Türk müziğinde bir usta figür: Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca
Gelenekle modern zamanlar arasında ince bir köprü kuran Alâeddin Yavaşca; besteleriyle gönle dokunan, icrasıyla meşki yaşatan, ömrünü hem insan şifasına hem musikinin derinliğine adayan bir üstat olarak Türk musikisinin son büyük referanslarından biriydi.
“Geçmesin günümüz sevgilim yasla,
O güzel başını göğsüme yasla,
Birleşebilir mi (ah) aşk ihtirasla
O güzel başını göğsüme yasla”
Müzeyyen Senar’ın, Yaşar Özel’in, Mediha Demirkıran’ın sesinden çokça duyduğumuz, sözleri Şerafettin Aydınlık’a ait bu kürdilihicazkâr şarkının bestesi; incelikle, zarafetle işlenmiş bir nakış gibidir. “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok”, “Boğaziçi sen gönüller yatağı”, “Ne doğan sabah güneşi”, “Sevgi dili gönülden gönüle”, “Ümitsiz bir aşka düştüm, ağlarım ben hâlime”, “Saymadım kaç yıl oldu”, “Mavi gök mavi deniz”, “Kimseyi böyle perişan etme Allah’ım” şarkılarının her birinde olduğu gibi gönle dokunur, ruha süzülür nağmelerin sahibidir Alâeddin Yavaşca. Besteleri kadar, sesi, icrası ile Cumhuriyet dönemi Türk müziğinde gelenek ile modernizm arasında usta bir isim olarak yazar ismini tarihe.
Türk müziğinin modernleşme ile birlikte kendi yolunu belirlemeye, üretimini zenginleştirmeye çalıştığı bir dönemdir Alâeddin Yavaşca’nın müzikle dolu hayatının başladığı zamanlar. Erken Cumhuriyet’in politikaları arasında mücadele verir Türk müziği. O günlerde ulusal müzik algıları içerisinden dışlanmış, popülizmle ilişkilendirilmiş, eğitimi bile kamusal alandan uzak tutulmuştu. Bu kamusal alanı konservatuardan önce aşan tek yer, 1934’teki yasaktan sonra ilginçtir ki radyo olmuştu. Yesari Asım Arsoy’un, Ahmed Avni Konuk’un, Mustafa Nafiz Irmak’ın, Münir Nurettin Selçuk’un, Sadettin Kaynak’ın, Selahattin Pınar’ın besteleri; radyodan birbirinden kıymetli isimlerin sesinden duyuluyor; beğenilen eserler hemen plaklara dolduruluyordu… 1950’den sonra bu kıymetli seslerin ve bestelerin içerisine bir isim daha eklenmiş, Türk müziğinin bir nevi okulu olan radyo bir usta daha yetiştirmişti: Alâeddin Yavaşca; aldığı meşkle, yüreğine işlenen aşkla geleneğin temsilcisi olarak ömrünün sonuna kadar müziğe dokunmaya devam etmiş; repertuara yüzlerce şarkı katmış, konservatuarda binlerce öğrenci yetiştirmiş, dünya sahnelerinde müziğimizi tanıtmış, fem-i muhsinin son kalesi olmuştu.
Pikaplarınızın iğnelerini değiştirin dilerseniz; yeniden müziğin derinliklerinde kaybolacağımız bir yolculuğa çıkıyoruz çünkü. Büyük üstat, usta sanatkâr Alâeddin Yavaşca’nın hayatına, eserleri eşliğinde tanık oluyoruz şimdi.
