
Görünmez antagonist: Sanat endüstrisinde paranın kaybolan izi
Kutuplaşma önce tanımlamaların içine sızar, iyi ve kötü gibi. Yapılan her eylem de bu tanımlamaların belirsiz ölçütleri arasına sıkışır. Bazen siyasi, bazen ekonomik, bazen de kültürel unsurlar devreye girer ölçütte. Peki arada kaybolanların maruz kaldığı manipülasyonları görmeye cesaretimiz var mı?
Ahlak oyunu (morality play), Orta Çağ Avrupası’nda (14.-16. yüzyıllar arası) ortaya çıkan alegorik bir tiyatro türüdür. Bu oyunların tasarlanma amacı erdemleri, kötülükleri ve soyut kavramları kişileştiren karakterler aracılığıyla izleyicilere ahlaki dersler ve dinî ilkeleri öğretmektir. Mesela en bilinen örneği 1500’lerdeki “Everyman” oyunudur. Bu oyunda Tanrı, insanların dünyevi zevklere dalmasından rahatsız olur ve “ölüm”ü gönderir. Tüm insanlığı temsil eden “everyman”, hesap vermek zamanı geldiğinde yalnız kalır; ona eşlik edecek olan şey “iyi işler”dir. Bir diğer örnek olarak 15. yüzyılda İngiltere’de yazılan “The Castle of Perseverance” (Sebat Kalesi) ise insanın doğumundan ölümüne kadar olan yolculuğunu anlatır. “Mankind” iyilik ve kötülük güçleri arasında mücadele eder, yedi ölümcül günahla savaşır, iyi melek ve kötü meleğin yönlendirmeleri arasında kalır ve sonunda erdem kalesine sığınır ve insanın ruhu kurtulur. Edebiyat eserlerinde, dizilerde, hikâyelerde pek çok kez karşılaştığımız bir çatışmadır bu.
Siyaset de bu çatışmadan nasibini almıştır. Mesela Soğuk Savaş dönemini bir ahlak oyunu formatında özetlemeye çalışalım. Bu hikâyede iki güç karşı karşıyadır: Özgürlüğü temsil eden Batı ve baskıyı temsil eden Doğu. Ana karakterler; Özgür Kadın (Amerika), demokrasi ve kapitalizmi; Demir Yumruk (Sovyetler), komünizmi ve totaliter rejimi sembolize eder. Korku, nükleer savaş tehdididir, ideoloji ise iki tarafın sadık müttefikidir. Propaganda, her iki tarafa hizmet eden çifte ajan, küçük uluslar ise iki güç arasında kalan masum karakterlerdir. Dünyanın dört bir tarafında cereyan eden sahneler ise Berlin Duvarı, Vietnam Ormanları, Küba’nın kumsal kıyıları ve uzayın derinlikleri. İki taraf da doğrudan çatışmak yerine, kukla savaşlar ve gizli operasyonlarla birbiriyle mücadele eder. Her iki taraf da kendisinin “iyi”, karşı tarafın da “kötü” olduğuna inanır. Ve propaganda, her iki tarafın haklılığını, karşı tarafın ise kötülüğünü pompalar. Her iki tarafa da korku, nefret ve güvensizlik tohumları eker. İnsanların zihninde “öteki” kavramını şeytanlaştırır. Medya, posterler ve söylemler aracılığıyla halkın düşüncelerini manipüle eder, karşı tarafı canavar olarak gösterir. Önemli olan “duygu”lardır. Ve duygular devreye girdiğinde, siyasi çatışmaları çözmek imkânsızlaşır.
Mesela 2016’daki Brexit Kampanyası’nda göçmen korkusu abartılmış, hatta “Türkiye AB’ye girecek” kampanyası yapılmış, karmaşık ekonomik ilişkiler basit sloganlara indirgenmişti. 2020’de COVID-19 sırasında virüsün kökeni hakkında kanıtlanmamış iddialar siyasi araç hâline getirilmiş, Asya kökenli insanlara yönelik önyargıların artması ile bilimsel iş birliği yerine karşılıklı suçlamalar öne çıkmıştı. Filistin’de yaşanan kıyımda sivil kayıplar ve insani yardım konusundaki çelişkili açıklamalar, İsrail’in Filistin halkını dehumanize eden açıklamaları gibi Kızıldeniz Krizi’nde ticaret yollarının güvenliği konusundaki farklı anlatılar ile Yemen’deki insani krizin göz ardı edilmesi gibi pek çok örnek sayılabilir.
Kutuplaşmaların arkasında gizlenen istismarlar
Son dönemlerde ülkemizin gündemine düşen bir başka mevzu ise menajerler ve oyuncular arasındaki ilişkiler. Çelişkili anlatılar, sosyal medyada kutuplaşmalar, itiraflar, suçlamalar vs. derken yaşananlar, hep aynı soruya kapı aralıyor: “Bize ne faydası var?”
Amerika’da Harvey Weinstein skandalı sonrasında çıkan “casting couch” kültürünü hatırlayalım. Sistemdeki en karanlık taraf gözler önüne serildi. Ancak sorunun çok daha derinlerde olduğunu hepimiz biliyoruz. Çocuk oyuncuların istismarı, genç oyuncuların fiziksel görünüşleri üzerindeki aşırı baskı, yetenek ajanslarının tekel oluşturması, rol için “özel görüşme” gibi etik dışı uygulamalar… Bunlar da bilinenler arasında…
Menajerler/ajansları aldığı yüksek komisyonlar, yan gelir kaynaklarından (reklamlar, sosyal medya, ürün yerleştirme vs.) alınan paylar, kontratlardaki gizli ve zorunlu maddeler…
Devam edelim, streaming platformlarının artmasıyla değişen güç dengeleri, sosyal medyanın oyuncu-menajer ilişkilerini dönüştürmesi, bağımsız oyuncuların artması ve geleneksel sistem dışında alternatif yollar araması, emeğinin sömürülmesine karşı çıkması ve nihayetinde güç dengesindeki sorgulamalar… Ancak bütün bu maddeleri, “paranın ayak izini” silmek amacıyla meseleyi devletin oyunculara karşı beslediği bir nefrete dönüştürme propagandasını “güncel bir ahlak oyunu” olarak analiz edelim.
Para, gizli antagonist;
Sistem, paranın görünmez eli;
Devlet, günah keçisi;
Oyuncular hem kurban hem de sistemin bir parçası;
Menajer, paranın hizmetkârı;
Medya, iki yüzlü anlatıcı;
Kamuoyu, manipüle edilmiş karakterdir.
Bu oyunda, endüstrinin finansal sömürüsü, yani asıl mesele görünmez kılınır, tartışma ahlak ya da özgürlükler zeminine çekilir, menajer korumak bahanesiyle sömürürken devletin bu süreci denetleme talebi önce çıkarılır ve devlet ile sanatçılar karşı karşıya getirilir, medya gerçek sömürüyü görmezden gelip bu çatışmayı körükler, para perde arkasında sessizce akışına devam eder.
Bu sayede endüstrinin finansal yapısı tartışma dışı kalır, menajerlik sisteminin sorunları görmezden gelinir, vergi, telif ve sözleşme gibi meseleler örtbas edilir, genç yeteneklerin sömürüsü devam eder. Sonuçta gerçek sorunlar yerine yapay çatışmalar öne çıkar ve sistem kendini korumaya devam eder.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.