Filmi baştan yaratmak: Kurgu
Haberin Eklenme Tarihi: 19.07.2025 20:06:00 - Güncelleme Tarihi: 19.07.2025 21:03:00Sinema perdesi; hayatı, hayalleri, korkuları, zaferleri, tasavvurları ve daha pek çok deneyimi yansıtan bir ayna gibidir. Her filmin anlattığı bir hikâye vardır; duygularımıza, hayal dünyamıza, acılarımıza, mutluluğumuza ya da anılarımıza dokunur anlatılanlar. Bu dokunuş sadece olay örgüsüyle yaratılmaz; bazen bir sahne, bazen bir diyalog, bazen eşlik eden müzik, bazen tek bir kare bizi derinlemesine etkiler. Peki bu bütüncül etkinin arkasında kimler var? Yani filmleri kimler yapar? Senarist, yönetmen, sanat yönetmeni, görüntü yönetmeni, tasarımcılar, kurgucular, sesçiler… Belli ki kalabalık bir ekip var bu yaratımda. Robert Kolker’in Film, Biçim ve Kültür kitabında belirttiği gibi yaratıcı bir çalışmanın birçok yaratıcısı bulunur ve bu yaratıcı üyeler büyük bir emekle iş birliği içinde çalışırlar. Film yaratıcıları da önümüze ham ve işlenmemiş bir gerçeklik sunmazlar; büyük emeklerle tasarlanan onlarca, hatta bazen yüzlerce saatlik çekimi bir kuyumcu titizliğiyle işler; bir şairin kelimeleri seçtiği gibi görüntüleri ve sesleri seçip en etkileyici ve sanatsal hâliyle bir hikâye izletirler. İsimleri jenerikten akıp gitse de onlar perdenin arkasındaki asıl kahramanlardır… Bu kahramanlar arasında ham maddeyi sanat eserine dönüştüren, hikâyeye kalp atışı kazandıran, filme son hâlini veren kurgucunun, kurgu yönetmeninin rolü ise tartışmasız büyük bir öneme sahiptir. Gelin, bu önemli rolün sinemadaki yerini, teknik ve sanatsal dokunuşlar ekseninde -emek deneyimlerini aktaran kurgucuların da aktarımıyla birlikte değerlendirelim.
Kurgucu: Ritim ve duygunun mimarı
Kurgucu (editör), kurgu odasının yalnız savaşçısı, yönetmenin en mahrem sırdaşıdır. Elindeki yüzlerce metrelik film şeridi ya da terabaytlarca dijital dosya, onun için bir enstrümandır. Görevi, bu enstrümanı kullanarak filmin senfonisini bestelemektir. Kurgucunun işi teknik bir “kes-yapıştır” operasyonundan çok daha fazlasıdır. O, bir ritim ustasıdır. Hangi planın ne kadar uzun kalacağına, hangi anda kesme yapılıp diğer görüntüye geçileceğine karar vererek filmin temposunu ayarlar. Filme son biçimini veren, filmi yapımcının ya da yönetmenin isteklerine uyumlu hâle getiren kişidir. Yayın sektöründeki editör ile görevi bu noktada benzerdir diyebiliriz. Kitabı yayınevinin ve yazarın istekleri doğrultusunda yayımlanabileceği en iyi hâliyle hazırlayan ve okura en cazip şekliyle sunan editörle film için de aynı kaygıları hisseder kurgucu. İkisi de sürecin her aşamasında hikâyeye doğrudan dâhil olabilir; anlatımda fazla olan yerleri silebilir, başka yere taşıyabilir, bağlam sorunlarını halledebilir, teknik eksiklikleri düzeltebilir.
Film kurgusu, Edward Dmytryk’in Sinemada Yönetmenlik adlı kitabında belirttiğine göre kurgucu tarafından kabaca üç kategoride gerçekleştirilir: kesme (cutting), bağlama (editing) ve montaj (montage). Bu teknik ayrımlar zaman zaman bir ekol kapsamına girip keskin sınırlarla uygulanır, zaman zamansa birlikte kullanılır. Montaj özellikle erken dönemde duyguların ortaya çıkarılması adına kurgucuların vazgeçilmez tekniği olmuş, ilerleyen zamanlarda yani diyaloğun devreye girmesiyle kesme ve bağlama teknikleri daha fazla tercih edilmiştir. Ama yapılan iş elbette bu üç unsurla sınırlı değildir.
