24 Temmuz 2025

ABD’nin Suriye ve Orta Doğu’daki geleceği nasıl şekillenecek?

ABD, Suriye’de ekonomik kontrol ve istikrarlı bir yönetim hedeflerken, İsrail’in zayıf, Türkiye’nin ise güçlü bir merkezî hükûmet arzusuyla çatışıyor. Bu çıkar mücadelesi Washington’ın bölge politikasını karmaşıklaştırıyor ve Orta Doğu’nun geleceğini belirsizleştiriyor.

ABD’nin ekonomik olarak Suriye’de ve genel anlamda bölgede çok fazla projeksiyonu var. ABD Suriye’nin doğusunda bulunan petrol rezervlerinin kontrolünü elinde tutuyor.  Bunun yanında ABD’nin Suriye’yi içine alabilecek herhangi bir potansiyel ulaşım koridorunda söz sahibi olma niyeti var. Bu noktada ABD’nin merkezîleşmiş ve Washington’la çok yakın ilişkilere sahip, öngörülebilir Suriye yönetimini arzuladığı söylenebilir. Trump’ın 2004 yılından beri Suriye'ye uygulanan yaptırımların 1 Temmuz'dan itibaren yumuşatılmasına ilişkin kararnameyi imzalaması bu yönde bir adımdı. Yaptırımların yumuşatılması, ABD’nin Suriye’yi kendi ekonomik oyun sahasına entegre etmeyi kolaylaştırıyor. Trump yönetiminin dikkatini Arap-İsrail çatışması ve İran'ın nükleer silah anlaşmasına kaydırdığı bir gerçektir.  Ayrıca ABD'nin Suriye'deki asker sayısını yarı yarıya azaltma niyetinde olduğundan sıkça bahsedilmektedir. Bununla birlikte, Washington’ın adımları, Suriye'deki olaylara olan ilginin tamamen kaybolduğu anlamına gelmiyor. Bu öncelikle, Washington'ın Orta Doğu'nun siyasi haritasını yeniden çizme sürecine dâhil olması nedeniyle güçlerin yeniden gruplandırılması ihtiyacından kaynaklanıyor. 

ABD, kaynakları yeniden dağıtmaya çalışsa da özellikle Çin ile artan jeopolitik rekabet koşullarında bölgeden tamamen “çekilmek” ABD için “stratejik bir yenilgi” olacaktır. Süveyş Kanalı, Hürmüz Boğazı ve Bab-el-Mandeb Boğazı gibi önemli ulaşım arterlerini bir araya getiren Orta Doğu'nun coğrafi konumu, bölgeyi dünya ticaretinin önemli lojistik merkezlerinden biri hâline getirmektedir. Orta Doğu'yu kendi etki alanı içinde tutmanın gerekliliğinin farkında olan ABD, Hindistan-Orta Doğu-Avrupa ekonomik koridorunun rotasının öncülüğünü yapmaktadır. Bu koridor, Avrupa ile Hindistan'ı Basra Körfezi üzerinden birbirine bağlamayı amaçlıyor. Hindistan-Orta Doğu-Avrupa girişimi, sadece Tek Kuşak Tek Yol projesine alternatif olarak değil, aynı zamanda Hindistan'ın Çin'in etkisine karşı koymasına ve gelişmekte olan ülkelerin lideri hâline gelmesine yardımcı olmak için bir temel olarak da görülüyor.

Trump “İsrail ipoteğini” nasıl aşacak?

ABD ve İsrail, Suriye ile ilişkiler konusunda belirli ölçüde fikir ayrılığı içindedir. İsrail, Suriye'nin yeni lideri Ahmed eş-Şara’ya ve genel anlamda yeni hükûmete ihtiyatlı yaklaşıyor. İsrail Suriye Devrimi’nden sonra üç bölgesel hedefini gerçekleştirmeye çalışıyor. Birincisi, hidropolitik açıdan önemli olan Golan Tepeleri’ndeki su kaynaklarını kontrol etmek istiyor. İkincisi güvenlik bağlamında tampon bir bölge oluşturmaya çalışıyor. Üçüncüsü ise zayıf ve esasında merkezî olmayan bir Suriye için çaba gösteriyor. İsrail’in bu planları, ABD’nin tam ölçekli bir bölge stratejisini uygulaması bakımından büyük bir handikap oluşturuyor.

Trump’ın İsrail odaklı yaklaşımını, kuşkusuz iç politika dinamiklerden ayrı düşünmek olanaksızdır. Bununla birlikte, Netanyahu’ya “sadakat mottosu” Trump’ın Orta Doğu politikasının çok fazla git gel yaşamasına neden oluyor. Bu durumda Trump sadece taktiksel bir politika icra edebiliyor. Dolayısıyla taktiksel yaklaşımlar, bütün ve öngörülebilir bir stratejinin uygulanmasını engelliyor. Bu koşullar Washington’ın “İsrail’e rağmen” bir politika izlemesini zorlaştırıyor. ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarını konsolide etmesi açısından Tel-Aviv ve Şam arasında “ara bulucu” rolünü icra etme misyonunu taşıdığını da vurgulamak gerekiyor. Washington, Suriye'yi İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmasını sağlayan İbrahim Anlaşmaları'na katılmaya ikna etmek için çaba harcıyor.  Fakat asıl mesele Trump yönetiminin bu misyonu hangi parametreler çerçevesinde hayata geçireceğidir. Trump’ın Suriye özelinde baskın bir politika izleyeceği öngörülmüyor. Bu bağlamda Suriye meselesinde daha çok bölgesel parametrelerin belirleyicilik ihtiva ettiği söylenilebilir.

Türkiye’nin yaklaşımı

Ankara ve Tel-Aviv, Suriye'nin geleceğini farklı şekilde görüyor. İsrailli politikacılar, Suriye için açıkça federal bir model öneriyorlar. Bu modelde, Kürtler ve Aleviler de dâhil olmak üzere çeşitli azınlıklar geniş özerkliğe sahip olacak. Türkiye ise güçlü bir merkezî hükûmet istiyor. Suriye lideri eş-Şara Mart ayında, tam da bu modele dayanan yeni bir anayasa imzalamıştı. Merkezî iktidarın zayıflaması İsrail’in daha fazla toprak elde etmesini kolaylaştırıyor. Bununla birlikte İsrail’in kaynakları Gazze sorununun çözülememesi ve İran konusundaki belirsizlikler nedeniyle sınırlıdır. Bu gerçeklik olası bir bölgesel müzakere mekanizmasının oluşmasına zemin hazırlayabilir.

Türk Millî Savunma Bakanlığı kaynakları, Türkiye’nin, Suriye’nin yeni hükûmetiyle yakın iş birliği içinde çalıştığını vurgulayarak, Şam yönetiminin başta DEAŞ olmak üzere terör örgütleriyle mücadele kapsamında Türkiye’den resmî destek talep ettiğini ifade etti. Türkiye ayrıca SDG/YPG güçlerini 10 Mart Anlaşması’na uyması yönünde uyardı. Türkiye açısından Suriye’de güçlü ve istikrarlı bir merkezî hükûmetin oluşması çok önem arz ediyor. Çünkü eş-Şara hükûmetinin istikrarsızlaşması hem Suriye içerisindeki yapıların hem de İsrail’in iştahını kabartıyor.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...