18 Eylül 2025

Avrupa'nın kayıp kimliği: Saint George'dan Schmitt'e

Londra'daki göçmen karşıtı yürüyüş, Saint George ironisiyle Avrupa'nın kimlik krizini gözler önüne seriyor. Aşırı sağ, liberal sistemin gizlediği "siyasal düşmanlığı" kullanarak halkın öfkesini manipüle ediyor. Peki, bu kimlik krizinin ardında neler yatıyor?

Londra sokaklarında geçen cumartesi tanıdık bir manzara yaşandı: 150 bin kişi göçmen karşıtı yürüyüşte bir araya geldi. "Stop the boats" (tekneleri durdurun), "send them home" (onları evlerine gönderin), "enough is enough, save our children" (yeter artık, çocuklarımızı kurtarın) yazılı pankartlar taşıyan kalabalık, "we want our country back" (ülkemizi geri istiyoruz) sloganları atarak yürüdü. Sosyal medyada dolaşıma giren bir röportaj durumun trajikomik boyutlarını gözler önüne seriyor. Bir protestocuya "Neden göçmenleri istemiyorsunuz?" sorulduğunda "İşlerimizi çaldılar!" diye yanıtlıyor. "Peki ne tür nitelikleriniz var?" sorusuna ise "Onları da çaldılar!" diyor. Mezkûr protesto dağıldıktan sonra aynı insanların Hint restoranlarında “curry” yediği görüntüler de sosyal medyaya düştü.

Bu sahne, Avrupa'nın düştüğü kimlik krizinin mükemmel bir özeti. Çünkü protestocuların taşıdıkları İngiliz bayrağı ve Saint George haçı aslında kendilerinin karşı çıktığı "göçmen" hikâyesini anlatır. İngiltere’nin ulusal bayrağı olarak bilinen, beyaz zemin üzerinde kırmızı haç bulunan bayrağın adıdır Saint George. Aziz George, Kapadokya doğumlu bir Hristiyan şehididir. Annesi Filistinli Aziz Polychronia, babası ise Suriyeli Aziz Gerontios’tur. Kendisi Roma ordusunun askeridir. Hristiyan inancından vazgeçmeyi reddettiği için M.S. 303 yılında idam edilen Aziz George; bugün Hristiyanlar, Dürziler ve bazı Müslümanlar tarafından tek tanrılı inancın şehidi olarak anılmakta ve saygı görmektedir. Ve ironik olan ise İngiltere'nin millî kahramanı, bugün aynı coğrafyalardan gelen insanlara karşı organize edilen nefret yürüyüşlerinde sembol olarak kullanılıyor.

Bu durum, Carl Schmitt'in öngördüğü "dost-düşman ayrımı"nın çarpıcı bir tezahürü niteliğinde. Schmitt'e göre siyasal olan, ancak varoluşsal bir düşman tanımlandığında ortaya çıkar. Diğer bir ifadeyle siyaset, varlığımızı tehdit eden “öteki”ni belirlemekle başlar. Liberal demokrasi, bu temel gerçeği kaçırır ve sonunda o düşmanlığın kurbanı olur. "Britain has finally awoken. We've been waiting decades. Patriotism is the future, borders are the future, and we want our free speech" (İngiltere nihayet uyandı. Onlarca yıldır bekliyorduk. Vatanseverlik geleceğimizdir, sınırlar geleceğimizdir ve ifade özgürlüğümüzü istiyoruz) diyen Tommy Robinson, tam da Schmittçı mantığı işletiyor.

Gerçek adı Stephen Yaxley-Lennon olan Robinson, milliyetçi ve İslam karşıtı İngiliz Savunma Birliği’nin kurucusu ve İngiltere’nin en etkili aşırı sağ figürlerinden biridir. Ona göre liberal sistem; farklı görüşlerin "rasyonel tartışma" ve "demokratik prosedürler" yoluyla uzlaştırılabileceği, çatışmaların kurumsal kanallarla çözülebileceği yönünde yapay bir konsensüs yaratmıştır. Bu konsensüsün amacı; göçmenlik, çok kültürlülük, küreselleşme gibi konularda "medeni" bir tartışma ortamı yaratmak ve karşıt görüşlerin "ırkçı" ya da "aşırılıkçı" damgası yemeden ifade edilebilmesine olanak tanımaktır. Ancak Robinson'a göre bu konsensüs sahte bir "centilmenlik anlaşması"dır. Gerçekte elite yakın olanlar konuşabilir, halkın gerçek endişeleri ise "uygun olmayan" diye susturulur. Schmittçı bakış açısıyla, bu liberal konsensüs "siyasal olan"ı bastırarak çatışmaları gizlemeye çalışır, ama sonunda bu bastırılan antagonizmalar patlak verir.