İlk şarkı: “Aşkın beni bak yıktı harâbeyledi ey mâh”
1926 yılının Mart ayında Kilis’te, Yavaşcazâdelerin evinde Hacı Cemil Efendi ile Enver Hanım’ın ikinci erkek evladı olarak gözlerini açar Alâeddin Yavaşca. İlk duyduğu dünya sesi, babası Hacı Cemil Efendi’nin hicaz, uşşak, belki de hüzzam makamında ezan olur. Makam dizileriyle çevrili bir hayat onu beklemektedir. Babasının okuduğu Kur’an tilavetleri, makamların düzlemiyle tanıştığı ilk zamanlar olur. Ardından evlerindeki gramofonda her daim olan Tanburi Cemil Bey’in, Darüttalim-i Musiki Cemiyeti’nin, Münir Nurettin Selçuk’un plaklarından süzülen melodiler dimağını şekillendirir. Zira kendisi de “Daha dört-beş yaşlarındaydım, hiç unutmam o günlerde moda olan ‘Fikrimin ince gülü’ güfteli şarkıyı ezberime almıştım ve eksiksiz okurdum. Hatta o sıralarda evimize sık sık misafirliğe gelen Naime Hanım k, kanın da çalardı, beni hep ‘Fikrimin ince gülü’ diye çağırırdı. O sıralar eve gelen plaklardaki Türk musikisi eserlerini ezberlerdim hep” der çocukluğundan bahsederken.
Bu ezberlediği ve eksiksiz okuduğu şarkılar, ortaokul yıllarında biyoloji öğretmeni Zihni Çelikalp’in dikkatini çeker. Bir gün Münir Nurettin Selçuk’un plağında seslendirdiği III. Selim’in bestesi “Âb ü tâb ile bu şeb hâneme cânân geliyor” suzidilara saz semaisini okur hocasına: “Ben sekiz-dokuz yaşlarında idim. Eseri okudum, onlar sohbetlerine devam ettiler, kendisi bana aferin falan diye hiçbir şey de söylemedi. Ertesi gün Zihni Bey, yine bize uğradı ama bu defa iki eli de dolu idi. Kutusunda iki tane keman, portatif bir nota sehpası ve Batı müziği keman metodu vardı. Bana ‘Haydi bakalım, artık derse başlıyoruz. Bu işi biraz ciddiye alalım, sadece eser ezberlemekle olmaz’ dedi.”
Bu ilk kıvılcımın ardından Zihni Bey ile Batı müziği kemanı çalışmaya başlar ve Halkevi’ndeki müzik çalışmalarına katılır, Yavaşca. Konya Lisesi’ndeyken de devam eden müzik eğitimi, İstanbul’a taşınıp İstanbul Erkek Lisesi’ne geçtiğinde daha da ilerler. Zira edebiyat öğretmeni, Hakkı Süha Gezgin’dir. Onun aracılığıyla İstanbul’un en önemli meşk meclislerine dâhil olur. Zira bu meclislerden biri de Hakkı Süha Gezgin’in Beşiktaş Akaretler’deki Şair Nedim Sokağı’nın başında yer alan kendi evidir. Haftanın iki günü, Salı ve Cuma geceleri bu evde, ayın ilk cumartesi günü de Dr. Çerçöp Sami Bey’in evinde peşrevler, saz semaileri, ağır semailer, çeşitli usullerde ve makamda şarkılar, klasik ve büyük formlardaki fasıllar repertuarına işlenir. İbnü’l Emin Mahmud Kemal, Muhittin Erev, Prof. Dr. Osman Şevki Uludağ, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Neyzen Emin Dede gibi dönemin edebiyat ve müzik insanlarının arasındadır bu meclisler sayesinde.
Liseden birincilikle mezun olduktan sonra 1945’te İstanbul Tıp Fakültesi’ne girer Yavaşca. Ağır dersler arasında müziği asla terk etmez; üniversite yıllarında Dr. Suphi Ezgi, Sadeddin Arel, Ord. Prof. Dr. Salih Murad Uzdilek, Ekrem Karadeniz, Artaki Candan, Mesud Cemil, Refik Fersan, Nuri Halil Poyraz, Suphi Ziya Özbekkan, Fehmi Tokay, Cevdet Çağla, Fikret Kutluğ, Süleyman Ergüner, Sadettin Kaynak, Zeki Arif Ataergin ve Münir Nurettin Selçuk gibi Türk müziğinin en önde gelen üstatlarından dersler alır, onların öğrencisi olur. Aldığı bu dersler hem icra hem de nazariyat açısından klasik Türk müziğinin merkezî damarına yerleşmesini sağlar. Bir yandan da önce Ercümend Berker’in, ardından da Dr. Nevzad Atlığ’ın yönettiği üniversite korosunun çalışmalarına katılan Yavaşca; nihayet 1950’de Refik Fersan, Fahire Fersan, Kemal Niyazi Seyhun, Nuri Halil Poyraz ile Cevdet Çağla’nın jüriliğinde girdiği imtihanla İstanbul Radyosu’na ses sanatkârlığına atanır. Tabii bu süreçte, yani 1950-1951 döneminde Tıp Fakültesi’nden de mezun olur, Haseki Hastanesi Birinci Kadın Doğum Bölümü’nde ihtisasına başlar.
