“Çoklu hizalanma”: Türkiye ve bölgesel güçlerin yükselişi

Haberin Eklenme Tarihi: 20.08.2025 16:07:00 - Güncelleme Tarihi: 20.08.2025 17:30:00

Chatham House’un “Barış Çabaları Neden Sonuçsuz Kalıyor: Ne Yapmalı?” başlıklı raporu, modern çatışmaların doğasının köklü biçimde değiştiğini ve geleneksel barış inşa yöntemlerinin bu gerçekliğe yanıt vermekte yetersiz kaldığını ortaya koyuyor. Raporda, günümüzde çatışmaların artık yalnızca ulusal sınırlar içinde kalmadığı, aksine çok boyutlu ve akışkan ağlar üzerinden sürdüğü vurgulanıyor. Raporda Türkiye de önemli bir bölgesel aktör olarak değerlendirilirken Türkiye’nin Sudan ve Libya’daki diplomatik çabalarına dikkat çekiliyor.

Yükselen güçlerin esnek diplomasisi

ABD’nin hegemonik ağırlığının azaldığı, ikili iş birliklerinin ve “çoklu hizalanmanın” (multi-alignment) daha sık görünür olduğu yeni küresel düzende çatışmaların sayısı ve karmaşıklığının da arttığını belirten rapor, özellikle Orta Doğu ve Afrika bölgelerinde orta ölçekli/bölgesel güçlerin Batılı aktörlerle iş birliğini sürdürürken onlara karşı açılan boşluklarda pozisyon alabildiklerini ortaya koyuyor. Bu esnek ve pragmatik diplomasi, Soğuk Savaş kalıntısı olarak görülen geleneksel ittifak anlayışını değiştirirken sahadaki yerel aktörlerin önemini de bir o kadar artırıyor.

Orta Doğu ve Afrika’da Türkiye, Mısır, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) “seçici” bir şekilde bazen ABD ve İngiltere’yle ittifak kurarken bazen de bu güçlere karşı aktif olarak karşı çıkabildiğine dikkat çekilen raporda şu ifadeler yer alıyor:

“Bazı hükûmetler İsrail-Hamas ve Rusya-Ukrayna görüşmeleri, Körfez ara buluculuğu, ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara arasındaki müzakereler, Etiyopya ve Eritre arasındaki barış çabaları ve ABD-İran nükleer diyaloğu gibi anlaşmazlıkların siyasi çözümü için çabalarken birçoğu çatışmanın devam etmesini ekonomik çıkarları açısından faydalı buluyor. Her iki taraf da -özellikle ABD'nin küresel sahnedeki etkisinin azalmasıyla önemli diplomatik sonuçlarla karşılaşmadan daha fazla hareket alanı sağlayabildikleri bir ortamda- 'çoklu hizalanma' olarak adlandırılabilecek bir strateji izliyor.”

Bu kapsamda Sudan ve Libya örneklerine yoğunlaşan rapor, Ankara’yı bu ihtilafların önemli aktörlerinden biri olarak konumlandırıyor.

Türkiye’nin Trablus’a desteği

Libya’daki krizle ilgili “Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye dâhil olmak üzere birçok devlet, çeşitli grupları sessizce desteklemekten diplomatik ara buluculuğa kadar çatışmaya tepkisini göstermiştir” denilen raporda, Ankara’nın sahada üstlendiği rol hakkında şunlar kaydediliyor:

“Dış müdahaleler, Libya çatışmasında belirleyici bir rol oynamış ve iç savaşı, yabancı güçlerin rakip gruplara sponsor olduğu ulus ötesi bir savaşa dönüştürmüştür. NATO'nun hava desteği ve askerî danışmanlığı, başlangıçta Libya isyancılarının Kaddafi rejimini devirmesinde kilit bir faktördü. O zamandan beri Hafter'in Arap Silahlı Kuvvetleri, BAE, Mısır ve Rusya'dan askerî, finansal ve lojistik destek almış ve bu da Hafter’in Doğu Libya'da güçlenmesini sağlamıştır.”

Ekonomik çıkar ağları çatışmayı nasıl besliyor?

