Hollywood’un İsrail’i boykotu: Türkiye’de kim ne düşünüyor?

Haberin Eklenme Tarihi: 14.09.2025 18:14:00 - Güncelleme Tarihi: 14.09.2025 18:18:00

İsrail’in Gazze’ye yönelik bitmek bilmeyen saldırıları, yalnızca siyaseti ve diplomasiyi değil, kültür-sanat dünyasını da artık tam anlamıyla harekete geçirdi. Hollywood’un önde gelen isimlerinden Emma Stone, Mark Ruffalo, Olivia Colman, Tilda Swinton ve Javier Bardem’in de aralarında bulunduğu 1.300’den fazla sinemacı, İsrail film endüstrisiyle tüm iş birliklerini askıya alma kararı aldı. “Filmmakers for Palestine” adlı girişimin öncülüğünde yayımlanan bildiriyle, sinema sektörü tarihte bir kez daha vicdani bir pozisyon alma çağrısı yaptı.

Oscar ödüllü oyunculardan bağımsız film yönetmenlerine, senaristlerden yapımcılara kadar çok geniş bir yelpazeden gelen imzacılar, İsrail’in Filistin halkına yönelik politikalarını “soykırım” ve “apartheid” olarak tanımladı. Taahhütte, bu yapılarla hiçbir ortaklık kurmama sözü verilirken, sinema dünyasına “sessizliği kırın” çağrısı yapıldı. Bildiri, yalnızca bir politik duruş değil, sanatın etik sorumluluğu adına da güçlü bir çağrı olarak yankı buldu.

Dosyamızda, sinema dünyasının bu boykota yaklaşımını; ünlü yönetmen ve yazarların, hem dünyanın hem de Türkiye’nin nerede durması gerektiğine dair görüşlerini ve sinemanın vicdani sorumluluğunu mercek altına alıyoruz.

İlk olarak sinema yazarı Barış Saydam, bu boykotu tarihsel bağlama yerleştiriyor ve sanat dünyasındaki etkilerini şöyle değerlendiriyor:

“2005’te başlayan BDS (Boycott, Divestment, Sanctions), kültür-sanat alanında İsrail’e yönelik en örgütlü eleştiri hareketiydi. Bu hareketin amacı, İsrail’i kültürel olarak dünyadan izole etmenin yanı sıra sanatçılardan İsrail’de konser vermemeleri, sergilere katılmamaları, iş birliği yapmamaları istenmişti. Müzisyen Roger Waters (Pink Floyd) ve İngiliz yönetmen Ken Loach gibi isimler o dönemde BDS’nin önemli bir parçasıydı. Bu hareket, İsrail’e yönelik eleştirilerin artık sadece Arap dünyasında değil, küresel kültür endüstrisinde de duyulmaya başladığını kanıtladı. Arap coğrafyasının makus yalnızlığını ortadan kaldırmak, dayanışmak ve faili görünür kılmak adına önemli bir hareketti…”

“Filistin meselesinin görünürlüğü konusunda etkili bir adım oldu”

“Günümüze geldiğimizde İsrail’in Filistin’e ve Arap coğrafyasına yönelik saldırıları azalmadan devam ederken, boykot hareketlerinin de paralel oranda genişlemeye başladığını görüyoruz” diyen Saydam, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İsrail’in kendi içerisindeki kitlesel gösteriler, Amerika’daki kültür sanat alanında öncü isimlerin protesto ve açıklamaları yeni bir dönemin de habercisi. Susan Sarandon, Emma Stone, Olivia Colman, Mark Ruffalo, Riz Ahmed, Tilda Swinton, Javier Bardem gibi önemli oyuncular, “Film Workers for Palestine” adlı oluşumun bir parçası olarak İsrail film kurumlarını boykot etme çağrısında bulundu. Bu oluşumun içerisinde bulunan isimler, İsrail devlet kurumlarıyla ya da devlet bağlantılı film yapımcı/festival/haber yayın organlarıyla iş birliği yapmayacaklarını açıkladılar. Pek çok şirketin arkasında Yahudi yöneticilerin ve sermaye gruplarının olduğu düşünüldüğünde, bu aktif bir direnme biçimi olarak karşımıza çıkıyor. “Hollywood, İsrail’i protesto ediyor” gibi bir başlık tabii ki bu hareketin çok ötesinde. Bu hareket tüm Hollywood’u değil, Hollywood içerisinde çalışan tekil yapımcı, yönetmen ve oyuncuları kapsayan bir hareket. Ancak söylemleri tüm medya kanallarına yansıyan önemli isimlerin içerisinde olması nedeniyle en azından Filistin meselesinin görünürlüğü konusunda etkili bir adım…”

