Trump-Şara zirvesi: Güç dengeleri nasıl değişecek?
Haberin Eklenme Tarihi: 13.11.2025 16:55:00 - Güncelleme Tarihi: 13.11.2025 17:04:0010 Kasım 2025 tarihinde gerçekleşen ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara arasındaki görüşme hem ABD-Suriye ilişkilerinin hem de bölgesel güç dengelerinin yeniden şekillenmeye başladığı yeni dönemin başlangıcıdır. Bu görüşme ile ABD’nin uzun süredir devam eden rejim değişikliğine dayalı Suriye politikasının fiilen sonuna gelindiği, Suriye’de mevcut otoritenin kabul edildiği ve Şam ile normalleşme sürecinin başladığı anlaşılıyor. Şara açısından ise bu görüşme uluslararası sistemden dışlanmış bir yönetimin yeniden meşruiyet kazanma arayışında dönüm noktası olarak görülmelidir. Zira birkaç ay öncesine kadar ABD tarafından terör örgütü lideri olarak kabul edilen ve başına 10 milyon dolar ödül koyulan Şara’nın Suriye Devlet Başkanı sıfatıyla Beyaz Saray’da ağırlanması, ABD açısından Şara’nın devrilmesi gereken bir lider değil birlikte çalışılması gereken aktör olarak artık kabul edildiğini gösteriyor.
Sezar Yasası'nın askıya alınmasının önemi
Nitekim görüşmede Sezar Yasası olarak bilinen Suriye yaptırımlarının 180 gün süreyle askıya alınma kararı bu muhataplığın hem diplomatik hem de ekonomik alt yapısını oluşturuyor. Sezar yaptırımlarının gevşemesi Şara yönetiminin bir yandan imajını güçlendirirken, diğer yandan Suriye’nin yeniden inşa sürecinde yabancı sermaye ve uluslararası finans kanallarına erişim ve bölgesel ekonomiye entegre olma; ABD’ye ise Suriye üzerinde diplomatik ve ekonomik etkisini yeniden tesis etme imkanı sunuyor. Tabii burada ABD’nin yaptırımları tamamen kaldırmak yerine geçici ve koşullu bir hafifletme politikası tercihine dikkat çekmek gerekiyor. ABD’nin ikili ilişkide kontrolü elinde bulundurarak pazarlık gücünü korumak istediği açıkça anlaşılıyor. Zira geçici ve koşullu hafifletme Şam’ın davranışları denetleme imkanı verdiği gibi Trump-Şara görüşmesinin önemli gündem maddeleri olan DEAŞ tehdidiyle mücadelede ve SDG’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki konumuyla ilgili konularda işbirliğine gidilmesini bir başka deyişle ABD’nin sahada güvenlik kontrolünü elinde bulundurmasını kolaylaştırıyor. Nitekim Suriye’nin DEAŞ’a karşı mücadele eden uluslararası koalisyona katıldığı duyuruldu. Böylece ABD, sahada kalan DEAŞ hücrelerini SDG ve merkezi hükümetin koordinasyonuyla kontrol altında tutarak örgütün yeniden güçlenmesini engellerken diğer yandan SDG’nin kısmen Şara yönetimiyle birleşmesini sağlıyor. Kısmen bütünleşme kuzeydoğuda fiili olarak özerk alanların Şam lehinde kontrol altına alınmasını sağlamakla birlikte ABD’nin dolaylı yoldan sahadaki kontrolünü artırıyor.
İsrail'in hedeflediği Suriye modeliyle çelişiyor
Suriye’de ABD ile koordinasyonun artması ve Şara’nın meşruiyet kazanması ile istikrarın sağlanma hedefi İsrail’in istediği bölünmüş Suriye modeli ile çeliştiği ifade edilmeli. ABD’nin bölgede temel amacının İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğu göz önünde bulundurulduğunda; Suriye-İsrail arasında bir güvenlik mutabakatının imzalanması gibi İsrail’in güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik girişimler bekleniyor.
Esasen İsrail’in tercihinin bölünmüş Suriye’den yana olmasına rağmen ABD’nin merkezi otoriteyi desteklemesi 2011’den beri uyguladığı Suriye politikasındaki dönüşümü de gösteriyor. ABD açıkça rejimi deviremeyeceğini gördü ve Şara ile işbirliğinin terör tehdidini yönetme ve bölgesel istikrarı sağlama açısından daha uygulanabilir bir strateji olduğuna karar verdi.