Kurgucunun asıl gücü, duyguları yönetme yeteneğinde gizlidir. Erken döneme baktığımızda efsanevi kurgu teorisyeni ve yönetmeni Sergei Eisenstein, “entelektüel montaj” kuramıyla birbiriyle alakasız iki görüntünün peş peşe getirilerek tamamen yeni bir anlam ve duygu yaratılabileceğini göstermiştir. “Potemkin Zırhlısı” (1925) filmindeki ikonik “Odessa Merdivenleri” sahnesi bunun en güçlü kanıtıdır. Askerlerin mekanik adımları, kaçışan sivil halk, parçalanan bir gözlük ve en önemlisi, basamaklardan aşağı yuvarlanan bebek arabası... Bu planların hiçbiri tek başına aynı dehşeti yaratmaz. Ancak Eisenstein’ın montajı, bu görüntüleri bir araya getirerek seyircide çaresizlik, öfke ve isyan duygularını ateşler.
Fernando Meirelles’in yönettiği "Tanrıkent" (City of God) (2002) filmindeki o baş döndürücü kurgu, Rio de Janeiro’nun favelalarındaki hayatın kaotik ve enerjik ritmini seyirciye doğrudan hissettirir. Tavuğun peşindeki koşuşturmacayla açılan ve kapanan film, kurgunun nasıl bir anlatım aracı olabileceğinin dersini verir. Burada kurgucu Daniel Rezende, sıçramalı kesmeler (jump cut), hızlı montaj ve dondurulmuş kareler gibi teknikleri kullanarak sadece bir hikâye anlatmaz, aynı zamanda o dünyanın atmosferini seyircinin damarlarına enjekte eder.
Günümüz sinemasının en önemli kurgu felsefecilerinden Walter Murch (“Apocalypse Now”, “The English Patient”) ise kurguyu “duygu %51” kuralıyla özetler. Murch'a göre iyi bir kesmenin öncelikli amacı, o anda hikâyenin gerektirdiği duyguyu seyirciye yaşatmaktır. Hikâyeyi ilerletmek, ritmi tutturmak veya göz takibini sağlamak gibi diğer tüm teknik kurallar, bu temel amacın ardından gelir. Martin Scorsese'nin usta kurgucusu Thelma Schoonmaker’ın “Kızgın Boğa” (Raging Bull) filmindeki boks sahneleri, Murch’un felsefesinin âdeta bir tezahürüdür. Schoonmaker, ağır çekimle stilize edilmiş şiddeti, ringin dışındaki hayatın gerçekçi sesleriyle ve karakterin iç dünyasını yansıtan ani kesmelerle birleştirerek, bir boks maçını Jake LaMotta’nın ruhsal çöküşünün bir metaforuna dönüştürür. Seyirci sadece yumrukları değil, karakterin acısını ve öfkesini de hisseder.
Teknikler bir kenara, edim işlemi tabii ki ayrıntılara odaklanabilen, ritim için keskin gözlere ve muazzam bir görsel hafızaya sahip kurgucu ile ustalıkla işlendiğinde ancak muntazam bir seyir deneyimi elde edilir. Zira iyi bir kurgucu hareketin nasıl kesileceğini, insanların sahneye nasıl sokulacağını ya da çıkarılacağını, aksama olmaksızın devamlılığı sağlayarak sahnelere nasıl akış kazandıracağını iyi bilir; filmi kusurlarından arındırırken ona bambaşka bir perspektif katar. Hep söylenegelir: “Birçok kusurlu ya da kötü film kurgu masasında kurtarılır” diye. Hakikaten de öyledir, kötü bir film iyi kurguyla kurtulabilirken; iyi bir film de özensiz bir kurguda mahvolabilir. Yani görev, anlaşılacağı üzere oldukça kritik. Biliriz ki iyi bir hikâye iyi ellerde başyapıta dönüşür; zamanını aşarak nesilden nesle izlenen bir sanat eseri hâline gelir.
Kurgu yönetmeni: Vizyonun koruyucusu ve orkestra şefi
Büyük prodüksiyonlarda veya karmaşık post-prodüksiyon süreçlerinde karşımıza çıkan Kurgu yönetmeni (supervising editor), genellikle kurgu ekibinin lideridir. O, projenin genel kurgu vizyonunu belirleyen, yönetmen ve yapımcılarla sürekli iletişim halinde olan bir orkestra şefi gibidir. Birden fazla kurgucunun çalıştığı projelerde, anlatım bütünlüğünü ve stilistik tutarlılığı sağlamak onun sorumluluğundadır.