“Türkiye özel konumunu çok daha iyi kullanabilir”

Saydam, Türkiye'deki yansımaları da şu şekilde değerlendirdi: “Türkiye’ye dönersek, kültür-sanat alanında daha çok online film izleme platformu MUBI’nın İsrailli yatırımcılarla iş birliğini kesmesi yönünde bir protesto hareketi başladı. Kitlesel bir harekete dönüşen ve tüm dünya genelinde MUBI’ye bir eleştirinin oluşmasını sağlayan bu hareket henüz bir netice almadı. Ancak sinemacıları bir odakta toplaması açısından takip edilmesi gereken bir ivmesi var. Türkiye’de daha çok İsrail’e yönelik eleştiri ve protestolar için bir zemin oluştuğundan, sanatçılar kendi üretimlerinde ve yer aldıkları mecralarda eleştirilerini doğrudan ya da sanatsal ifade biçimleriyle ortaya koyuyorlar. Konserlerde, bienallerde, galerilerde, festivallerde bu eleştirileri duymak mümkün. Türkiye’nin protestolarda öncü ve harekete yön veren güçlü bir duruşu olduğunu söyleyemesek de hareketin önemli bir ayağı olduğunu belirtebiliriz.

Türkiye’nin en büyük avantajı, Batı ile Doğu’daki sanatçıları ve sanatsal performansları kendi bünyesinde birleştirebilmesi. Henüz bu konuda güçlü bir örnekle karşılaşamasak da iyi bir biçimde örgütlenmiş organizasyonlarda Türkiye bu özel konumunu çok daha iyi kullanabilir. Bu sayede kendisine protestolara yön veren ve güçlü bir söylem oluşturan bir yer açabilir.”

“Bugün dünyanın büyük çoğunluğu Filistin’in yanında “

Yönetmen Özgür Bakar da Hollywood’dan gelen bu boykot çağrısını hem cesur hem de tarihsel açıdan önemli bir çıkış olarak yorumluyor. Ona göre, bu hamle sinema sektöründe yıllardır süren sessizliğin kırılması anlamına geliyor:

“Bu çağrıyı çok cesur buluyorum. Hollywood'da Yahudi lobisinin etkisi büyük. Oyuncular ya da yönetmenler bireysel olarak İsrail’e tepki gösterdiğinde, hemen ambargoyla karşılaşıyor; projeleri iptal ediliyor, sektörden dışlanıyorlardı. Bu yüzden geçmişte hep tekil çıkışlar gördük. Ama bugün 1300’e ulaşan imza sayısı, bu itirazı kolektif ve güçlü hale getirdi. Herkesin kulağını kapattığı bir soykırım artık duyulur oldu. Bu insanlar, tarihin doğru tarafında yer almayı seçtiler ve bunun altına açıkça imza attılar. Türkiye’ye baktığımızda, aklı başında herkes yaşananları soykırım olarak görüyor ve sosyal medya üzerinden bunu açıkça dile getiriyor. Ama mesele sadece ne düşündüğünüz değil; bunu ne kadar cesaretle ifade edebildiğiniz. Bugün dünyanın büyük çoğunluğu Filistin’in yanında belki yüzde 98’i ama herkes cesur olamıyor.”

“1940’lardan bu yana Gazze’ye yönelik saldırıları gerçekleştiren yapıların, bugün sinema gibi güçlü bir propaganda aracını da elinde tuttuğunu görüyoruz” diyen Bakar şu tespiti de yaptı: “Sinemanın dünyayı etkileyen büyük bir gücü var. Ancak bu güç kimdeyse, o anlatıyı da o belirliyor. Edirne’den sonrası için bizde sinema yok denecek kadar az; bu sadece Türkiye için değil, dünya geneli için de geçerli. Hollywood’un neredeyse tek başına şekillendirdiği bu küresel anlatı alanı, bugün hâlâ zalimlerin elinde.”

“Atılan imzalar tarihî ve etik bir sorumluluk taşıyor”

Yönetmen ve sanatçı Enes Hakan Tokyay, boykotun sinema dünyasında bir dönüm noktasına işaret ettiğini düşünüyor. Ona göre bu tür kolektif çıkışlar, sadece sinemaya değil, toplumsal belleğe de yön veriyor: “Sinemacıların bu kadar geniş katılımlı bir şekilde boykota destek vermesi çok önemli. Çünkü sinema sadece eğlence ya da sanat değil; aynı zamanda bir hafıza aracıdır. Filistin’de yaşananlar onlarca yıldır sürüyor ama Batı sineması bu hikâyeyi ya görmezden geliyor ya da çarpıtıyor. Bu nedenle bugün atılan imzalar, sadece politik değil, aynı zamanda tarihî ve etik bir sorumluluk taşıyor.”