Robinson’un bu söylemi sadece İngiltere’de değil, Elon Musk gibi teknoloji devlerinden Avrupa’daki genç sağcılara kadar geniş bir kitlede yankı buluyor. Elon Musk, X platformu üzerinden yaptığı bir açıklamada, “İngiliz olmakta güzel bir şey var ve burada gördüğüm şey İngiltere’nin yıkımı. Başlangıçta yavaş bir erozyon, ama büyük kontrolsüz göçle birlikte İngiltere’nin hızla artan bir erozyonu demişti.

Liberal sistem ve aşırı sağ söylemin arasında kalan halk

Yürüyüş; aslında ifade özgürlüğünü desteklemek adına düzenlenmiş olsa da Avrupa’daki aşırı sağcı politikacıların söylemlerinin de etkisiyle, göçün tehlikelerine odaklandı ve bu tutum geniş kitlelerce -özellikle de gençler arasında- hızla benimsendi. Bunun nedeni; söz konusu söylemin liberal sistemin "gerçek siyaset"i bürokrasi ve uzmanlık söylemlerinin arkasına gizlediği tezini desteklemesidir. Diğer bir ifadeyle, halk gerçek sorunlarını dile getirirken, sistem bu sorunları teknik meseleler gibi göstererek siyasal boyutlarını gizliyor. Protestolarda “Yasal olmayan kadınlar benden daha korumalı. İki çocuğum var, şehre gitmeye korkuyorum çünkü çok saldırı oluyormuş gibi hissediyorum” diyen bir katılımcı da bu durumu örnekliyor. Kendini sistemin dışında hisseden birey, çaresizliğini sistemi tamamen reddetmeye dönüştürüyor.

Fransız aşırı sağcı politikacı Eric Zemmour’un sözleri de bu durumu net açıklıyor. “İkimiz de aynı sürecin konusuyuz: Avrupalı halklarımızın güney ve Müslüman kültüründen gelen halklar tarafından büyük ikamesi, siz ve biz eski sömürgelerimiz tarafından sömürgeleştiriliyoruz.” Bu söylem, Schmitt'in "dost-düşman" kavramlaştırmasını doğrudan işletiyor.

Çünkü Schmitt’e göre, liberal yönetimin vaadi olan "tarafsız devlet" fikri, gerçekte tarafsız değildir. Her sistem bir tercih yapar ve bu tercih karşısında kalanları dışarıda bırakır. Schmitt'in dahiyane tespiti budur: liberal demokrasi evrensellik iddiasında bulunurken aslında sürekli sınır çizer, içeri-dışarı ayrımı yapar.

Ancak mesele bundan daha karmaşık… Londra sokaklarında Saint George haçı taşıyan protestocular da aynı akşam Hint restoranında yemek yiyenler de modern Avrupalının çelişkili kimliğinin farklı yüzleri. Schmitt'in öngördüğü düşmanlık dışarıda değil, içeride saklı, kendi benliğimizde. Byung-Chul Han’ın deyimiyle “aynı olanın egemenliği” altında, her şeyi kendi benliğimizin bir yansıması hâline getirdiğimiz bugünlerde, bizden farklı bir gerçeklik ile karşılaştığımızda onu reddediyor, bütün bir düzenin ve sistemin “bozukluğu”ndan yakınıyoruz.

Bu durumdan çıkış yolunun ne olduğu ise belirsizliğini koruyor. Ama en azından şu kesin: Saint George'u sahiplenirken onun Anadolulu, çok kültürlü kimliğini yok saymak, tarihsel hafızanın ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Belki de asıl mesele, düşman arayışından vazgeçip kendi iç çelişkilerimizle yüzleşmeyi öğrenmekte yatıyor. 

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...