ABD’de "terör" paniği: Göç tartışması alevleniyor
Washington’da iki ulusal muhafızın vurulmasının ardından başlayan göç tartışması, güvenlik sorununun hızla siyasallaştığını ve toplumda keskin bir kutuplaşma yarattığını gösteriyor.
ABD’de iki ulusal muhafızın bir “terör” saldırısı sonucu hayatını kaybetmesi, artık yalnızca bağımsız bir güvenlik olayı olarak değil, Başkan Donald Trump yönetiminin yeni döneminde hızla sertleşen güvenlik-göç eksenli siyasetin merkezine yerleşmiş bir gelişme olarak görülüyor. Saldırıyı gerçekleştiren kişinin Afgan kökenli bir göçmen olduğunun ortaya çıkması ise tartışmanın tonunu daha da sertleştiriyor ve olayı doğrudan göç politikalarının odağına taşıyor. Daha önce seçim kampanyaları boyunca göçmenleri suç oranları ve sınır güvenliğiyle ilişkilendiren Trump, saldırının hemen ardından yaptığı açıklamalarla bu söylemi yönetimin resmi pozisyonu hâline getiriyor ve olayı “kontrolsüz göçün yarattığı tehdit” çerçevesine yerleştiriyor. Bu yaklaşım, Cumhuriyetçi tabanda güçlü bir karşılık bulurken, Demokratlar tarafından “soruşturma henüz sonuçlanmadan siyasal manipülasyon” olarak nitelendiriliyor. Trump’ın dili sadece güvenlik kaygılarını değil, kendi tabanını konsolide etmeye dönük politik stratejiyi de yansıtıyor. Zira Trump’ın ikinci dönemine girişindeki en belirgin özellik, göç politikaları başta olmak üzere federal kurumlar üzerinde daha merkezi, daha hiyerarşik ve daha talimat odaklı bir yönetim anlayışını benimsemesi olarak öne çıkıyor.
Radikalleşme ve silahlanma
Washington’daki tartışmanın genişlemesi, ABD’de güvenlik konularının teknik zeminden hızla siyasal zemine kaydığını gösteriyor. Federal kurumlar saldırının failleri ve motivasyonuna ilişkin soruşturmayı sürdürürken, Trump yönetiminin söylemsel çerçevesi kamuoyunda olayın göç politikasına indirgenmesine neden oldu. Demokrat Parti, saldırının kökeninde iç radikalleşme, yaygın silahlanma, ekonomik eşitsizlik ve sosyal kopuş gibi daha geniş faktörlerin bulunabileceğini savunuyor. ABD’de son yıllarda çok sayıda saldırının “iç kaynaklı radikalleşme” kategorisinde değerlendirilmesi, bu tezi güçlendiren bir unsur. Ayrıca bireysel silahlanmanın Amerikan toplumunda geldiği nokta, herhangi bir güvenlik olayının çok kısa sürede ölümcül bir tabloya dönüşmesine zemin hazırlıyor. Buna karşın Cumhuriyetçiler, özellikle güney sınırında artan geçişleri, uyuşturucu trafiğini ve sınır dışı süreçlerindeki tıkanmaları işaret ederek mevcut tehdidin doğrudan göç politikalarından kaynaklandığını iddia ediyor. Bu iki söylem arasındaki uçurum, ABD’de güvenlik meselelerinin artık yalnızca uzmanlık alanı değil, partizan kimliklerin birbirine temas ettiği bir fay hattı hâline geldiğini gösteriyor.
Jeopolitik bir sorun: Göç
ABD’nin yeni siyasi döneminde güvenlik tartışmasının yalnızca iç siyaset kaynaklı olmadığı, aynı zamanda jeopolitik bir arka plana da yerleştiği görülüyor. Fentanil krizinin derinleşmesi, Meksika kartellerinin ABD iç piyasasındaki etkinliğinin artması ve sınır eyaletlerinde suç örgütlerinin federal otoriteyi zorlayan faaliyetleri, Washington’un göç-güvenlik ilişkisinin tonunu daha da sertleştirmesine neden oluyor. Trump yönetimi bu nedenle göç politikalarını yalnızca bir iç politika meselesi olarak değil, ulusal güvenliğin parçası olarak çerçeveliyor. Sınır duvarı projelerinin yeniden hızlandırılması, sınır dışı operasyonlarının genişletilmesi, sığınma başvurularına getirilen kısıtlamalar ve eyaletlerin federal hükümetle yaşadığı yetki gerilimleri bu çerçevenin somut yansımaları. Demokratlar ise bu yaklaşımın güvenlik sorunlarının karmaşıklığını tek bir nedene indirgediğini, göçmen topluluklar üzerinde baskı yarattığını ve toplumsal kutuplaşmayı artırdığını savunuyor.
