Ortaklıkçı model Türkiye için uygulanabilir mi?
Haberin Eklenme Tarihi: 26.09.2025 15:42:00 - Güncelleme Tarihi: 26.09.2025 15:46:00Terörsüz Türkiye girişimi kapsamında Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli’nin çözüm çağrısıyla başlayan süreç, PKK’nın 12. Kongresi’nde kendini feshetme ve silahlı mücadeleyi sonlandırma tartışmaları ve nihayetinde 2025 Temmuz ayında Irak’ın Süleymaniye kentinde bir grup PKK militanının silahlarını ateşe vermesiyle yeni bir boyut kazanmıştır. Yaklaşık 40 yıldır iç ve dış politikayı etkileyen bir güvenlik sorunu olarak Türk siyasal hayatının merkezinde yer alan PKK’nın silah bırakması, güvenlik politikalarının, devlet-toplum ilişkilerinin ve demokratikleşme sürecinin yeniden tanımlanarak Kürt meselesinin silahlı çatışma yerine siyasi bir mesele olarak ele alınmasını sağlayacak zemini oluşturmuştur. Gelinen bu aşamayı demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun şekilde yönetmek ve toplumun tüm kesimlerini kapsayan çözüm önerileri doğrultusunda kalıcı barışın inşa edilmesini sağlamak amacıyla yasama sürecine katkı sağlayacak Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalara başlamıştır.
Bir çatışma çözümü aracı olarak “ortaklıkçı model” ve dört temel ilkesi
Komisyon çalışmaları devam ederken yeni sürecin inşasında, çatışmanın sona ermesi, toplumda birlik ve beraberliğin güçlendirilmesi amacıyla tartışılan konulardan biri de ortaklıkçı modelin Türkiye’de uygulanmasının faydalı olup olmayacağıdır. Ortaklıkçı teori bölünmüş toplumlarda çatışmanın yönetilmesi, barış ve istikrarın sağlanması amacıyla formüle edilmiş bir çatışma yönetim metodudur. Nitekim bu model kutuplaşmış ve etnik gruplar arası güven duygusunun aşındığı toplumların iyileşme sürecinde grupları ikna eden araçlar sunmaktadır. Bu araçlardan ilki, tüm grup temsilcilerinin siyasi karar alma mekanizmasında yer aldığı büyük koalisyon hükûmetidir. İkincisi, grupların siyasette, kamu istihdamında, kaynaklardan yararlanmada nüfuslarıyla orantılı bir şekilde faydalanmasını sağlayan orantılılık ilkesidir. Üçüncüsü, grupların hassas olduğu veya varoluşsal tehdit olarak algıladıkları konularla ilgili alınacak kararlarla ilgili gruplara veto yetkisinin yasal düzenlemelerle verilmesidir. Dördüncüsü, grupların iç işlerinde, kültür, eğitim gibi alanlarda özerklik kullanabilmelerini sağlayan otonomidir. Bahsedilen dört ilke ortaklıkçı modelin genel çerçevesini oluşturmaktadır.
Geçmişten bir kesit: 2013-2015 çözüm sürecinde ortaklıkçı ilkelerin sınanan gölgesi
Bu çerçeve bağlamda bir inceleme yapılacak olursa 2013-2015 çözüm süreci ortaklıkçı modelin bazı ilkelerinin Türkiye’de kısmen denendiği bir dönem olarak kabul edilebilir. Bu dönem hükûmetin İmralı görüşmeleri ve Kandil-Oslo hattı üzerinden Kürt siyasal aktörlerinin muhatap alınması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Çözüm Süreci Komisyonu’nun Kürt sorununu çözmek amacıyla kurulması, HDP heyetlerinin İmralı’ya giderek Öcalan’ın mesajlarını kamuoyuna taşıması, Kürt temsilcilerin siyasi katılımının desteklenmesi anlamına gelmekte ve bu büyük koalisyon ilkesine yönelik bir girişim olarak değerlendirilebilir. Yine HDP’nin o dönem çözüm sürecinde meşru aktör olarak kabul edilmesi, seçimlere parti olarak katılımı azınlıkların siyasette orantılı temsil ilkesinin adımı sayılabilir. Seçim kampanyalarında Kürtçenin kullanabilmesi gibi Kürtçenin kamusal alanda daha görünür hâle gelmesi, otonomi kapsamında ele alınabilir. Aynı zamanda 2013 Demokratikleşme Paketi’nde yer alan dil hakları, seçim barajının tartışmaya açılması, köy isimlerinin iadesi gibi çalışmalar Kürt tarafının güvence taleplerine cevap niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bu dönem ortaklıkçı modelin temel ilkelerinden büyük koalisyon ve kültürel özerklik ilkelerinin kısmi olarak denendiği söylenebilir. Ancak siyasi elitler arasında uzlaşı zemininin oluşturulamaması, PKK’nın silah bırakma şartını yerine getirmemesi güvenlik endişelerini arttırmıştır. Suriye’de PYD’nin güç kazanması da Türkiye’de güvenlik kaygılarını arttırmış ve süreç ilerletilememiştir.
