24 Eylül 2025

Türk kürk kavgası

Dün lahmacundan, bugün çarşaftan rahatsız olanların uygarlık masalı çöktü. Çatısını yıktıkları evin altında şimdi kendileri ıslanıyor. Gerçek özgürlük, sadece benzerler için mi?

Zamanede meşhur bir Devekuşu Kabare oyunu vardı hatırlarsınız. Zeki Alasya ve Metin Akpınar öncülüğünde gündemi okuyan, oyunlarında gerek siyasi gerek iktisadi gerekse de ictimai meselelere kendi zaviyelerinden ve dünya görüşleri pencerelerinden muhtelif eleştiriler getirirlerdi. Sadece mevzulara ışık tutmak yerine didaktik şekilde nasıllığını ve nasıl olması gerektiğini de anlatırlardı. Bazı insanlar kendilerini merkeze alarak ahkâm kesmekten hiç beis görmezler. Kimse de demez “sen ne ara emsal oldun” diye.

Bu oyunların replikleri hâlâ hafızama kazılı, çünkü 80’lerde evimizin belki de tek eğlence cihazı teybimizdi ve kasetler şimdinin YouTube’u gibiydi. Dinle dur. Beyoğlu Beyoğlu oyununun hitam şarkısı aklımda. Alasya ve Akpınar o muhteşem teatral kabiliyetlerini döktürdükleri oyunu bu şarkıyla tamamlıyorlardı: “Şehirler de gün gelir yozlaşır bozulurmuş.” Bilhassa iç göçün ayyuka çıktığı zamanlardı. Lahmacun düşmanlığı evvela İstanbul’da, sonra da tüm şehir aristokratlarının huzursuzluk kaynağı olmuştu. Oysa hamburger de geliyordu bangır bangır. “Lahmacuna kızıyor, hamburgeri yiyoruz.”

Net olalım. Çağdaş, modern ve uygar şehirliler, köyden gelen bu yoz, cahil insancıklardan rahatsızdı. Ne demekti bu? “Bu ülkede, bu şehirde modernlik hâkim. Özgürleştik, modernleştik, sakın bu uygarlığa fesat karıştırmayın” mesajı aslında sözde de özde de zerre bir demokratlık yahut halkçılık umdesi ihtiva etmiyordu. “Benim gibi olmadığın zaman, sana yaşama hakkı vermem” diktası yetmiyordu o zamanlar. “Yetmiyordu” demek ne kadar doğru bilmiyorum. “Yetmiyor” demem gerekiyor sanırım. Çünkü köyden şehre gelenlerden bir ön şartları vardı uygarların: Değiş! Değiştiler. Ama yetmedi. Köylüler değiştiğinde de uygarlar onları kabul buyurdular, garsonluklarına, kapıcılıklarına ve şoförlüklerine. Bu asimilasyon denemesi sayesinde istenen profile dönüşmeleri sonrasında belki düzelirdi her şey: “Uyumsuzluk içinde belki yıllar geçecek / Ama bir gün yepyeni bir kültür yeşerecek.”

Demokrasiymiş, özgürlüklermiş, halkçılıkmış istedikleri. Yersen. Kendi arzuları ve dünya görüşleri adına her ilkeyi hiçe sayabilir bu fikir, değişti mi sanki? Bugüne geldiğimizde metroda, bulvarlarda “hoşlanmadığımız” tipleri gördüğümüzde tepki veriyorsak bu işte bir yanlış vardır. Çıkıp bangır bangır şarkılarında şöyle söylüyorlar: “Hızlı yaşam temposu kaçıklar gürültüler / İstiklâl Caddesi’nde çarşaflar başörtüler.”

Özgürlük, kimin için?

Dün lahmacuna düşmandık, kebapçılara. Eyvah ki caddelerimizde çarşaflılar başörtülüler dolaşmaya başladı, sanki hakları varmış gibi. Özgürlük ve demokrasi varmışcasına nasıl dolanabiliyorlar etrafta? Uygarlık, uygarların tanımları dahilinde kendi istekleri doğrultusunda yaşamaktır. İç çamaşırlarından hâllice mini etekler modayken rahatsız olmayan ve uygarlığın bunu gerektirdiğini dikte ettiren zihniyet, giyinen kadın gördüğünde deliriyor ki uygarlık düşmanı ilan ediyorlar: “Bazısı uygarlığa fazla yüz vermeyecek / Dağ başındaki gibi yaşamak isteyecek.”

Apaçiler çıktı sonra. Emolar, maçolar, gundiler… Acayip saçlar, kıyafetler, danslar. Taşladık hamdolsun hepsini. Bugüne geldiğimizde de yine bir prototip dolaşıyor ortalıkta. Elinde kocaman hoparlörler, anlamsızca yüksek sesli müzik, arabalar gün bilmez gece bilmez rahatsızlıklar veriyorlar. Sokakta halı yıkayanlardan, mangal yapanlara. Saçlarının yan tarafları kazınmışlardan rahatsız büyük bir şehirli kitle. Oh dear! Göçmenlere ırklarına göre muamele eden şehirliler. Lahmacuna kızıp hamburger yiyenler. Mini etek candır, başörtülü uygarlık düşmanı. Doğulu şivesinden tiksinip ah evropa yardakçılığında huzur bulan benim çağdaş ve aydın ve modern ve uygar ve seküler minnoşlarım. Ne milliyetçisiniz ne de güzel halkçısınız öyle siz?

Ne oldu şimdi? Çatısını yıktığınız bu evin üstüne asit yağmuru yağıyor diye ağlamanız niye? Islanmayacağınızı mı sandınız yoksa? Siz istemediniz mi bu hâli? Müstehaktır size. Canınızın istediği gibi yaşamanıza engel olacak her şeyi demokrasiye karşı yapılmış bir baskı ilan ederken, bugün de dazlak tıraşlı ayak takımı canlarının istediği gibi yaşıyorlar, ne farkı var sahiden? Ayrıcalığınızı mı aldılar elinizden? Sizler bu ülkenin kucağında büyüttüğü pamuklar içinde pohpohladığı seçkinlerdiniz de “yoz”lar mı üzdü sizi?

Zil zurna sarhoş olup ileri tutarı rahatsız ettiğinizde sığındığınız çağdaşlık kalkanı, yoksa bugün Kürt çocukları tarafından mı kullanılıyor, haşa ne hakla? Tekrar ediyorum. Tamir için çıktığınız evin çatısını hiç acımadan ve övüne övüne yıktığınızda, gururla söktüğünüz zaman ıslanacağınız, üşüyeceğiniz ve hastalıktan öleceğiniz günleri de hesap etmediniz tabii. Çatıcı ustalarının size verdiği, sizi koruyan o kürkler, başkalarına geçtiğinde üşümeye başladınız. Bugün acıklı türküler acınası hâli anlatıyor. Çatıyı imar etmek yerine kürk kavgası. Üç para etmez uygarlık masalınızın kahramanları giyiyor o kürkü. Bu toplum sizin eseriniz, şimdi hiç mızmızlanmayın cicim. Hep bir ağızdan söyleyelim mi marşımızı?

“İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz.”

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...