel, ikinci yönüyle âşıklık geleneği çizgisinde Âşık Veysel.

Daha hayat çizgisinin başında toplumsal bir felaket olarak nitelenebilecek bir “çiçek” salgını, yedi yaşındaki yoksul Veysel'in hem gözlerini hem de dünyasını karartıyor. İşte ondan sonra da küçük Veysel dert üretmeye başlıyor. Ne zamana dek? Tam kırkına dek...

Anadolu'da bir söz var. Kırkında sonra başlanan ya da girişilen bir iş için söylenir: “Kırkından sonra teneşir paklar” ya da “Teneşire kadar” Âşık Veysel'in âşıklığı da buna benziyor. Kırkından sonra dili çözülüyor, ölümüne kadar sürüyor...

Kırk yaşından sonra kalbime ilham

Erişti Mevla'dan bir ihsan oldu.

Hakk'ı bilenlere hazırdır her an,

İnkâr edenlere sır nihan oldu.”

Onun bu yolda yürümesine destek verenleri de hayırla yad etmek gerekir. Başta Anadolu kültürüne ve folkloruna kendisini adamış değerli sanatçı Ahmet Kutsi Tecer'i, sonra Sabahattin Eyüboğlu, Cevat Dursunoğlu, Muzaffer Sarısözen'i.

“Bir Veysel gider, bir Veysel gelir”

Kısacası kırk yaşına kadar kendi iç dünyasında dertlerini bir yumak gibi ören Veysel'in hayat çizgisi, Âşık Veysel'in oluşumunda önemli bir rol oynar. İkinci yönü, yani âşıklık geleneği çizgisinde ve içinde Âşık Veysel ise üzerinde ağırlıklı olarak duracağımız yönü olacak. Bugüne değin çok konuşuldu ve tartışıldı. “Âşıklık geleneği Âşık Veysel ile son buldu. Zincirin son halkası Âşık Veysel oldu” diyenlere karşılık; Âşık Veysel'in kendi deyişi ile “Bu millet nice Veyseller doğurur” tezini savunanlar da oldu. Nitekim Feyzi Halıcı, “Bir Şiirin Hikâyesi” adlı yazı dizisinde Âşık Veysel ile ilgili anılarını anlatırken bu konuya bir parça olsun açıklık getirdi. Bu anılarda Veysel’in hasta yatağında söylediği şu sözleri bu tezi oldukça güçlendirmektedir: “Türk milleti var oldukça analar nice aslanlar, nice Veyseller doğurur. Bir Veysel gider, bir Veysel gelir.

Çiçek hastalığından gözlerini yitirince babası bu zavallı çocuğun eline eğlensin diye bir saz tutuşturuyor. Bundan sonra âşıklık geleneğinin kuralları işlemeye başlıyor. Bir de babasının saz şairleriyle haşır neşir olması, evlerinin saz şairlerinin uğrak yeri olması buna eklenirse küçük Veysel'in bu yolda fazla zorlanmadığını söyleyebiliriz. Artık o usta malı deyişleri öğrenmekte ve ezberlemektedir. Geleneğin ikinci aşamasına geçilmiştir. Ahmet Yesevi’den, Yunus’tan, Kaygusuz’dan gelen ilham kaynakları Karacaoğlan, Kerem, Zihni, Dertli, Emrahlar ile coşkun bir sel olur.

Neyim ne olacak elde neyim var

Karacaoğlan Dertli Yunus soyum var

Mansur'a benzeyen bazı huyum var

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar” [4]

Notlar

[1] Aydın Oy, Âşık Veysel, TDV İslâm Ansiklopedisi, 1991, İstanbul, 4. cilt, s. 6.

[2] M. Halistin Kukul, Aşık Veysel’in Şiirlerinde Millî Birlik Duygusu, Millî Kültür, 1984, Ankara, 45. sayı, s. 63-64.

[3] Vehbi Cem Akşun, Bir Kaybın Ardından: Anıların Işığında Âşık Veysel, Sivas Folkloru, 1973, Sivas, I. cilt, 7. sayı, s. 9-10.

[4] İsmail Parlatır, Âşık Veysel Dert Açar, haz. Mehmet Yardımcı, 50. Kültür ve Sanat Yılında Dr. Mehmet Önder’e Armağan, 1996, Ankara s. 129-131.