Bu noktada Trump-Şara görüşmesi, bölgedeki güç dağılımında kartların yeniden dağıtılmak istendiğine de işaret ediyor. Dolayısıyla ABD’de gerçekleşen Trump-Şara görüşmesi yalnızca diplomatik ve ekonomik bir temas değil aynı zamanda ABD’nin bölgesel güç dengelerini yeniden kurma stratejisinin bir sonucu olarak okunmalıdır.
Türkiye, Rusya ve İran belirleyici aktör
Türkiye, Rusya, İran Suriye’deki güç dengelerinin şekillenmesinde belirleyici aktörlerdir. Rusya’nın özellikle 2015 yılından itibaren enerji, petrol ve doğalgaz altyapısında Suriye’de uzun vadeli yatırımları bulunuyor. Yaptırımların askıya alınması, Şam’a yeni ekonomik kaynaklara erişim imkanı sağlıyor. Batı’nın ve Körfez’in yatırım ve kredilerine erişim Rusya’nın Şam üzerindeki ekonomik avantajını sınırlandırabilir. Ekonomik bağımlılığın azalması ise Rusya’nın sahadaki stratejik manevra alanını kısıtlayabilir.
İran için de durum benzerdir. Şam’ın ekonomik kaynakları çeşitlendirmesi İran’ın sahadaki ekonomik ve lojistik kontrolünü sınırlandırır. Aynı zamanda Şara’nın ABD ile koordineli bir şekilde DEAŞ tehdidiyle mücadele stratejisi, İran’ın kontrolü altındaki Suriyeli milisler üzerinden nüfuz kurma politikasını etkiliyor.
Rusya ve İran açısından Trump-Şara yakınlaşması sahadaki nüfuzun paylaşılması anlamına gelirken Türkiye açısından Trump-Şara görüşmesi, fırsat ve riskleri iç içe geçmiş çok boyutlu anlam taşıyor. Öncelikle Şara yönetimine sağlanan sınırlı ekonomik nefes, kuzeydoğuda istikrarın sağlanması, sınır ticareti ve enerji projeleri için fırsat oluşturuyor. Bu Türkiye’nin sınır bölgelerindeki sosyal ve ekonomik yükü hafifletebileceği gibi göçün kontrol altına alınmasını kolaylaştırabilir.
"SDG'nin entegrasyonu" hassas bir konu
Diğer yandan SDG’nin merkezi hükümetle entegrasyonu, Türkiye’nin terörsüz Türkiye politikası üzerinde de etkileri olabilecek hassas bir konudur. SDG’nin Şam ile entegrasyonu kuzeydoğudaki güç boşluklarını azaltabilir ve DEAŞ gibi radikal unsurların örgütlenmesini engelleyebilir. Bu Türkiye’nin güvenlik risklerini yönetmesini ve sınır güvenliğini sağlamasını kolaylaştırabilir. Ancak SDG’nin bilinen PKK bağlantısı ve bu bağlantının nasıl şekilleneceği kritik bir meseledir.
Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye Devlet Başkanı Şara’nın ABD ziyareti sırasında ABD’de bulunması bir tesadüf değil, diplomatik açıdan stratejik bir hamledir. Dışişleri Bakanının ABD’deki varlığı ve Türkiye, Suriye ve ABD Dışişleri Bakanları ile bazı toplantılara katılımı, ABD’nin bölgeye müdahil olmasıyla birlikte bölgede yeniden şekillenecek olan güç dengelerine de bir mesaj niteliği taşıyor. Türkiye’nin diplomatik ağırlığının Suriye’deki çözüm sürecinde ve ülkenin kuzeydoğusunda doğrudan müdahale kapasitesinin varlığına işaret etmekle birlikte ABD’nin yeni süreç inşasında Türkiye’yi dışlamak istemediğini gösteriyor. Elbette işbirliği pragmatik bir politika olarak tercih edilse de Türkiye açısından uzun vadede sınır güvenliği ve sahada istikrarın önemi diplomatik ve askeri önlemleri de beraberinde getirecektir. Zira Suriye’de idari yapının nasıl kurulacağı henüz belirsiz bir konu. Türkiye’nin sahadaki rolü, İsrail’in güvenlik hassasiyetleri, ABD’nin bölgede değişen stratejisi, Rusya’nın ve İran’ın olası karşı hamlesi ve belki de Suriye için en büyük tehdidi oluşturan Şam yönetimine karşı içerideki mezhepsel ve etnik grupların eylemleri Suriye’deki süreci karmaşık bir hale de getirebilir.