İlk bestesi de bu dönemde ortaya çıkar: 10 Ocak 1951’de güftesi de kendisine ait olan “Aşkın beni bak yıktı harâbeyledi ey mâh” hicaz makamından onun ruhuyla, gönlüyle meydana gelir. Tabii bir yandan hekimliğe devam etmekte, tıptaki uzmanlığı için uğraşmaktadır. 1950’li yılların önde gelen dergisi “Radyo Âlemi”nin 190. sayısındaki röportajında şöyle der o yüzden: “Musikiyi çok seviyorum fakat benim için başta gelen bir iş değil; belki ikici, üçüncü derecede. Bir hastayı ameliyatla ya da ameliyatsız olarak ıstırabından kurtarıp sağlığına kavuşturmak en büyüğüdür.”
İkinci şarkı: “Senden uzak günlerim zindan oluyor”
Bahsettiği üzere onun için bu hayattaki ilk görevi hekimliktir. 1955’te Alâeddin Yavaşca, Haseki Hastanesi Birinci Kadın Doğum Bölümü’nden uzmanlığını alır ve askerliğini yedek subay olarak Deniz Hastanesi’nde yapar. Askerliğinin ardında da Zeynep Kâmil Hastanesi’nde görev alır; 1957’de kendi muayenehanesini de açan Yavaşca, 1958’de Beyoğlu İlkyardım Hastanesi Birinci Doğum Kliniği’nde başasistan, 1963’te Şişli Etfal Hastanesi’nde şef muavini olur. İki yıl kadar Hemşirelik Okulu’nda hocalık yapar ve Vakıf Gureba Hastanesi Kadın Doğum Kliniği’nin şefliğine başlar. Bu göreve 1969-1976 yılları arasında devam eder. Daha sonra Haseki Hastanesi’nde klinik şefi olur, özel kliniğini de bu süreçte kapatır ve 1985’te burada başhekim olarak meslek hayatını sürdürür.
1990 yılında hekimliği bıraksa da gerek tıp alanında gerekse müzik alanında pek çok çalışmalarda bulunur. Hem sahada hem akademik üretimde… Bir yandan hayat kurtarır, öte yandan musikinin geleneksel damarını oluşturan ekolün sahnede akan sesi olur. Ameliyatlara girer ama radyoda 1967’den itibaren sürdürdüğü koro çalışmalarına devam eder. Hem çeşitli tıp dergilerinde ve bültenlerinde onlarca bildiri ve tebliğ yayımlayarak akademik katkıda bulunur hem de 1976’da Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nın kurulmasında önemli katkılar sunar. Zira konservatuarın Yönetim Kurulu’nda ve öğretim kadrosunda uzun yıllar çalışan Yavaşca, konservatuvar İstanbul Teknik Üniversitesi'ne bağlandıktan sonra 1990'da İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Profesörlüğüne atanır ve Ses Eğitimi Bölüm Başkanlığı'na getirilir. Bu süreçte destekçisi 1960’lı yıllardan beri birlikte hayata yoldaş olduğu eşi Ayten Hanım’dır. Her konuda en büyük yardımcısı ve destekçisi Ayten Yavaşca olur. Keza, “Senden uzak günlerim ziyan oluyor, hasretin elemin kalbime doluyor” güfteli rast şarkısını ona ithaf eden Alâeddin Yavaşca, bu başarılarının ardında “hem aklım hem fikrim” dediği eşinin fedakârlığını her daim hisseder.