Kurgu yönetmeni, kurgu sürecinin en başında, bazen senaryo aşamasındayken bile devreye girer. Yönetmenin ne istediğini anlar, bu vizyonu kurgu ekibine aktarır ve sürecin sorunsuz işlemesini temin eder. Teknik iş akışını planlar; ses kurgusu, görsel efektler ve renk düzenlemesi gibi diğer post-prodüksiyon departmanlarıyla koordinasyonu sağlar. Kurgucu daha çok tekil sahnelerin ritmi ve duygusuyla boğuşurken; kurgu yönetmeni filmin genel yapısına, makro ritmine ve anlatısal arkına odaklanır. Woody Allen ve kurgucusu Ralph Rosenblum’un “Annie Hall” üzerinde çalışırken yaptıkları tam da budur. Başlangıçta dağınık bir bilinç akışı olan filmi, kurgu masasında yeniden keşfederek Alvy ve Annie’nin ilişkisine odaklanırlar ve sinema tarihinin en özgün romantik komedilerinden birini yaratırlar. Bu süreçte Rosenblum, dolayısıyla sadece bir kurgucu değildir; aynı zamanda filmin anlatısal yapısını şekillendiren bir kurgu yönetmeni gibi davranmıştır.
Kurgu yönetmeni, ayrıca bir kalite kontrol mekanizmasıdır. Kaba kurguyu (rough cut) izler, notlar alır, anlatıdaki boşlukları veya ritimdeki düşüşleri tespit eder ve kurguculara bu sorunları gidermeleri için yol gösterir. Onun varlığı, yönetmenin vizyonunun kurgu odasının teknik ve yaratıcı karmaşasında kaybolmamasının teminatıdır.
Kurgu danışmanı: Dışarıdan gelen taze göz
Kurgu danışmanı (editing consultant), sinema endüstrisinde standart bir rol olmasa da özellikle projenin tıkandığı veya yönetmenin/yapımcının bir “profesyonel başka bir göze” ihtiyaç duyduğu anlarda devreye giren kritik bir figürdür. Genellikle projeyle en başından beri ilgisi olmayan, deneyimli bir kurgucu veya yönetmendir. Bu “dışarıdan” olma durumu, onun en büyük avantajıdır.
Aylardır aynı materyalle çalışan yönetmen ve kurgucu, zamanla “ormanı görmekten ağaçları kaçırabilir.” Çekim sürecinin zorlukları, sette yaşananlar veya bir sahneye duyulan duygusal bağ, objektif karar vermeyi zorlaştırabilir. İşte kurgu danışmanı, bu noktada hikâyeyi ilk kez izleyen bir seyirci gibi saf ve önyargısız bir bakış açısı sunar. Anlatıdaki problemleri, karakter motivasyonlarındaki eksiklikleri veya seyircinin filmden koptuğu anları çok daha net bir şekilde görebilir.
Kurgu danışmanının rolü, “Bu sahneyi çıkar, şunu ekle” demekten ziyade, doğru soruları sormaktır: “Bu hikâye aslında ne hakkında?”, “Seyircinin bu sahnede ne hissetmesini istiyoruz?”, “Bu karakterin asıl amacı ne?”… Bu sorularla, proje ekibinin kendi cevaplarını bulmasına ve tıkandıkları noktadan çıkmalarına yardımcı olur.
Kurguyu, profesyonellerden dinlemek: Benjamin Mirguet ve Wim Vanacker
Peki, biz bu kadar anlattık ama işin profesyonelleri kendi yaptıkları işi nasıl anlatıyorlar? 17 Temmuz’da TRT 12 Punto 2025’te gerçekleşen “Senaryo Masasında Yazmak ve Kurgu Odasında Yazmak” adlı panelde Kurgucu, Yönetmen ve Festival Programcısı Benjamin Mirguet ile Cannes Film Festivali Kısa Film Yarışması Seçici Kurul Üyesi, Kurgu Danışmanı ve Eğitmeni Wim Vanacker; bir filmi yeniden yazmanın büyülü yolculuğunu kendi deneyimleriyle anlattılar. Onlar için kurgu neydi, bu iş nasıl yapılırdı, dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdi, merak edilen tüm bu sorular onların aktarımıyla cevap buldu.
Mirguet’e göre yaptıkları iş oldukça karmaşık bir tanıma sahip. Çünkü tanım kadar uygulaması da çeşitli pek çok yöntemle yapılır. Ona göre; sinematik dil özgündür, yaratıcılık gerektirir ve kurgu bu yaratıcı dilin oluşması için açık bir alan sunar filme. Senaryo ile görüntü arasında bir köprü oluşturur; aynı şekilde senaristle yönetmen arasında da… Kurgu masası bu anlamda iki tarafın unutabildiği, göz ardı edebildiği ya da fark etmediği unsurları bir cevher gibi ortaya çıkarabilir, sapmaları ortadan kaldırabilir, yepyeni bir inşa yaratabilir. Amaç, filmin etkileyiciliğini arttırmak, projeye prodüksiyon değeri katmaktır. Şöyle diyor kendi çalışma biçimini aktarırken Mirguet: “Kurguya genelde senaryoya bakmadan gelirdim eskiden. Elimde sadece görüntü olurdu. Hangi anları sinemaya uygun diye bakardım. Benim için sinema dili önemliydi. Kurguda bambaşka bir şey öne çıkabiliyor, yönetmen de filme nihai bir gözle baktığında senaryodaki hikâyeden uzaklaşabiliyor. Bu yüzden senaryo ile görüntü arasında köprü kurmanın kurgu açısından önemli olduğunu anladım. Çünkü biz de senaryoyu kurgu esnasında etkileyebiliyoruz.”
