
“Yazsam roman olur”: Anlatının iyileştirici gücü
Anlatmak, insanın en temel ihtiyacıdır. "Yazsam roman olur!" cümlesi, bu ihtiyacın açık bir ifadesidir. Anlatı, deneyimleri anlamlı bir bütün haline getirir. Psikoterapi, danışanlara yaşadıklarını, duygularını ve bakış açılarını anlatı yoluyla dönüştürebilmeleri için önemli bir alan açar.
Kaç kişiden işittiniz bu sözü bir düşünün! Dile pelesenk olmuş bir ifadedir. İnsanların kullandığı ortak ifadeler (atasözleri, deyimler, şarkı sözleri vb.) benzer bir gerçekliği, bir yaşantıyı ve bazen de ortak bir ihtiyacı işaret eder.
Bu ifadenin alt metnindeki en belirgin unsur insanın yaşadıklarını bir anlatıya dönüştürmeye duyduğu ihtiyaç ve yönelimdir. Parmak izi gibi biricik hayatlar yaşıyoruz. Birçok deneyimle yoğruluyoruz. Ancak deneyimler salt hâliyle bir anlam ifade etmez. Tüm bu deneyimleri anlamlı kılan onları hikâye ediyor olmamızdır. Hayattaki tecrübelerimizin ardı ardına zamansal bir sıralama içerisinde belirli bir anlamın etrafında kümelenmesiyle oluşan hayat hikâyelerimiz, bu anlam vesilesiyle anlatılmaya değer hâle gelir. İyi veya kötü, küçük veya büyük ne yaşarsak yaşayalım bir başkasına aktarmanın yollarını ararız. Bazen birisine ulaşsın, biri bile olsa haberdar olsun, bilsin isteriz ne yaşadığımızı. Bazen de başka birinin bilmesinden öte kendi hikâyemizi kendi kulağımızla işitmek isteriz. Hikâye etme veya anlatı hangi biçimiyle olursa olsun, ham deneyimin bir ruha bürünmesidir; can bulmasıdır. Dolayısıyla insanın en anlamlı parçasıdır.
Anlatı, elimizdeki tek sihirli değnektir
Anlatı, elimizdeki tek sihirli değnektir. Hayatta ne yaşayacağımızı belirlemek elimizde değildir. Fakat başımıza gelenleri anlatıp anlatmayacağımız veya nasıl anlatacağımız bizim elimizdedir. İnsan yaşadıklarını bir anlatıya dönüştürürken bir yaratım söz konusudur. Olaylar birbiri ile ilişkilendirilir, anlam katmanları iç içe geçer; yaşanan duygular, olaylar arasında köprü kurar. Bunlar ilmek ilmek dilin kıvrımlarında örülür. Kurulan sayısız bağlantının yanı sıra birçok yaşantı, detay, duygu da göz ardı edilir; yok sayılır, devre dışı bırakılır. Aslında anlatmayı seçtiklerimiz kadar anlatmamayı seçtiklerimiz de vardır. Bu ikisi bir bütünü birlikte oluşturur. Diğer bir ifadeyle dikkatimizi nereye çekersek hayatımızın o kısmı öne çıkar. Diğer kısımları aslında yok değildir ancak anlatıya dâhil edilmemiştir. Anlatının dışında kalanlar zamanla silikleşir. Kendimizi veya hayatımızı tanımlamaktan uzaklaşır. Bu bazen pozitif bir etki yaratır. Örneğin bu yolla, seçmediğimiz bir yaşantının negatif etkilerinden korunabiliriz. Bazen de negatif bir etki söz konusudur. Mesela kimi zaman bazı zorlu deneyimlerin negatif etkilerinden bahsetmeye o kadar odaklanırız ki hâlihazırdaki baş etme yollarımızı göremeyebiliriz. Anlatıya neyi dâhil edeceğimizi seçme imkânını, gücünü ve etkisini fark etmeye, elimizdeki tek sihirli değneği kullanmaya her birimizin ekmek gibi, su gibi ihtiyacı var.
Bir zorluk karşısında herkesin beli bükülebilir. Mesele oradan sonra ne yapacağız? Yere mi kapaklanacağız, yoksa zor da olsa ayağa mı kalkacağız? Ayağa kalkmayı sağlayan en kolaylaştırıcı yollardan biri anlatıdır. Yaşanan bir zorluğu eğer etrafımızla paylaşabiliyorsak, iyileşiyoruz. Ama bir yaşantı içimizde gömülü kalıyorsa, patolojik sonuçlar doğurabiliyor. Bunun en açık örneği travmalardır. Kolektif travma dediğimiz; çok sayıda kişinin, bir grup insanın birlikte deneyimlediği bir afet, felaket (deprem, sel, göç gibi) durumunda, yaşanılan olaylar tüm zorluklara rağmen paylaşıldığında psikolojik iyileşme çoğu kişide gerçekleşir. Ancak işkence, tecavüz gibi bireysel yaşanan travmalar çoğunlukla gizli tutulur. Bazen utanç, suçluluk duygularından bazen yargılanma kaygısı, anlaşılmama endişesi gibi nedenlerden dolayı bireysel travma yaşayan kişiler ya çok az insanla paylaşır ya da hiç paylaşmamayı seçebilir. Hiç paylaşılmadığı durumda kişinin kendisini, dünyayı ve diğer insanları algılama yolunu yerle bir edebilecek güçte olan o travmatik yaranın kabuk bağlaması güçleşir. Yaşananı başka bir şekilde işleme olanağı yitirilebilir.
