Afrika’nın “kurtarılmaya” neden ihtiyacı yok?
Algıların esiri olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Neden ve niçin Afrika denilince akıllara açlık ve yoksulluk geliyor? Maddi sömürünün yerini algı sömürüsü mü aldı? Kendi şartlarıyla, kendi geleceğine doğru farklı bir yarış koşan Afrika’ya içeriden bir ses eşliğinde kulak verelim.
Dünya çapında pek çok insanın Afrika hakkında farklı fikirleri mevcut. Bu kimseler her zaman, her yerde, Afrika’yı Afrikalılardan daha iyi bildiklerine inanırlar. Çoğu zaman da yönetim veya ekonomi konusunda sıfır deneyimi olan bu kitle, aniden politika uzmanlarına dönüşürler. Âdeta kıtaya parmak sallayarak gerçeklikten kopuk analizler yaparlar. Dikkat etmediğinizde orada doğup büyüdüklerini, bir kollarının altında tavuk, diğerinin altında bir sepet muzla köy pazarına gönderildiklerini düşünebilirsiniz. Hâlbuki hiç de öyle değildir gerçekler… Anlatımlarına küçümseme ve üsten bakış hâkimdir. Afrikalıların açlıktan öldüğüne ve iç savaşlardan kaçtığına yanlış bir şekilde inanarak bunu aşağılayıcı bir şekilde değerlendirmekten geri durmazlar. “Afrika’yı nasıl kurtarabiliriz” sorusunu bir sahip tavrıyla masaya yatırdıklarına şahit oluruz hemen hemen her zaman. Fakat bir şeylerin peşinde oldukları da dökülür istemsizce eteklerinden aşağıya… Peki, Afrika’nın kurtulmaya hakikaten ihtiyacı var mıdır? Kimi, kimden ve hangi sebeple kurtarmak istediklerine dair haklı sebepleri var mıdır bu isimlerin? Naçizane o toprakların insanı olarak benim “kurtarma” ile ilgili az çok fikrim var:
- Avrupa ve Çin’in giderek artan “sözde” sömürüsünden mi kurtaracaksınız bizi?
- Ya da iklim felaketlerinden mi? (Ki bu felaketlerin sorumluları “Batı” ve bir şekilde gelişmekte olan piyasalardır.)
- Ya da "sözde" bağlı yardımdan mı?
- Ya da Batılıların yapmış olduğu hataların vesile olduğu sonuçlardan mı?
Açıklığa kavuşturulması gereken bir diğer mesele ise “biz”iz. Afrika deyince kimden bahsediyoruz? Hükûmet(ler) mi? Ülkedeki sivil toplum örgütleri mi? Tüm dünya insanları mı, sadece Afrika halkı mı? Yoksa Birlemiş Milletler mi? “Biz”in kim olduğuna cevap veren hemen hemen kimse yoktur. Ve son olarak ama kesinlikle en önemlisi: “Afrika” derken neyin kastedildiğidir.
Dürüst olmak gerekirse, tüm Afrika’yı genelleştirerek sorulan sorular, kıtayı anlamaya ne yazık ki yardımcı olmuyor. Batı medyası onlarca yıldır Afrika’yı kaos, çatışma, hastalık, kıtlık ile hemhâl olan bir kıta olarak resmetti. Oysa bunların var olduğunu reddetmeksizin Afrika’nın, genel resmin sadece küçücük bir parçasını oluşturduğunu unutuyorlar ya da unutturuyorlar… Afrika’nın büyük bir kısmının herhangi bir tür “kurtarılmaya” ihtiyacı yok! Özellikle de ortadaki birçok sorunun müsebbibi olan Batı’nın hâlâ sürdürmeye çalıştığı hegemonyasına hiç ama hiç ihtiyacı yok! Hiç şüphesiz “dördüncü sömürgecilik dalgası”nı yırtıp atmak ve tarihin çöp tenekesine koymak, Afrika’yı sözde kurtarma çabalarının başlangıcı olacak.
Afrika kıtası, sadece çamur ve kaostan ibaret midir?