Raporda, barış çabalarının başarısızlığının sebeplerinden biri olarak çatışmaların ideolojik ve siyasi sebeplerle değil, güçlü ekonomik çıkar ağlarıyla da beslenmesi olduğunun altı çiziliyor. Sudan’da altın ticaretini kontrol altına almanın savaşan taraflar için hem finansman hem de diplomatik bir koz hâline dönüştürmesi ve Libya’daki göçmen kaçakçılığının yerel milisler ve dış aktörler için devasa bir gelir kaynağı oluşturmasından bahsedilen raporda, çatışma bölgelerinin kendi kendini sürdüren “jeo-ekonomik sistemler” hâline geldiği tespit ediliyor. Bu şekilde sınır bölgeleri, limanlar ve havaalanları birer stratejik çatışma alanına dönüşürken hem yerel silahlı gruplar hem de uluslararası aktörler de bu nüfuz mücadelesine dâhil oluyor. Raporda söz konusu “ekonomik çıkar ağları” içerisindeki Körfez ülkeleri, Mısır ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin kendi çıkarlarını önceleyerek çeşitli ittifaklar kurduğu ve farklı grupları desteklediğinin altı çiziliyor.

Chatham House raporu bu durumun barış inşası için kritik bir engel oluşturduğunu ifade ediyor. Nitekim belirgin bir hegemonik güç ağırlığının bu çatışma hatlarında ağırlığını hissettirememesi, uygulanan yaptırımlar ile güvenlik önlemlerinin bir şekilde aşılmasına ve bu ağlara nüfuz edememesine neden oluyor. Öyle ki bazen alınan önlemler yeni ekonomik çıkar alanları bile yaratabiliyor. Bu sebeple rapor, çatışma içerisinden doğan ve çatışmaları besleyen bu “ekonomik ağların” baskılarla değil, barışçıl alternatifler yaratılarak aşılabileceğini dile getiriyor.

Batılı güçlere öneri: “Yöntemlerinizi değiştirin”

Chatham House raporu, küresel siyasetin artık devlet-devlet dışı ya da yerel-uluslararası gibi ikili ayrımlara dayanmadığına, çatışmaların sınırları aşan ekonomik ağlarla bütünleştiğine, ABD’nin yokluğundan açılan boşluklara hızla nüfuz eden bölgesel güçlerin daha esnek ve pragmatik bir stratejiyle hareket edebildiğine vurgu yapıyor.

Batılı devletlerin çatışma analizlerinin sınır ötesi ekonomik ve toplumsal dinamikleri daha fazla hesaba katması gerektiğini savunan rapor, barış süreçlerinde sadece diplomatik ve güvenlik araçlara dayanan bir strateji yerine daha bütüncül yaklaşımların tercih edilmesini öneriyor. Bu noktada Türkiye, Mısır, Katar, Suudi Arabistan ve BAE gibi bölgesel güçlerin farklı bölge ve durumlarda “çelişkili” gibi görünen pozisyonlar alabilmesi Batılı hükûmetlere “örnek” olarak gösteriliyor.

ABD’nin sözü bitmedi

Batı’nın önemli ideolojik üretim aygıtlarından biri olarak Chatham House açık ki “barış inşası” görünümü altında güçten düşen ABD öncülüğündeki Batı hegemonyasının yeniden inşasına odaklanıyor ve bu doğrultuda bölgesel güçlerin birçok çatışma sahasında yerel aktörlerle iş birliği kurarak dizginleri ele geçirmesine karşı yeni stratejiler geliştirmeye çalışıyor.

Bununla birlikte son 10 yıldır hareket kabiliyeti azalmış da olsa ABD “süper güç” konumunu sürdürüyor. 12 Gün Savaşı’ndaki güç gösterisinden AB’nin gümrük vergisi tehditleriyle sindirilmesine, Azerbaycan ve Ermenistan’ın -Rusya ve İran’a rağmen- barıştırılmasına ve son olarak Rusya-Ukrayna Savaşı’nın artık bitmesi için Trump’ın yürüttüğü saldırgan diplomasiye, Washington henüz sözünün bitmediğini herkese gösteriyor.