Her anlatımda yeni bir perspektif için imkân vardır
Yaşantılara bakış açısı sabit değildir. Kişiye göre, zamana ve koşullara göre değişiklik gösterir. Mesela aynı olayı yaşayan iki kişi olayı farklı pencerelerden anlatabilir. Birisi için yaşadığı en korkunç olay olabilir. Fakat diğer kişi için yoğun bir hayret duygusunu deneyimlediği bir olay olabilir. Veya insan bir dönem utandığı için anlatmaktan kaçındığı bir olayı belirli bir süre sonra bakış açısı değiştiği için gülerek anlatabilir. Olaylar sabit olsa da olaylara yüklediğimiz anlamlar değişkendir.
Anlatı, olayların dil aracılığıyla yeniden yaratılmasını sağlar. Anlattıkça ham hâldeki olaylar taze anlamlarla yoğrulur. Her anlatımda yeni bir perspektif için imkân vardır. Bir başkasına aktarırken olayların fark etmediğimiz yanlarını da keşfederiz. Neyin neden olduğunu daha iyi kavrayabiliriz. Zihnimizde bir yere oturtabiliriz. Bunun nedeni anlatının her defasında bir şeyler kattığımız şenlikli bir eylem olmasındandır. Bir duygunun ifadesi, bir detayın eklenmesi, bir anlamın katılması anlatımın gerçekleştiği sırada olur. Küçük gibi görünen bu eklentiler yaşantıların yorumlanmasını tamamen değiştirebilir.
Bir anlatı yolu olarak psikoterapi
İnsanın kendi hikâyesini kendi kulağıyla işitmesi en etkileyici anlardan biridir. Bunu psikoterapi seanslarında sıklıkla görürüz. Psikoterapist olarak danışanlarımın yaşadıkları olayları anlattıkları sıradaki dönüşümlerine şahit oluyorum. Mesela bazen danışanlarım kimseye anlatmadığı, geçmişte yaşanmış zorlu bir yaşantıyı terapide ilk kez dile getirdikten sonra “Anlatınca sanki küçüldü” diyor. Deneyim, anlatılmamış hâlindeki kadar yorucu olmaktan çıkabiliyor. Bazen de daha önce fark edilmemiş bir “detay” tam anlatıldığı sırada keşfedilebiliyor. Malum, “kemâlât detaylarda gizlidir.” O farkındalık ile danışan yaşadığı çok zorlu deneyimlere hayatında hiç almadığı pozisyonları alabiliyor. Bir şeye maruz kalan pasif bir pozisyondan, bir şeyi dönüştüren aktif bir pozisyona geçişi yapabiliyor.
Anlatı yalnızca bir yaşantının dile dökülmesi ile de sınırlı değildir. Dilin imkânları bir diğerini de kendi dünyamıza katabilmeyi sağlar. Bir keder mesela bir başkasının duvarlarında yankılandığında ilk hâlinden bambaşka bir şekil alabilir. Bu pozitif veya negatif olabilir. Travma üzerinden yine bakacak olursak psikolojide, ikincil travma dediğimiz bir kavram vardır. Örneğin tecavüze uğrayan biri, bir yakınına yaşadığını anlattığında “Bu senin suçun” gibi bir yanıt aldığında kişi tekrar travmatize olabiliyor. Ve bu ikincil travma bazen atlatılması daha zor bile olabilir. Anlaşılmamak, kabul görmemek bir insan için en yıkıcı deneyimlerden biridir.
Başkaları ile paylaşmanın pozitif etkisini en çok gördüğümüz yerlerden biri terapi ortamıdır. Kişi kendi hikâyesini terapisti ile paylaştığında terapistin vereceği yanıt kişinin kendi hikayesine tekrardan ama bu defa başka bir gözle bakabilmesini sağlar. Bu da iyileşme için hızlı ve etkili bir adımdır. Anlatılanın yeniden anlatılması, deneyime tabiri caizse takla attırmak gibidir. Eğer bu yankı yapıcı ve kapsayıcı olursa, insan yaşadıklarının ötesine geçebilir.
Anlatıya duyduğumuz ihtiyaç, “Yazsam roman olur” ifadesinin dilden dile aktarılıyor olmasının en önemli nedenidir. Emerson, “İnsanın yalnızca yarısı kendisidir; öteki yarısı da kendisini nasıl ifade ettiğidir. Her insan, başına geleni ifade edebilecek kadar sanatçı olmalıdır” der. Anlatı, insanın kendisini var etme biçimidir. Hayatı anlamlı bir bütün hâline getirmenin yegâne yoludur. Değiştiremediğimiz kaderimizi, dönüştürebildiğimiz muazzam bir lütuftur. Ömürlerimiz vefa eder de 60’lı yaşları görürsek, o yaşların ödevi olan hayatımızı geriye dönük değerlendirmemiz sırasında bir bütünlük hissini yakalamayı sağlayacak, “yaşamaya değdi” hissini verecek en önemli yatırımdır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.