“Ben sanatın tarafsız olabileceğine inanmıyorum. Sanat zaten bir bakış açısıdır ve bu bakış açısının mutlaka bir vicdanı olmalı” diyen Tokyay, sözlerini şöyle nihayete erdirdi: “Gazze’de binlerce sivil katledilirken, bunu görmezden gelen bir sanat anlayışı, zaten sanat olamaz. O yüzden bu boykotu sonuna kadar destekliyorum. Bu sadece bir dayanışma eylemi değil; sanatın insanlıkla bağını hatırlama çabası. Türkiye’de de sinemacılar daha görünür ve cesur bir şekilde konuşmalı. Filistin’e sadece siyasi değil, kültürel olarak da destek vermemiz gerekiyor. Sanatın dili evrenseldir ama vicdanı da evrensel olmak zorunda.”

"Hollywood gibi küresel anlatı gücüne sahip bir endüstrinin sessizliğini bozması kritik bir eşik"

Ünlü yönetmen Orçun Behram ise yaşanan trajedinin boyutuna dikkat çekerek, kültürel alandaki tepkilerin önemine işaret ediyor. Ona göre, Hollywood gibi küresel anlatı gücüne sahip bir endüstrinin bu konuda sessizliğini bozması kritik bir eşik: “Elbette yaşanan insanlık dramı hiçbir şekilde kabul edilemez. Kültürel hegemonyanın en büyük paydaşlarından biri olan Hollywood’un bu konuda adım atmasını son derece önemli buluyorum. Çünkü kültürel alan, toplumsal hafıza ve farkındalık açısından etkisi yüksek bir mecra.”

“Boykotların gerek Türkiye’de gerekse tarihin farklı dönemlerinde ne kadar güçlü etkiler yarattığını gördük. Bu tür kolektif tepkilerin çözüm süreçlerine katkı sunabileceğine inanıyorum. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Bu eylemlerin sermayeyi ve kurumsal yapıları hedef alırken, bireyleri ve sanatçıları cezalandırmaması gerekir. Sağlam temellerle, ilkesel bir şekilde yürütülen boykotlar ancak o zaman uzun vadeli bir fark yaratabilir.”

Behram’ın da belirttiği gibi, Hollywood gibi küresel anlatı gücüne sahip bir endüstrinin sessizliğini bozması, sinema dünyasında vicdanın sesini yükselten tarihi bir boykot olarak öne çıkıyor. Hollywood’un kimi önemli isimlerinin öncülüğünde şekillenen bu kolektif duruş, sinemanın sadece eğlence değil, güçlü bir toplumsal hafıza aracı olduğunu bir kez daha gösterdi. Ancak bu güçlü hareketin etkisinin kalıcı olabilmesi için, boykotların yalnızca kurumsal ve sermaye odaklı olması, bireyleri ve sanatçıları cezalandırmaktan kaçınması hayati önem taşıyor. Sanat, baskı altında kalanların sesi olmaya devam ederken, aynı zamanda özgür ve adil bir platformda var olabilmeli.

Aldığımız görüşler doğrultusunda, Türkiye’nin bu küresel süreçte Doğu ile Batı arasında bir köprü görevi görme potansiyeline sahip olduğu anlaşılıyor. Ülkemiz, iyi örgütlenmiş dayanışma ve sanat odaklı kolektif hareketlerle, Filistin meselesine ilişkin protestolarda daha belirleyici bir rol üstlenebilir. Televizyon, sinema, dizi ve reklam dünyasının da sanatın vicdanını ve etik sorumluluğunu unutmadan seslerini yükseltmeleri, küresel dayanışmanın önemli bir parçası olacaktır.

Aralarında Oscar, BAFTA, Emmy gibi prestijli ödüllere sahip oyuncu ve yönetmenlerin bulunduğu 1300 kişi tarafından desteklenen bu hareket, sanatın özgürlüğü ve vicdanı ön planda tutan kolektif duruşunun en somut örneğidir. Ezcümle, bu duruş sadece sinema dünyası için değil, insanlık adına da önemli bir umut ışığı olarak önümüzde duruyor.