İnsanlar Afrika hakkında sadece bilgisiz değil; yanlış da bilgilendirilmişlerdir. Bu elbette onların suçu değil. Yukarıda ifade ettiğim gibi, Batı medyası yıllar boyunca kıtayı bitmek bilmeyen bir acı safarisi olarak resmetti. Aç çocuklar, savaştan zarar görmüş manzaralar… Bu sahnelere hüzünlü piyano müziği ekledik mi, acıma olimpiyatlarından birincilik ödülüyle ayrılmamanız imkânsıza yakındır. Oysa “bizim” oralarda her şey çamur kulübeler ve kaostan ibaret değildir. Batı medya objektifinden bakmayıp “bizi” yalnızca sayılardan ibaret saymayanlara çok şey sunar “bizim” oralar…
McKinsey’e göre Afrika nüfusunun neredeyse yarısı, 2010-2019 yılları arasında GSYİH büyümesinin, kıtanın 2000 yılından bu yana ortalama %4,2'lik büyüme oranını aştığı ülkelerde yaşıyor. 2019 yılında nüfusun %57’si kırsal alanlarda yaşamasına rağmen kıta, gezegendeki diğer tüm yerlerden daha hızlı şehirleşiyor. Dünya Bankası’nın raporları, genel olarak Afrika’nın ve özellikle Sahra Altı Afrika’nın, GSYİH ve kişi başına GSYİH’da çok önemli bir büyümeye tanık olacağını gösteriyor. Price Waterhouse Coopers, aslında Afrika için 2050 yılına kadar yaklaşık 29 trilyon dolar olacak bir GSYİH öngörüyor, bu da tüm Avrupa Birliği’nin ekonomisinin 2050 yılına kadar tahmin edilen (28 trilyon dolar) değerine neredeyse eşit. Bu, Afrika bir ülke olsaydı, dünyada ya üçüncü ya da dördüncü sırada yani Hindistan ile aynı sırayı paylaşacaktı anlamına geliyor. Görüyorsunuz, birçok ekonomistin bahsetmediği bir durumun altını çiziyorum. Bu rakamlar karmaşık olsa da bir ülkenin gelişimi söz konusu olduğunda kapsamlı bir değerlendirme yapmayı önemli hâle getiriyor.
Bu gerçekleri dile getirmek yerine, turist tuzağındaki papağanlar gibi “aşırı yoksulluk” klişelerini tekrarlayıp durmak, hiçbir şeyin anlaşılmasına ne yazık ki katkı sağlamıyor. Kısacası modern çağda ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarının marjinal olmadığı bu kadar açık gözümüzün önündeyken dünyanın geri kalanı “Bilgisayar Çağı”nda, Afrika ülkeleri ise “Taş Devri”nde yaşıyormuş gibi bir akıl yürütme hiç de sağlık değil.
Avrupa ülkeleriyle Afrika ülkeleri arasında kıyas yapınca ortaya çıkan sonuç
“Araştırmacıların” nadiren yaptığı bir karşılaştırmadan söz etmek istiyorum. Bağımsızlığını yeni kazanan Afrika ülkeleri ile bağımsızlığını yeni kazanan Avrupa ülkeleri arasında bir mukayese yapalım. Eski Sovyet ülkeleri olan Moldova, Ukrayna ve Arnavutluk, birçok Afrika ülkesiyle aynı aralıkta kişi başına düşen GSYİH’ya sahip. Ama en son ne zaman bir “araştırmacının” Moldova’yı “krizle boğuşan” bir ülke olarak tanımladığını duydunuz? Duyamazsınız… Afrika yarışa Batı Avrupa ile aynı zamanda başlamadı… Avrupa ülkeleri sanayileşip sömürgeleşirken, Afrika ülkeleri sömürge yönetimi altındaydı. Çoğu bağımsızlıklarını ancak 1960’larda kazanabildiler. Bu; bırakın küresel ticarete hâkim olmayı, güçlü pazarlar kurmak için bile yeterli bir süre değil. Daha yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğu profesyonel maraton koşucusuyla kıyaslamak gibi bir durumdan söz ediyoruz. Afrika arayı kapatamıyor mu? Nereye yetişemiyor ki?
Fıkralar ve panzehirler
Kitap tanıtım programlarıma katılan bir kişi, Afrika’nın kalkınma sorunları hakkında derin sohbete daldığımız bir anda, “Afrika ülkeleri neden tarıma odaklanmak yerine demir yolları ve buna benzer altyapıları inşa etmeye çalışıyor?” diye sordu, ses tonu merak ve yersiz bir kesinlik karışımı taşıyordu. Tereddüt ettim, kelimelerimi dikkatlice seçerek şöyle cevap verdim: “Biliyorsun, bu zor bir iştir… Ama bazen demir yolları sadece trenlerden ibaret değildir. Örneğin, ürünleri bozulmadan önce çiftliklerden şehirlere taşımaya yardımcı olurlar. Zor bir sorunu çözmenin bir yoludur.” Duraklayarak dediklerimi düşündü. Muhtemelen beklediği cevap bu değildi ama mesele şu ki, ben de tüm cevaplara sahip değilim. Bildiğim şey; sorunların, özellikle uzaktan bakıldığında, göründüğü kadar basit olmayabileceğidir. Bu an bana, tam olarak anlamadığımız sorunlara hızlı çözümler sunmanın ne kadar kolay olduğunu hatırlattı. Afrika’nın zorlukları ve ilerlemesi, yüzeysel çözümlerden daha fazlasını hak ediyor kanaatimce. Bazen cevap vermekten çok, doğru soruları sormayı önemsemeliyiz…
Bu kısa görüş alışverişi daha büyük bir sorunun temsilidir: İnsanlar çoğu zaman Afrika hakkında sahadaki karmaşıklığı anlamadan varsayımlar yaparlar. İyi niyetli insanlardan gelen yanlış yönlendirilmiş tavsiyeler, algı ve gerçeklik arasındaki kalıcı uçurumu gözler önüne serer.
