02 Aralık 2025

Sudan'da ateşkese giden yol: Askerî tıkanma mı baskı mı?

Sudan’daki savaş bir vekâlet çatışmasına dönüşmüş durumda. Ateşkes ancak tarafların sahadaki ilerleme kapasitesi tıkanırsa mümkün olabilir. Uluslararası baskı ise bu süreci hızlandırabilir.

Sudan’da ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında iki yılı aşkın süredir devam eden iç savaşın gidişatı, uluslararası toplumun devreye daha sert biçimde girmeye başladığı bir döneme işaret ediyor. Avrupa Parlamentosu’nun son kararı, tarafların işlediği ağır ihlallerin soykırım kapsamına girebileceğini belirtmesi ve HDK'yle yakın ilişki içerisindeki Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) yönelik ticari yaptırımların gündeme gelmesi, krizin jeopolitik boyutunu görünür kılıyor. ABD, Quad ülkeleri ve bölgesel aktörler eş zamanlı baskı kurarken Washington’ın öncülük ettiği ateşkes girişimleri ise şimdilik iki tarafça da reddedilmiş görünüyor. Bu tablo, Sudan’da savaşın yalnızca yerel dinamiklerle değil, bölgesel rekabet ve vekâlet hatları üzerinden şekillendiğini gösteriyor. 

Askerî görünüm karmaşık

Sudan’daki ateşkes girişimlerinin başarıya ulaşamamasının temel nedeni, çatışmanın yalnızca iki aktör arasındaki güç mücadelesinden ibaret olmaması. Avrupa’da savaş suçları vurgusu güçlenirken ABD, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’den oluşan Quad platformu yeni bir üç aşamalı planı yeniden gündeme taşıdı: Üç aylık insani yardım ateşkesi, ardından kalıcı ateşkes ve savaşan generalleri dışlayan bir siyasi geçiş. Ancak hem ordu hem HDK bu öneriyi reddetti. HDK Lideri Hemedti’nin ilan ettiği “tek taraflı" ateşkesin ertesi günü ordunun “HDK'nin saldırısını püskürttük” açıklamasında bulunması ateşkes söyleminin sahadaki gerçeklikle uyuşmadığını ortaya koydu. Tarafların ilerleme sağladığı bölgelerin farklı olması -HDK'nin batı ve güneyde, ordunun ise merkez ve kuzeydeki hâkimiyeti- diplomatik baskıyı daha da karmaşık hâle getiriyor.

Taraflar neden geri adım atmıyor?

Her iki tarafın da ateşkese yanaşmamasının ardında stratejik hesaplar bulunuyor. HDK son aylarda kontrol alanlarını genişletti ve özellikle Darfur’daki ilerleyişini siyasi meşruiyet arayışının bir parçası olarak sunuyor. TASIS çatısı altında paralel bir hükümet fikrini işleterek kendini “yönetebilir bir aktör” olarak konumlandırmaya çalışıyor. Bu açıdan bakıldığında HDK'nin ateşkesi kabul etmesi, ilerleyişini durdurmak anlamına geliyor.

Ordu ise kendini devletin tek meşru askerî otoritesi olarak tanımlıyor. Bu çerçevede HDK'yi “yabancı destekli milis” olarak kodlayan ordu, ateşkesi bir tür statü eşitlemesi olarak görüyor ve bunu kendi otoritesine tehdit olarak algılıyor. İki tarafın da nihai hedefi ülkenin tamamına hâkim olmak olduğu için diplomatik baskı arttıkça sahadaki güç gösterileri de sertleşiyor. İç dinamiklerin bu sertliği, uluslararası girişimlerin neden sürekli tıkandığını açıklıyor.

BAE’nin rolü ve bölgesel dengeler

Krizin en hassas boyutu, BAE’nin HDK üzerindeki etkisi. Abu Dabi her ne kadar iddiaları reddetse de Birleşmiş Milletler (BM) raporları ve sivil toplum örgütlerinin bulguları HDK'nin önemli miktarda mühimmat ve lojistik desteğini BAE üzerinden aldığını gösteriyor. Avrupa Parlamentosu’nun serbest ticaret anlaşmasını askıya alma tartışması, bu baskının artık diplomatik söylem sınırlarını aştığını kanıtlıyor.

Sudanlı uzmanlara göre HDK'nin sahada direnebilmesini sağlayan ana unsur tam da bu dış destek. Dolayısıyla BAE üzerindeki baskı artmadıkça HDK'nin gerçek anlamda bir ateşkese zorlanması zor. Aynı durum dolaylı biçimde ordu için de geçerli. Zira Abu Dabi’nin köşeye sıkışması, sahadaki dengeleri kısa sürede değiştirebilir. Bu nedenle uluslararası baskı yalnızca çatışan taraflara değil, onları besleyen bölgesel güç hatlarına da yönelmek zorunda.

İnsani kriz sürüyor

Sudan’daki savaş dünyanın en büyük insani krizlerinden biri hâline geldi bile. El-Faşir’deki infazlar, açlık politikası ve sistematik cinsel şiddet iddiaları HDK'nin uluslararası toplumdaki meşruiyetini ağır biçimde zedeliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (ICC) soruşturma başlatması, sahadaki ciddiyeti bir kez daha ortaya koyuyor.

Ülkede 30 milyona yakın insan insani yardıma muhtaç hâlde ve yalnızca her on kişiden biri yardım alabiliyor. Erişim kısıtları, mobil hizmetlerin kesilmesi ve HDK'nin iletişimi kontrol etmesi sahadaki durumu daha da ağırlaştırıyor. 21 milyon kişi akut gıda güvensizliğiyle karşı karşıya, en az iki şehir kıtlık koşullarında. 50 bin resmî ölüm kaydı olsa da birçok uluslararası kuruluş gerçek sayının 200 bini aştığını belirtiyor. Bu tablo, ateşkesin artık askerî bir pazarlık değil, insani bir zorunluluk olduğunu gösteriyor.

Kırılma noktası ne olacak?

Sudan’da ateşkesin gerçekleşmesi, yalnızca diplomatik metinlerin kabul edilmesine bağlı değil. Tarafların askerî hedeflerinden vazgeçmesi ve özellikle dış destek hatlarının zayıflatılması gerekiyor. Avrupa Parlamentosu’nun çıkışı, Quad’ın planı ve ABD’nin daha görünür angajmanı önemli olsa da henüz sahadaki hesapları değiştirecek seviyeye ulaşmış değil.

Sonuç olarak Sudan bugün yalnızca bir iç savaş değil, bölgesel aktörlerin nüfuz mücadelesiyle iç içe geçmiş bir vekâlet çatışması sahası. Ateşkes için gerçek kırılma noktası, hem RSF hem SAF’ın maliyetlerinin kazançlarını aşmaya başladığı an olacak. Uluslararası baskı bu süreci hızlandırabilir ancak nihai kararı yine silahların gölgesindeki iki güç verecek.

Kaynakça

Holles, J. (2025, 27 Kasım). Sudan: Could international pressure bring about a ceasefire?. DW.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...