02 Mart 2025

Trump, değişen dengeler ve yeni dünya düzeni

Trump yeniden başkan koltuğuna oturur oturmaz uluslararası ilişkilerde kartlar yeniden dağıtıldı, güç dengeleri yeniden belirlendi. Avrupa bu dengeleri içinde mi? ABD’nin Rusya ile değişen ilişkileri, Ukrayna’daki savaşı nasıl etkileyecek? Türkiye, bu yeni dinamikte nasıl yer alıyor?

Kaynakları ve gerçek gücü olan ülkeleri birleştiren yeni dünyanın çekirdeği oluşuyor. Bu çekirdekte ABD, Rusya, Çin, Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail yer alıyor. 1945’ten sonra ortaya çıkan müesses nizamın yerini daha dinamik, çok yönlü ve en önemlisi güçlü liderliklerin var olduğu bir düzen alıyor. Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı sonrası düzen hızla çöküyor. Büyük devletlerin anlaşmalar yaptığı ve küçük devletleri sindirdiği bir dünya düzeni meydana çıkıyor. 14-16 Şubat tarihlerinde yapılan Münih Güvenlik Konferansı’ndan birkaç gün önce uzmanların, “konferanstaki tartışmalar için temel teşkil eden” ve böylece forumun müzakerelerine yön veren yıllık Münih Güvenlik Raporu’nda, günümüz dünyasının tek kutupluluk, iki kutupluluk, çok kutupluluk ve hatta kutupsuzluğun unsurlarını sergilediğini, daha fazla sayıda aktörün kilit küresel meseleleri etkileme kabiliyetine sahip olduğu, değişen bir küresel güç dağılımı tarafından şekillendirildiğinin açık olduğu belirtilmişti. Bu bağlamda raporda yeni dünya düzeni “çok kutuplulaşma” ile karakterize edilmişti. Raporda aynı manayı ihtiva eden çok kutupluluk yerine çok kutuplulaşma teriminin kullanılmasına rağmen, mevcut uluslararası dönüşümler, yani dünya sisteminin çok kutupluluğa doğru hızla evirildiği gerçeği kabul görülmüştür. Raporda Çin, dünya liderliği için ABD'nin başlıca rakibi olarak gösterilmektedir.

Rusya'nın ise dünya lideri olarak ilan ettiği statüsü her zaman yetenekleriyle örtüşmüyor ancak etkisini genişletmek için mevcut kaynakları ustalıkla kullanıyor. Ayrıca Rusya’nın çok kutupluluk anlayışı, Rusya merkezli bir medeniyet yaklaşımıdır. Bu yaklaşım özellikle Avrasya’da diğerlerine yaşam hakkı tanımamaktadır. Dolayısıyla Rusya adil bir dünya düzeni bağlamında değil, tam aksine sıkça eleştirdiği müesses nizamın etkin söylemleri ve enstrümanlarıyla hareket etmektedir. Trump'ın dış politikada ABD’nin geleneksel ittifaklarından uzaklaşması ve geleneksel müttefiklerle olası anlaşmazlıklar, Çin'e konumunu güçlendirme şansı verebilir. Bu bağlamda Çin, ABD'nin küresel istikrarı bozan bir güç olduğu söylemini vurgulayabilir ve uluslararası sisteme kendi girişimlerini sokma konusunda daha az dirençle karşılaşabilir. Çin’in artan gücüne yönelik bir başka önemli tartışma ise Rusya’nın sergileyeceği tutumla ilgilidir. Trump-Putin etkileşimi veya bir başka deyişle Yalta 2.0 yaklaşımı, bu tutumun genel hatlarını tayin edebilir. Trump’ın Çin’i çevreleme stratejisini tam kapasiteyle uygulayacağı senaryoda, Rusya önemli ve işlevsel bir ortak olabilir.

Müesses nizamın çok kutupluluğu ve/veya çok kutuplulaşmayı “itiraf etmesi”, Amerikan merkezli dünyanın yerini çoklu güç merkezlerinin alacağı ve esasında bölgesel güçlerin bu süreçte tayin edici bir role sahip olacağı anlamına gelebilir. Bu durumda ne istediğini bilen ve güçlü liderliğe sahip bölgesel güçler, uluslararası meselelerde daha fazla söz hakkına sahip olacaklardır.

Değişen dengeler ve Avrupa’nın krizi

14-16 Şubat tarihlerinde yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD Başkan Yardımcısı James David Vance’nin konuşması Avrupa için bir alarm niteliğindeydi. Vance, esas çekincelerinin Çin veya Rusya kaynaklı olmadığını, endişelerinin Avrupa’nın ABD ile paylaştığı değerlerden uzaklaşması olduğunu beyan etti. ABD Başkan Yardımcısı’nın bu söylemi Avrupa siyasetinde adeta bir deprem etkisi yarattı ve yeni Amerikan yönetimine yönelik var olan skeptizmi güçlendirdi. Diğer taraftan, yeni Amerikan stratejisinin Çin’i çevrelemeyi öncelikli dış politika hedefi hâline getirmesi durumunda, Trump yönetiminin ABD'nin Avrupa'nın güvenliğinin garantörü olarak tarihî rolünü terk etmesine yol açma ihtimali belirdi.  Bu durumda Washington kıtayı savunmanın maliyetini Avrupalı müttefiklerine yüklemesi söz konusu olabilir.  Ancak Avrupa'nın yavaş silahlanma hızı ve ABD'ye olan bağımlılığı göz önüne alındığında, böyle bir senaryo “güvenlik boşluğu” yaratabilir.