2025 sürecinde “ortaklıkçı mantık”: Komisyon çalışmaları ve kapsayıcı müzakere
Terörsüz Türkiye hedefiyle başlayan 2025 çözüm süreci ise ortaklıkçı model kapsamında değerlendirildiğinde öncelikle terör örgütünün silah bırakma kararının, taraflar arası uzlaşı zeminin oluşması açısından önemli bir adım olduğunu söylemek gerekmektedir. Akabinde süreci barışçıl bir şekilde sonlandırmak amacıyla kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun AKP, MHP, CHP, DEM Parti başta olmak üzere İyi Parti dışında tüm partilerin katılımıyla farklı bakış açılarına yer verilmesi; sivil toplum kuruluşları temsilcilerinden halka, akademiden iş dünyasına birçok alandan görüş alınarak toplumun tamamını kapsayacak bütüncül bir yaklaşımın oluşturulmaya çalışılıyor oluşu ortaklıkçı modelin temel mantığıyla örtüşmektedir. Zira ortaklıkçı modelde halkta kazanan-kaybeden duygusunun oluşmasına müsaade edilmemesi amacıyla müzakere sürecine katılımcı kesimin olabildiğince geniş tutulması önemlidir. Aynı zamanda terörsüz Türkiye girişimi doğrultusunda bireysel hak ve özgürlüklerde genişleme, demokratikleşme gibi konularda anayasa tartışmalarının gündemde olması ortaklıkçı modelin başlangıç aşaması olarak kabul edilebilir.
Türkiye'ye özgü bir hibrit model önerisi
Ancak bu modellerin önerdiği araçların uygulanacağı ülkedeki sosyo-politik yapı tarafından kabul edilebilir olması gerekmektedir. Ortaklıkçı model bağlamında Türkiye’nin devlet geleneği ve siyasi kültürü göz önünde bulundurulduğunda bu modelin Türkiye’de uygulanması zor görünmektedir. Öncelikle güç paylaşımının esas olduğu bu modelde toplumsal uzlaşmadan ziyade siyasi elitler arasında iş birliği ve uzlaşma ön plana çıkmaktadır. Bu modelin önerdiği elitler arası iş birliği Türkiye şartlarında başlangıç için önemli bir adımdır. Ancak halkın geniş kesimi sürece ikna edilmedikçe ve toplumsal uzlaşı sağlanmadıkça kalıcı barışın mümkün olmayacağı, Dolmabahçe Mutabakatı’nın kamuoyuna açıklanması sonrası görülmüştür.
İkinci olarak Türkiye’de güçlü bir üniter devlet anlayışı hâkimdir. Modelin önerdiği veto yetkisi, otonomi gibi ilkeler bu yapının korunmasını zorlaştıracak niteliktedir. Diğer yandan veto yetkisi, grup haklarının güvence altına alınması açısından önemli görülse de bu modelin başarılı bir şekilde uygulandığı ülkelerde dahi sistemin tıkanmasına sebep olmaktadır. Örneğin Kuzey İrlanda’da Belfast Anlaşması ile birlikte ortaklıkçı model uygulanmaya başlanmış ve bu model Katolikler ile Protestanlar arasında uzlaşıyı genel anlamda sağlamıştır. Ancak alınacak kararlarda taraflardan birinin kasıtlı olarak veto yetkisini kullanmasıyla sistemin işleyişi aksamakta; ortaya çıkan siyasi krizler çatışmaya kadar uzayabilmektedir. Yine ortaklıkçı modelin siyasi güveni sağlamada yetersiz kaldığı Kuzey İrlanda örneğinde somutlaşmaktadır. DUP’un, Sin Fein’i IRA’nın siyasi kanadı olarak görerek müzakereden kaçındığı, Kuzey İrlanda Meclisi’nin askıya alındığı, hükûmetlerin kurulamadığı dönemleri sıklıkla izlemekteyiz.
Oysa bu modellerin uygulanmasındaki nihai amaç çatışma sonrası toplumun inşa sürecini, barışçıl düzlemde kolaylaştırması, topluluklar arası uyumun arttırılması, tekrar çatışma durumunun yaşanmamasıdır. Terörsüz Türkiye bağlamında kalıcı barış politikalarının benimsendiği ve bu minvalde kapsamlı çalışmaların yapıldığı bu sürecin başarılı bir şekilde tamamlanmasında ortaklıkçı modelin Türkiye’de uygulanması yetersiz kalacaktır; uygulanması durumunda sürdürülebilir olmayacaktır. Ancak ortaklıkçı model Türkiye’de uygulanacak modelin tamamlayıcı bir bileşeni olarak işlevselleştirilebilir.
Bu bağlamda devletin güçlü merkezi yapısının korunduğu, karar alma süreçlerinin merkezde toplandığı; Kürtlerin ise siyasal sisteme daha fazla entegre edildiği, kültürel hakların genişletildiği; güç paylaşımından ziyade iş birliğinin öne çıktığı hibrit bir model uzun vadeli barışın sağlanmasında daha uygulanabilir durmaktadır. Zira bu sürecin millî birliği güçlendirecek, toplumsal bütünleşmeyi ve bölgesel güvenliğe katkı sağlayacağına inanılmakta ve dolayısıyla hem uygulanacak modelin önerdiği araçların Türkiye’ye uygun olması hem de Türkiye’deki siyasi kültür ve toplumsal dinamikler tarafından kabul edilebilir nitelikte olması gerekmektedir. Bu kapsamda Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu Başkanı Numan Kurtulmuş da Komisyon’un 10. toplantısında Türkiye’ye özgü bir modelin ortaya konulması amacıyla çalışmalar yapıldığını belirtmiştir.