Federal ofislere Trump baskısı
Olayın federal güvenlik kurumları üzerindeki baskıyı artırdığı da açık. İç Güvenlik Bakanlığı (DHS), FBI ve eyalet düzeyindeki kolluk birimleri bir yandan teknik soruşturmayı yürütürken, diğer yandan siyasi aktörler arasında hızla büyüyen göç tartışmasının kurumsal tarafsızlıklarını gölgelemesinden endişe ediyor. Trump’ın önceki döneminde yaşanan kurumlar arası çekişmelerin ve bazı bürokratların siyasi baskı gerekçesiyle görevden alınmasının yarattığı hafıza, bu kez federal kadroları daha temkinli davranmaya itiyor. Soruşturma sonuçları açıklanmadan saldırının göç politikasına bağlanması, hem kamuoyu algısını şekillendiriyor hem de teknik sürecin siyasal polemiklere çekilmesi riskini büyütüyor. Bu durum, özellikle Trump yönetiminin güvenliği merkeze alan hızlı politika değişikliklerine yöneldiği bir dönemde, federal kurumların üzerine ek yük bindiriyor.
Kutuplaşmış ABD medyası
Olayla ilgili tartışmanın bir diğer boyutu medyanın konuyu nasıl çerçevelediği oldu. Sağcı medya kuruluşları saldırıyı neredeyse anında göç krizinin bir parçası olarak sunarken, sol-liberal medya ise bunun “erken suçlama” ve “siyasal araçsallaştırma” içerdiğini vurguladı. Bununla birlikte herhangi bir silahlı saldırının faili “beyaz” olduğunda sol-liberal medyanın “erken suçlama” hatasından kaçınmak için aynı kaygıyı hissettiğini söylemek zor. Bu ikili medya yapısı, ABD’de bilgi akışını kutuplaştıran en önemli unsurlardan biri. Algı inşası, artık yalnızca haber akışıyla değil, sosyal medya platformları üzerinde şekillenen duygusal ve siyasi mobilizasyonla da belirleniyor. Dolayısıyla bu tür saldırıların toplumsal etkisi, olayın kendisinden çok, nasıl anlatıldığıyla ortaya çıkıyor.
Tartışmalar sertleşebilir
Tüm bu gelişmeler, ABD’nin önümüzdeki dönemde çok daha sertleşmiş bir güvenlik-kimlik-göç tartışmasına gireceğini gösteriyor. Trump yönetimi göçü ulusal güvenliğin temel belirleyenlerinden biri olarak kodlarken, Demokrat Parti bu yaklaşımın hem güvenlik analizini basitleştirdiğini hem de toplumda “göçmen karşıtı” bir mobilizasyon yaratarak kutuplaşmayı derinleştirdiğini savunuyor. Ulusal muhafızlara yönelik saldırı bu nedenle yalnızca bir güvenlik açığını değil, Amerikan siyasetinde güç dengesinin ve söylem çerçevesinin nasıl yeniden şekillendiğini de ortaya koyuyor. 2025 yılı itibarıyla ABD’deki siyasal iklim, güvenlik meselelerinin partiler üstü bir mutabakat alanı olmaktan çıktığını, bunun yerine kimlik, aidiyet ve kutuplaşma üzerinden yürüyen bir rekabet başlığına dönüştüğünü gösteriyor.
Sonuç olarak ABD, bu saldırı üzerinden iki temel soruyla karşı karşıya: Bu olay gerçek bir güvenlik tehdit mimarisinin uyarısı mı, yoksa siyasi aktörler tarafından göç politikalarını sertleştirmek için kullanılan bir araç mı? Yanıt büyük ölçüde hem soruşturmanın ortaya koyacağı bulgulara hem de Trump yönetiminin bu olayı güvenlik vizyonunun neresine yerleştireceğine bağlı olacak. Ancak şimdiden görünen, ABD’nin göç-güvenlik çizgisinde çok daha gerilimli ve keskin bir döneme girdiği.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.