Filmin en iyi anlarını yapmakla görevli olduklarını belirten Miguet, öngösterimlerin bu konuda çok önemli olabileceğini de vurguluyor: “Bir editör olarak filmi, öngösterimlerde ve festivallerde izleyici üzerindeki etkisi ile okumaya çalışırım ve bu test gösterimlerini dikkate alırım. Bu gösterimleri genellikle çok spesifik sorularımıza cevap aramak için kullanırız. Bir sahnede verilmeye çalışılan duygunun iyi yansıtılıp yansıtılamaması gibi… Bunları çeşitli metotlarla izleyicilerin tepkileri üzerinden anlamaya çalışırız. Ona göre yeniden kurgu gerektiriyorsa yaparız veya yapmayız.” Kurgu masasında yaptıkları işin iyileştirme özelliğine dair ise şöyle diyor: “Yönetmenin aldığı risklere bağlı olarak pek çok şey düzenlenebilir; ışık, açı… Hatta kötü çekilmiş bir film bile bu masada bambaşka bir hâle getirilebilir.”
Bir kurgucu gözünde filmi iyileştirmek bu şekilde kurgu masasında gerçekleşirken bir danışman olarak filmlere dokunan Wim Vanacker ise editörün hikâyesine odaklanmanın önemine vurgu yapıyor. Yapısal olarak realiteye yakın, duygusal olarak da bağları kuvvetli tutacak ilhamları vermek, onun için Vanacker’in danışmanlığında oldukça önemli. Bunu görmek adına ise içgüdüye güvenmek gerekiyor. “Sinema bir iletişim yoludur. Anlaşılmak için çeşitli araçlar kullanırız. Benim yaptığım iş, bu anlaşılırlığı daha iyi hâle getirmek. Bu yüzden yazar ile yönetmenle diyaloğu iyi kurmak gerekiyor. Bir engel varsa bu engeli ortadan kaldırmak için çözüm üretebilmeli, düşüncemizi dayatmaya çalışmamalıyız danışman olarak. İçgüdülerimize bu anlamda güvenmeliyiz sadece. Çünkü hikâye; evrimleşen, dönüşen bir şey. Özünü bulmak ve bu özü en iyi şekilde sunmak için doğru insanlarla buluşmamız gerekir.” Hikâyenin dönüşüm evresini ise şöyle açıklıyor: “Herkes başta senaryoyla evlidir. Ama kurgu esnasında bazen senaryonun cenazesinin kaldırıldığını görüyoruz. Çünkü kurguda DNA’yı yeniden yapılandırıyoruz; şiirsel bir sesle insanları hikâyeye çekiyoruz. Örneğin bazı hikâyeler tanıdıktır, sonunu tahmin edersiniz. Ama karakterin anlatımı hoşunuza gider, hikâyede kalırsınız. Bu anlaşılırlığı en iyi hâle getirmek bizim amacımız. Kurgu profesyonelleri ile çalışırken de buna odaklanırız.”
Hakikaten işin yaratımsal boyutunun katman katman olduğunu ve görünmeyen kahramanların etkisinin ne denli kritik olduğunu aslında bu aktarımlardan da anlayabiliyoruz. Sinemayı gerçekliğin farklı boyutlarda gösterildiği bir illüzyon olarak değerlendirirsek eğer, kurgu bu illüzyonun en güçlü aracıdır diyebiliriz. Kurgucu, kurgu yönetmeni ve kurgu danışmanı ise bu aracın ustalarıdır. Onlar, zamanı büken, mekânı yeniden yaratan, duyguları yönlendiren ve en nihayetinde yüzlerce parçadan oluşan bir yapbozu kalbimize dokunan, zihnimizde iz bırakan büyülü bir bütüne dönüştüren sanatkârlardır. Bir dahaki sefere bir filmin ritmine kapılıp gittiğinizde, bir sahnenin gerilimiyle koltuğunuza yapıştığınızda veya bir karakterin acısıyla gözleriniz dolduğunda, perdenin arkasındaki o görünmez kahramanları, o sessiz büyücüleri hatırlayın. Çünkü izlediğiniz o sihir, en çok da onların eseridir.