
105 yıl sonra Misak-ı Millî: Bölgesel kardeşlik ve ortak geleceğin ideali
Misak-ı Millî, sınırların ötesinde kaderlerin de ortaklaştığı bir çağrıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap kardeşliği” vurgusu, bu tarihî metni bölgesel barış ve dayanışmanın yeniden inşası için bir fırsata dönüştürüyor.
Yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada yaşamış, aynı tarihsel sınavlardan geçmiş halkların ortak bir zeminde buluşması, hiç şüphesiz geçmişin mirasından çok geleceğe dair bir vizyon. 105 yıl önce ilan edilen Misak-ı Millî, tam da bu vizyonun temellerini atan bir belge olarak Türkiye’nin siyasi hafızasında özel bir yere sahip. Çoğu zaman yalnızca sınır belirleyen bir belge olarak anılsa da Misak-ı Millî, esasında Türk, Kürt ve Arap halkları arasında doğan kader birliğini ve ortak gelecek tahayyülünü içinde barındırıyordu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Temmuz 2025’te yaptığı konuşmada altını çizdiği “Türk-Kürt-Arap kardeşliği” vurgusu, bu belgeyi yeniden düşünmek için güçlü bir gerekçe sundu. Erdoğan’ın konuşmasıyla birlikte, Misak-ı Millî’nin sadece bir tarihsel metin değil, bugünü ve yarını şekillendirebilecek bir birlik ideali olduğu fikri yeniden gündeme geldi.
Birlik arzusu ile yazılmış bir manifesto
28 Ocak 1920’de Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında kabul edilen Misak-ı Millî, Kurtuluş Savaşı’nın siyasal çerçevesini belirleyen ve aynı zamanda bağımsızlık hedefinin ilk kez somutlaştığı bir metindi. Ancak bu metin, yalnızca askerî ya da politik bir beyanat değil, farklı halkların ortak tehdit karşısında birleşebileceğini kanıtlayan tarihsel bir dönüm noktasıydı.
Belgede yer alan hükümler, o dönemde Anadolu’da yaşayan halkların birlikte bir gelecek kurma iradesini açıkça yansıtıyordu. Türkler ve Kürtlerin ortak bir vatan anlayışı çerçevesinde mücadeleye katılması, bu birliğin temel direğini oluştururken, Arap nüfusun yoğun olduğu bölgelerde halk oylaması talep edilmesi, bir tür karşılıklı saygı temelinde oluşan gönüllü bir ortaklığın önünü açtı. Buradaki asıl mesaj; halkların iradesine başvurmaktan kaçınmamak, zorla birleştirmek değil, birlikte yaşamak isteyenlerle ortak bir gelecek kurmaktı. İşte bu yaklaşım, bugün hâlâ güncelliğini koruyan bir kardeşlik fikrinin köklerine işaret ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kardeşlik çağrısı
12 Temmuz 2025’te yaptığı konuşmada Erdoğan, “Türk, Kürt, Arap bir aradaysa vardır; ayrılırsa her biri yok olur” diyerek, bu üç halkın birlikteliğini güçlü bir siyasi ve kültürel anlatıya dönüştürdü. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü Türk, Kürt ve Arapların birlikte fethettiğini hatırlatarak, ortak bir tarih ve medeniyet vurgusu yaptı. Bu yaklaşım, Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman geri planda kalan bir birlik anlayışının yeniden canlandırılması çabası olarak değerlendirilebilir.
Bu çağrının, iç siyasi dengeler açısından stratejik bir boyutu olabilir. Ancak burada asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, söylemin sadece bugüne değil, Misak-ı Millî’ye dayanan bir tarihsel temele yaslanıyor olmasıdır. Misak-ı Millî’de geçen “Osmanlı-İslam çoğunluğu” ifadesi, o günün siyasi gerçekliğiyle birlikte değerlendirildiğinde, etnik ayrışmalardan çok bir inanç birliğine, kader ortaklığına işaret eder.
Bu noktada Erdoğan’ın söylemi; klasik milliyetçi anlatıdan bir sapma değil, onu daha geniş bir tarihî ve coğrafi çerçevede yeniden yorumlama çabasıdır. Üstelik bu yorumun arkasında, tarihsel meşruiyeti güçlü bir şekilde duran bir belge durmaktadır: Misak-ı Millî.
Misak-ı Millî: Ortak irade, ortak gelecek
Misak-ı Millî’nin en dikkat çekici yönlerinden biri, bazı bölgelerin geleceğinin halkın iradesine bırakılmasını öngören hükümleridir. Özellikle Arapların çoğunlukta olduğu vilayetlerde halk oylaması çağrısı yapılmış, bu bölgelerin kendi kaderini tayin etme hakkı tanınmıştır. Bu yaklaşım, modern ulus devlet anlayışının ötesine geçen, halkların rızasına dayalı bir birliktelik fikrini işaret eder.
Yani belge; Türk egemenliğini dayatmaya değil, birlikte yaşamanın sınırlarını halkların kararıyla çizmeye odaklanır. Bu yönüyle Misak-ı Millî, dayatılmış bir egemenlik anlayışından çok, karşılıklı tanıma ve gönüllü birlik temelinde bir siyasi zemin sunar. Bugün bu anlayışı yeniden canlandırmak; bir nostalji değil, bölgesel barışın inşası için tarihî bir ilham kaynağıdır.