Üçüncü şarkı: “Saymadım kaç yıl oldu”
Türk müziğinin çağımızın önde gelen ses icracılarından olan Yavaşca; Kâzım Uz, Sadeddin Kaynak, Zeki Arif Ataergin ve Münir Nurettin Selçuk vasıtasıyla Tanburi İsak’a, Dede Efendi’ye ve Zekâi Dede’ye kadar uzanan bir meşk zincirinden gelir. Türk ses kayıt tarihine 25 adet taş plak, 1 uzunçalar, 15 45’lik plak, 4 kaset ve 15 kadar CD’ye işlenen icrasını, meşk zincirinden aldığı mirası aktarır.
Sadece radyolarda, plaklarda yer almaz bu köklü ses; Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Almanya gibi çeşitli ülkelerdeki sahnelerden de duyulur. Verdiği konserlerle bu müziğin yalnızca yerel ya da nostaljik bir form olmadığını; evrensel estetik değerler taşıdığını kanıtlar bir bakıma. Özellikle 1988 yılında Londra Queen Elizabeth Hall’da verdiği konserler, Türk müziğinin Batı sahnelerinde sunuluş biçimi açısından sembolik bir önem taşır. Bu konserlerde Yavaşca, özellikle repertuvar seçimleriyle klasik geleneğin ciddiyetini ve derinliğini vurgulamayı tercih eder.
Müzikle geçen yıllar içerisinde yaklaşık 600 civarında şarkı formu başta olmak üzere; peşrev, semai, ilahi ve Mevlevî ayinleri gibi farklı türlerde eser besteler. Bestelerinde klasik makam yapısına ve usul anlayışına sadık kalırken, melodik akışta yalın ama derin bir ifade dili benimseyen Yavaşca ayrıca bir de “suzinâk-ı nev” adını verdiği makamı terkip eder. Aynı zamanda musiki yazarlığı da yaparak çeşitli dergi, gazete ve ansiklopedilerde tematik ve biyografik yazılar yayımlayarak müzik tarihine ve çalışmalarına kamuoyu nazarında ışık tutar. Teknik meselelerle ilgili olarak ise konservatuardaki çalışmalarının yanı sıra “Türk Musikisinde Kompozisyon ve Beste Biçimleri” adıyla kitap neşrederek Türk musikisine katkılarına devam eder. Tüm bu katkılarından dolayı 1991’de Devlet Sanatçısı unvanını alır, 1993’te ise “Yılın Kültür Adamı” seçilir ve Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’ne, ardından da TBMM Ödülü’ne layık görülür.
Dördüncü şarkı: “Sevgi dili gönülden gönüle”
Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca, Türk müziği tarihinde yalnızca üretken bir bestekâr değil; aynı zamanda bir kültür taşıyıcısı, eğitici ve kurumsal hafıza figürüdür. Meşk geleneğini modern akademik yapılar içinde yaşatma çabası, onu Cumhuriyet dönemi müzik tarihinin merkezî isimlerinden biri hâline getirir.
Bugün Yavaşca’nın eserleri, konservatuvarlarda eğitim materyali; konser salonlarında ise yaşayan repertuvar olarak varlığını sürdürür. 23 Aralık 2021’de kaybettiğimiz üstadın; aslında yetiştirdiği binlerce öğrenci, ardında bıraktığı birçok kayıt; taşıdığı meşk kültürünün izleriyle geleceğin Türk müziğinde bir kaynak olmaya devam edeceği muhakkaktır. Sevgiyle yıllar boyunca, hatta nesiller boyunca aktarılan bir müzik kültürünün son büyük temsilcisini, son referans kaynağını, rahmetle ve minnetle anıyoruz…
Kaynaklar
Hasan Oral Şen. Alâeddin Yavaşca. TRT: 2001.
İstanbul’un 100 Musikişinası. İBB Kültür A.Ş. Yayınları: 2010.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.