Yeni Dünya’nın Eski Dünya’ya hediyesi: Enflasyon

Haberin Eklenme Tarihi: 17.11.2025 12:58:00 - Güncelleme Tarihi: 17.11.2025 13:02:00

Cenovalı denizci Kristof Kolomb, sürekli batıya giderek doğuya ulaşacağını düşünerek kendisine finansman ararken tarihin seyrini nasıl değiştireceğini muhtemelen bilmiyordu. Hatta Vikinglerle görüşüp Amerika kıtası hakkında birtakım bilgiler aldığı söylense de belki de ölene kadar yeni bir kıtaya ayak bastığının farkında değildi. Bundandır ki çıktığı Küba’yı Japonya zannetmiş; burasının yeni bir kara parçası olduğunu anlamak, kıtaya ismini verecek bir başka İtalyan denizciye nasip olmuştu: Amerigo Vespucci.

Ne surette olursa olsun, denizcileri finanse eden İspanyollar, bir müddet sonra kıtanın içlerine doğru ilerlemeye başladı. Bir başka denizci devlet olan Portekiz’le menfaatleri çatışsa da bu seferleri yeni bir “Haçlı ruhu” olarak gören Kilise’nin araya girmesiyle mevcut problem de çözüldü. 1494’teki Tordesillas Anlaşması ile Papa VI. Alexander Borgia dünyayı ikiye böldü ve Yeşil Burun Adaları’nın açıklarından çizilen hat ile batı kısmı -yani Amerika- İspanyollara kaldı.

“Conquistador” denilen İspanyol komutanları öncülüğünde “Yeni Dünya”nın içlerine doğru hızla ilerlendi. Cortez, Meksika’daki Aztekleri, Pizarro ise Peru’daki İnkaları tamamen yok etti. Bu medeniyetlerin eşsiz altın heykel ve süs eşyalarını eriterek paraya dönüştürdü. Zira İspanyollar kıtayı altın ve gümüş deposu olarak görüyorlardı. Zaten getirdikleri hastalıklara bağışıklığı olmayan yerlilerin birçoğu hayatını kaybetmiş, kalanlar köleleştirilmiş; üstelik Afrika’dan da çalışmak üzere yüz bin köle kıtaya getirilmişti. Artık kıtanın kontrolü tamamen İspanyolların elindeydi.

Bu büyük gelir kapısı (!) beklenmedik bir şeye yol açtı. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bütün ürün fiyatları hızla yükselmeye başladı. Bütün malların fiyatları, 1550-1600 seneleri arasında ortalama iki kat arttı. 1650’de Paris pazarında buğdayın fiyatı, 1500’dekine nazaran on beş kat daha pahalıydı. Bu sürekli enflasyon, her zaman ve her yerde olduğu gibi en başta sabit gelirlileri menfi etkiledi. Hatta bu menfi gidişat sebebiyledir ki aynı zamanda hükûmetlerin koyduğu vergilerin altında ezilen halk, Avrupa’daki din savaşlarının da ateşleyicisi oldu.

Para arzı

16. yüzyıl enflasyonun başlıca sebebi, işte bu Amerika’dan Avrupa’ya akan değerli maden fazlalığıdır. Maden miktarı, üretilen mal ve hizmetlerin hacminden daha hızlı arttığı için madenin değeri düştü. Para arzının fazlalığı, mal ve hizmetlerin sınırlılığı sebebiyle malların değeri yükseldi.

Üstelik aradaki veba salgınına rağmen, 13-14. yüzyıldan beri dünya nüfusu sürekli artıyordu. Bu yüzden de ekime daha az uygun alanlar tarıma açılıyor, böylelikle hem üretim maliyetleri hem de taşıma masrafları yükseliyordu. Beslenmesi gereken nüfus artmasına rağmen, tarım teknolojisi fazla gelişmediğinden mahsul çok “arttırılamıyordu.”

Bu durum karşısında bazı hükûmetler, paranın değerini düşürdü. Böylelikle monarkların geliri bir müddet de olsa arttı fakat bu da uzun vadede yeniden enflasyona yol açtı. Bazı hükûmetler ise vergi artırma yoluna gitti. Fakat Avrupa’da o sırada henüz XIV. Louis’nin Fransası gibi güçlü mutlak monarşiler tarih sahnesine çıkmadığından, bu durum parlamento nitelikli kuruluşlarla çatışmaya sebebiyet verdi. Zira bu kuruluşlar, vergi artırma talebine menfi karşılık veriyordu. Avrupa’da temsil ve yetki krizi oluşmaya başlamıştı. Gelişen hadiseler neticesinde 17. yüzyılda İngiltere’de parlamento zafer kazanırken diğer bütün Avrupa ülkelerinde krallıklar mutlak bir hâkimiyet tesis edeceklerdir.

16. asır tarihlerde fiyat devrimi/fiyat artışı olarak bilinir. Bu artış beraberinde “merkantilizm” denilen bir ekonomi modelini de doğurmuştur. Dünyanın kapitalist ekonomik sistemine geçişinde bir köprü vazifesi gören merkantilizm, kral ve danışmanlarının altın ve gümüşün kendi ülkelerine akması için aldıkları tedbirden ortaya çıkmıştır. Böylece güçlü ve kendi kendine yeter bir iktisadi sistem vücuda gelmiştir.

Bu düşünceye göre devletler; mamûl maddelerin ihracatını artırmalı ham maddeleri azaltmalı, hayati olan ham madde dışındaki ithalatı yasaklamalı ve ticaret dengesini lehine çevirmeliydi.

Bu maksada matuf olarak, başta Fransa ve İngiltere ticarette kapitülasyon denilen birtakım imtiyazlar elde etmeye ve ardından da şirketleşmeye başladı. Biriken zenginliğin en mühim sonuçlarından biri, “ulus-devlet” modelinin ortaya çıkması oldu. Çünkü en iyi ekonomik düzenlemenin bu şekilde bir siyasi birimle olacağı kanaati hâkim olmuştu. Diğer taraftan bu zenginlik, devletlerin güçlü ve daimî bir orduyu besleyebilecek imkânlara kavuşturmuş, Kuzey Avrupa devletleri iyiden iyiye kuvvetlenmiştir.

Kolomb’un yeni kıtalar hayali, böylelikle tarihin seyrini hiç olmadığı kadar değiştirdi. Bugün hakkında ziyadesiyle yorum yapılan modern devletler ve kapitalist ekonomi modeli teşekkül etti. Neticede, Yeni Dünya’dan Eski Dünya’ya taşınan madenler yalnızca fiyatları artırmadı; aynı zamanda modern çağın siyasi ve ekonomik yapısını da şekillendiren derin bir dönüşümün kapılarını araladı.