
Mevlid’in asırlara yayılan sadası
Bursa Ulu Cami’nde bir vaaz, bir itiraz... Ve bir yürekte tutuşan Peygamber aşkı. 1409'da Süleyman Çelebi, bu ilhamla İslam edebiyatının en samimi, en kalıcı eserini yazdı: Mevlid. Doğumdan ölüme, her anımıza eşlik eden, asırlara meydan okuyan bir sevda nağmesi…
Bursa Ulu Cami... Osmanlı'nın yükseliş devrinin heybetli abidesi. Taş duvarlarında biriken imanın, tevazunun ve ilmin sessiz çığlığı... İşte tam da böyle bir mekânda, 15. yüzyılın ilk baharlarından birinde, bir söz, bir yanlış yorum, sessiz bir volkanı patlatmaya yeter. Bir Acem vaiz, Bakara Sûresi'nin derinliklerinden bir âyeti tefsir ederken, peygamberler arasında bir fark gözetilmemesi gerektiğini, hepsinin aynı seviyede olduğunu söyler. Cemaat bir anlık bir şaşkınlık ve burukluk yaşar. Fakat içlerinden biri, bu sessizliği vakur bir itirazla bozar: “Ey câhil! Peygamberler arasında peygamberlik vazifesi bakımından bir fark yoktur. Hepsini peygamber kabul etmek lâzımdır. Ama Sevgili Peygamberimiz, elbette bütün peygamberlerden üstündür!” der ve hemen ardından aynı sûrenin “Peygamberlerin bazıları bazılarından üstündür” mealindeki 253. âyetini tilavet eder.
Bu çıkış, bir ilmi düzeltmenin çok ötesinde gönlündeki ateşi mısralara dökecek olan bir adamın, Süleyman Çelebi’nin ruhunda bir milattır. O an anlar ki, mesele sadece kelâm ilminin incelikleri değil, gönül coğrafyasının sınırlarını çizmektir. İman, bir bilgi yığını değil, bir aşk halidir ve bu aşkın merkezinde de Hz. Muhammed (s.a.v.) vardır. İşte bu ilahi aşk ve derin bir edebi zevkin harmanlanmasıyla, 1409 yılında, Vesîletü’n-Necât (Kurtuluş Vesilesi) doğar. Halkın dilinde ise onun adı, kısaca ve sıcacık bir şekilde Mevlid olacaktır.
Edebi bir şaheserin anatomisi
Süleyman Çelebi, eserini sıradan bir kronolojik anlatımdan çok daha öteye taşımış, onu duygusal ve ruhani bir seyre dönüştürmüştür. Her bölüm, okuyucuyu/ dinleyiciyi farklı bir iklime götürür:
Münâcât (Yakarış): Eser, Allah’a olan deruni yakarışlarla başlar. Bu, bir girişten ziyade, okuyucunun dünyevi tüm bağlardan sıyrılarak manevi bir yolculuğa hazırlanışıdır. Burada kulun acziyeti ve Rabb’ine olan sonsuz güveni, en samimi ifadelerle dile getirilir.
Velâdet (Doğum): Mevlid’in belki de en coşkulu, en mucizevi bölümüdür. Süleyman Çelebi, Hz. Âmine’nin hamileliğinden başlayarak, o kutlu gecede yaşanan olağanüstü hadiseleri (ateşlerin sönmesi, Kisra’nın sarayının sarsılması) adeta bir ressam edasıyla betimler. "Hem hava üzre döşendi bir döşek / Adı Sündüs döşeyen anı melek" mısraları, olağanüstü bir sahneyi gözler önüne serer.
Risâlet ve Mucizeler: Peygamberlik mührünün gelişi ve sonrasında gösterilen mucizeler anlatılır. Bu bölüm, bir inancın delilleri ve heyecanı üzerine kuruludur.
Miraç: Eserin edebi zirvelerinden biridir. Çelebi, Peygamber Efendimiz’in bu ulvi yolculuğunu anlatırken kelimelerle adeta semaya yükselir. Sidretü'l-Müntehâ'ya, Cebrail'in bile eşlik edemediği, ötelerin ötesine yapılan bu yolculuk, okuyucuyu da beraberinde götürür. Buradaki tasvirler, Türk-İslam edebiyatının en lirik ve vecd halindeki pasajlarındandır.
Rıhlet (Vefat): Eserin en hüzünlü, en dokunaklı kısmıdır. Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan bir gönlün, sevgilisine duyduğu hasret ve onun ayrılığına dayanamayışı, gözyaşlarıyla satırlara dökülür. "Sensin ol mutlak şefâat kânı / Âlemlere rahmet olan sultânı" diye sesleniş, bir yakarış ve sığınmadır.
Duâ: Eser, tüm bu duygu yoğunluğunun ardından, Allah’a olan yakarışlarla son bulur. Bu, bir bakıma manevi yolculuğun tamamlanıp, yeniden dünyaya, ama dönüşmüş olarak dönüştür.
Bir "performans" ve toplumsal hafıza
Mevlid, yazıldığı andan itibaren cami ve tekkelerde okunmaya başlanmış, zamanla doğum, sünnet, hicret, vefat gibi hem sevinçli hem hüzünlü tüm önemli günlerimizin vazgeçilmez bir ritüeli haline gelmiştir. Onu sıradan bir şiirden ayıran en önemli özellik, okuma biçimidir. Mevlidhan, eseri monoton bir şekilde okumaz; onu bir besteyle seslendirir. Özel makam geçkileri, vurguları ve hançeresiyle bir musiki formu icra eder. Her beyit sonunda cemaatten yükselen "Hay!" nidaları ve aralara serpiştirilen aşirler ve ilahiler, bu dini metni ortak bir ruhani şölene, kolektif bir tezahüre dönüştürür. Mevlid okumak, bir zikir halkasıdır; toplumu bir arada tutan, ortak bir duygu etrafında kenetleyen sosyolojik bir fenomendir.
Edebi değer ve kalıcılığının sırrı
Mevlid’in asırlarca unutulmamasının ve halkın dilinden düşmemesinin ardında yatan birkaç temel sebep vardır:
Samimiyet: Her satırı, yapmacıklıktan uzak, derinden hissedilmiş bir aşk ve bağlılıkla yazılmıştır.
Sadelik ve Derinlik: Ağır ve anlaşılmaz bir dil kullanmaz. Halkın anlayacağı sade bir Türkçe ile yazılmış olmasına rağmen, taşıdığı manevi ve edebi derinlik olağanüstüdür.
Müzikalite: Mısraların kendi içindeki ahengi, kafiye ve rediflerin ustalıklı kullanımı, onu okumayı ve dinlemeyi bir zevk haline getirir.
Kültürel Köprü: İslami kaynaklardan aldığı motifleri, Türkçenin incelikleri ve Anadolu ruhunun samimiyetiyle işleyerek İslam ile Türk kültürü arasında sağlam ve kalıcı bir köprü kurmuştur.
Netice itibarıyla Mevlid, Süleyman Çelebi’nin, bir vaaz hatasına gösterdiği tepkiden doğan ancak asla orada kalmayıp evrensel bir boyut kazanan bir şaheserdir. O, sadece kâğıt üzerindeki mısralardan ibaret değil, milletimizin gönül telinden asırlardır düğünlerde, sünnetlerde, ölümlerde yükselen bir nağme, bir ortak sevinç ve hüzün dilidir. Bir aşkın, asra ve asırlara meydan okuyan en güzel ifadesidir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.