Kürtler: Ortak vatanın vazgeçilmez unsuru
Mustafa Kemal Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün “Türklerle Kürtlerin ortak vatanı” olarak nitelendirdiği bu topraklar, Misak-ı Millî’nin sadece Türk kimliği üzerine inşa edilmediğini açıkça ortaya koyar. Kurtuluş Savaşı boyunca Türklerle omuz omuza mücadele eden Kürtlerin katkısı, yeni devletin meşruiyet temellerinden biridir.
Bugün zaman zaman siyaseten görmezden gelinse de tarih bu birlikteliği yazmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı, bu ortaklığı hatırlatmakla kalmıyor; onu geleceğin ortak projeleri için yeniden gündeme taşıyor. Sadece iç politikada değil, bölgesel iş birliği bağlamında da Kürt halkının rolü yeniden tanımlanmak zorunda. Suriye ve Irak’taki Kürt nüfusla geliştirilecek ilişkilerde, Misak-ı Millî ruhunun temel alınması, bölgesel istikrar açısından da stratejik bir derinlik sağlar.
Araplar: Geçmişin bağları, geleceğin köprüleri
Misak-ı Millî, Arap halkları için bir toprak talebinde bulunmamış; aksine onların kaderini kendi iradelerine bırakmıştır. Bu yaklaşım, Osmanlı sonrası dönemde Türk-Arap ilişkilerinde yaşanan kırılmalara rağmen, karşılıklı saygı temelinde sürdürülebilecek bir ilişkinin ipuçlarını taşır.
Bugün Türkiye’nin Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün gibi ülkelerle kurduğu ya da kurmaya çalıştığı ilişkilerde bu tarihsel yaklaşım yeniden canlandırılabilir. Misak-ı Millî, Arap dünyasıyla kurulacak iş birliğine dinî bir kisve değil, tarihsel bir birlik zemini sunar. Bu zemin, geçmişin savaşlarından değil, birlikte yaşanmış barışın mirasından beslenir.
Sınırsızlık anlayışı ve medeniyet kökleri
Geleneksel Misak-ı Millî yorumları, belgeyi ulusal sınırların belirlenmesi çerçevesinde ele alırken, günümüzde bu sınırlar kadar değerler de öne çıkıyor. Erdoğan’ın “medeniyet köklerine dönüş” söylemi, Misak-ı Millî’yi sabit bir metin olmaktan çıkararak, tarihsel ve kültürel bir misyonun ifadesi olarak yeniden konumlandırıyor.
Musul, Kerkük, Erbil, Halep gibi şehirlerin adlarının konuşmalarda sık sık zikredilmesi; bu bölgelerle olan tarihsel bağların sadece geçmişin bir parçası değil, geleceğin stratejik alanları olduğuna işaret ediyor. Bu bağlamda Misak-ı Millî; sabit sınırlarla değil, hareketli bağlarla şekillenen bir kardeşlik coğrafyasının manifestosu hâline gelebilir.
Elbette bu tür bir yeniden okuma, Türkiye iç siyasetinde tartışmasız kabul gören bir yaklaşım değil. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “ümmetçilik” eleştirisi ve Erdoğan’ın bölgesel ittifak çağrılarının iç siyasete yönelik bir mühendislik olduğu yönündeki yorumlar, bu söylemin ne denli politik bir zeminde yükseldiğini gösteriyor.
Ancak bu eleştiriler, Misak-ı Millî’nin içeriğindeki çoğulcu ve katılımcı yönlerin üzerini örtmemeli. Eğer bu belge, halkların ortak iradesine ve birlikte yaşama arzusuna dayanıyorsa, bu değerlere yeniden başvurmak bir geri dönüş değil; ileriye yönelik bir açılım olarak değerlendirilmelidir.
Misak-ı Millî: Birlikten doğan gücün adı
105 yıl sonra Misak-ı Millî’yi yeniden konuşmak, elbette geçmişi yâd etmek değildir. Bu belge, bir milletin değil, birçok halkın ortak iradesini temsil ediyor. Türklerin, Kürtlerin ve Arapların birlikte yaşam iradesi, bu metne hayat veren ruhtu. Bugün de aynı ruhun rehberliğinde yeni bir bölgesel kardeşlik inşa etmek mümkün.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla yeniden gündeme gelen bu kardeşlik vurgusu, siyasi sınırların ötesinde bir medeniyet anlayışının kapısını aralıyor. Türk, Kürt ve Arap halklarının ortak tarihi, savaşların ötesinde, birlikte inşa edilen şehirlerle, birlikte yaşanan zaferlerle ve birlikte paylaşılan acılarla şekillendi.
Misak-ı Millî, bu birlikte yaşama kültürünün belgesi. Onu yeniden okumak, geçmişi hatırlamaktan ziyade geleceği birlikte kurma cesareti göstermek anlamına geliyor. Ve belki de bu çağda ihtiyaç duyduğumuz en önemli şey, tam da budur: Ortak bir kaderi yeniden hatırlamak ve kardeşlik temelinde yeni bir gelecek kurmak…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.