Afrika’nın uğraştığı mesele budur: Aşırı basitleştirilmiş fikirlere veya modası geçmiş varsayımlara dayanan bir sürü tavsiye… IMF ve Dünya Bankası gibi küresel kurumlar bile genellikle kâğıt üzerinde kulağa hoş gelen ama pratikte başarısız olan tek tip önerilerde bulunurlar. Reçeteleri (kamu harcamalarını kısmak, temel hizmetleri özelleştirmek, sübvansiyonları sınırlamak) genellikle yerel gerçekleri ve Afrika ekonomilerinin uzun vadeli ihtiyaçlarını göz ardı eder. Örneğin, birçok Afrika hükûmetine, sağlık ve eğitim gibi kritik sektörlerin özel mülkiyet altında çökmemesi için devlet tarafından işletilen endüstrilere fon sağlamayı bırakmaları yönünde çağrıda bulunuldu. Sonuç? Zenginler ile fakirler arasındaki uçurumun genişlemesi, ilerlemenin daha da zorlaşması... Bu, bir araba motorunu rastgele parçaları çıkararak tamir etmeye çalışmaya benzer, gürültüyü kesebilirsiniz ama araba hiçbir yere gidemez!
Afrika’nın tavsiye eksikliği yok; tavsiyeye boğulmuş durumda! Sorun şu ki, bu tavsiyelerin çoğu, “uzmanlardan” bile gelse, Afrika’nın çeşitli ve karmaşık gerçeklerini gerçek anlamda kavramaktan ziyade yanlış anlaşılmaya dayanıyor. Kıtanın ihtiyacı olan şey daha fazla teori değil, yerel bilgiye saygı duyan ve sürdürülebilir büyümeye öncelik veren pratik ortaklıklar.
Afrika her şeydir, iyisi ve kötüsüyle
Hiçbir yer mükemmel değildir. Afrika kıtası da öyle... Evet, zorluklarımız var; yolsuzluk, eşitsizlik, altyapı boşlukları… Ama dünyanın geri kalanı da öyle. Aradaki fark, Afrika’nın sorunlarının büyütülürken, başarılarının küçümsenmesidir. Nairobi, Lagos veya Johannesburg’da yürüyüşe çıkın… Ufuk çizgisini delen gelişen işletmeler, inovasyon merkezleri ve gökdelenler göreceksiniz. Oysa haberleri açtığınızda, tüm kıtanın yandığını düşündüren sahneler dışında bir şeye rastlamanız mümkün değil…
Peki, Afrika neden böyle? Sorudaki kusura işaret ederek başlayalım. Afrika tek bir ülke değil! 54 ülkeden, 1,4 milyardan fazla insandan, binlerce kültür, dil ve gelenekten oluşan bir kıta. “Afrika neden böyle?” diye sormak, “Avrupa neden böyle?” sorusundan farklı olmamakla birlikte muğlak, kafa karıştırıcı ve karmaşıklıklarla dolu bir kıtayı aşırı basitleştiriyor. Dolayısıyla bu kadar kötü çerçevelenmiş bir sorudan nasıl kesin bir cevap beklenebilir ki? Bu tür genel ifadeler, homojenliğin olmadığı yerde homojenlik varsayar. İster Botsvana’nın ekonomik istikrarı ister Ruanda’nın çatışma sonrası olağanüstü toparlanması ya da Nijerya’nın gelişen teknoloji sektörü olsun, her ülkenin nüanslarını ve kendine özgü hikâyesini siler, atar. Afrika “böyle” değildir. Afrika her şeydir, iyisi ve kötüsüyle. Yani her yerde olduğu gibi çelişkilerle dolu bir yerdir. Ne yazık ki Afrika’nın algılanış biçimi ile gerçekliği arasındaki uçurum Sahra Çölü’nden daha geniştir.
Eğer bu kıtayı gerçekten merak ediyorsanız, manşetlerin ötesini okuyun. Afrikalılarla konuşun. Bizim hakkımızda değil, bizimle sohbet edin. Sadece klişelerle değil, hikâyelerimizle de ilgilenin. Ve en önemlisi, varsayımlarınıza meydan okuyun.
Afrika’nın kurtarıcılara ihtiyacı yok. Ortaklara ve saygıya ihtiyacı var. Çünkü yaygın inanışın aksine, Afrika “geride” değil. Sadece kendi şartlarıyla, kendi geleceğine doğru farklı bir yarış koşuyor.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.