Trump Amerika’sı ile Avrupa arasındaki en önemli fikir ayrılıklarından biri de Ukrayna Savaşı etrafında şekillenmektedir. 18 Şubat’ta Rubio ve Lavrov’un Riyad’da bir araya gelmesi Avrupa başkentlerinden büyük endişeyle takip edildi. Avrupa'nın ABD'den tamamen kopmaya hazır olmadığı açık beyan ortadadır. Çünkü Avrupa, ABD'nin müdahalesi olmadan kendi güvenliğinin sorumluluğunu üstlenmeye hazır değil. Londra ve Paris, çatışmalar sona erdikten sonra ABD ordusu tarafından korunacakları garantisi olmadan Ukrayna'ya barış gücü göndermekten bile korkmaktadır. Bu nedenle Avrupalı liderlere Trump'ın barışı koruma çabalarına karşı çıkmamaları, aksine Ukrayna'da ateşkes sağlayarak ve böylece ne Ukrayna silahlı kuvvetlerinin tam teşekküllü yenilgisine ne de ABD ile ilişkilerin bozulmasına izin vererek onları desteklemeleri çağrısı giderek sıklaşmaktadır. Üstelik 28 Şubat’ta Beyaz Saray’daki Trump-Zelenski görüşmesinde yaşananlar, Ukrayna konusunda Avrupa ve ABD arasındaki fikir ayrılıklarını açık bir şekilde su yüzüne çıkarttı. Avrupalıların Ukrayna yüzünden birçok alanda ve özellikle de güvenlik alanında bağımlı oldukları Washington’a karşı çıkmaları olası bir senaryo değil.

Bütün bu gelişmeler, Avrupa’da ciddi bir lider eksikliğinin mevcudiyetini ortaya koyuyor. Avrupa’nın içine düştüğü siyasi buhranın ekonomik yansımaları da kaçınılmaz duruyor. Çünkü Avrupa esasında jeopolitik bir buhran yaşıyor. Avrupa ordusu tartışmaları sadece söylemsel ve esas itibariyle bir “teselli” mahiyetindedir. Gerçekten de Avrupalılar, ABD’nin güvenlik şemsiyesi olmadan büyük zorluklara tabidirler. Mamafih bütün bu süreç, Avrupa’da önemli siyasi dalgalanmalara neden olacaktır. Orta ve uzun vadede Avrupa’nın stratejik özerkliği konusu kıtanın jeopolitik gündemini meşgul edecektir. Şunu vurgulamakta fayda var. Avrupa’nın jeopolitik buhranının nedeni, Trump’ın varlığı değildir. Bu uzun soluklu ve tarihsel arka planı olan bir buhrandır ve dolayısıyla uzun vadede Avrupa’nın jeopolitik konfigürasyonu yeniden biçimlenebilir. Trump’ın varlığı bu süreci hızlandırmakta ve âdeta bir katalizatör rolünü icra etmektedir.

Türkiye’nin belirleyici rolü

Dünyadaki gelişmelere bakıldığında, “Türkiye Yüzyılı” yaklaşımının ne kadar ehemmiyetli, kıymetli ve zaruri olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü belirsizlik çağında kararlı ve güçlü bir dış politika konseptine sahip olunması elzemdir. “Türkiye Yüzyılı” yaklaşımı, söz konusu dış politika konseptinin hayata geçirilmesine zemin hazırlıyor. 

Türkiye’nin artan küresel stratejik ve bölgesel süper gücü çok kutupluluk ve/veya çok kutuplulaşma sürecinde oldukça belirleyici, tayin edici bir niteliktedir. Bu süreçte Soğuk Savaş dönemindeki gibi sadece stratejik konum değil, aynı zamanda dış politika stratejisinde gücün konsolidasyonunu sağlayan unsurların varlığı mevzubahistir.  Türkiye bölgesel oyun kuruculuğun getirdiği muhtelif üstünlüklerle yeni dünya düzeninde itibarlı bir konumdadır. Bu konum Türkiye’nin sahip olduğu tarihsel imkân ve kabiliyetlerle, güçlü liderlikle ve sorun çözme kapasitesiyle pekişmektedir.  Bu noktada Türkiye’nin özellikle bölgesel ortaklıklar vasıtasıyla küresel etkinliğini artırma stratejini tam teşekküllü bir şekilde gerçekleştirmesi oldukça zaruridir. Çünkü müesses nizamın yaşadığı halihazırdaki buhranda bölgesel ortaklıklar özel bir önem kazanıyor.  Bu bağlamda Afrika’dan Türkistan’a kadar stratejik bir güç konsolidasyonuna gereksinim duyulmaktadır. Türk dış politikası açısından bir diğer önemli ve zaruri mesele ise Washington ve Moskova arasında hâlihazırda yaşanan yoğun etkileşimin olası bölgesel ve küresel etkilerini kendi lehine çevirmesidir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...