15 Eylül 2025

Kızılcık Şerbeti: Gayrimeşru olanı meşru kılmak

Kızılcık Şerbeti, toplumsal çatışmaları ekrana taşırken gayrimeşru ilişkileri dramatik bir süs eşyasına çevirdi. Sadakatin yerini ihanetin aldığı bu dil, diziyi reyting başarısına taşısa da ahlaki dokuyu aşındırıyor: Gayrimeşru olan, artık sıradan bir seyirlik hâline geliyor.

Televizyon dizileri, toplumsal belleğimizin en güçlü taşıyıcılarından biri. Onlar aracılığıyla hem kendi hayatımızı yeniden görür hem de hiç tanımadığımız insanların hikâyelerini içselleştiririz. Ancak ekran, ayna olmanın yanında bir kurgu laboratuvarı. Bu laboratuvarda üretilen her sahne, izleyicinin zihnine işlenen bir değer, bir imaj, bir ihtimal. Kızılcık Şerbeti tam da bu noktada, başladığı günden bugüne, toplumsal çatışmaları cesurca işlediği kadar, özellikle son sezonunda gayrimeşru ilişkileri ele alış tarzıyla ciddi bir tartışmanın odağına yerleşti.

Dizi, ilk bölümünden itibaren laik–muhafazakâr fay hattını görünür kılmakla övünürken, aşkın, evliliğin ve sadakatin sınırlarını da sürekli olarak zorladı. Ancak bu “zorlayış”, zamanla bir sorgulamadan çok, bir normalleştirme pratiğine dönüştü. İzleyici, her yeni bölümde “yasak” olanın gitgide sıradanlaştırıldığı bir hikâyeye davet edildi. Ve tam da burada, Kızılcık Şerbeti’nin en büyük açmazı belirdi: Gayrimeşru olanı derinlemesine tartışmak yerine, dramatik bir süs eşyasına çevirmek…

Aşkın bahane edildiği ihanetler

Dizinin merkezindeki Doğa–Fatih evliliği, iki farklı dünyanın çatışmasını simgelerken, yan hikâyelerde karşımıza çıkan gayrimeşru ilişkiler, daha en baştan “kaçınılmaz” bir sonuç gibi sunuldu. Modern dünyanın cazibesi ile muhafazakâr dünyanın baskısı arasındaki sıkışma, karakterlerin sadakatlerini test etmek yerine, çoğu kez onları aldatmaya yöneltti. Bu tercihler, dramatik yoğunluk yaratmak için elverişli olsa da izleyiciye sadakatsizliği bir “hikâye motoru” gibi gösterdi.

Son sezon ise bu eğilimi zirveye taşıdı. Özellikle evlilik dışı ilişkilerin işlenişinde, kamera dili ve diyaloglar, meseleyi ahlaki bir çatışma olmaktan çıkarıp, neredeyse romantize eden bir noktaya getirdi. Gayrimeşru olan, yasaklı bir meyve gibi “çekici” kılındı; izleyiciye “ahlaki bir ikilem” sunmak yerine, “heyecan verici bir macera” olarak paketlendi.

Dramın maskesi altında normalleştirme

Elbette sanat, toplumsal tabuları sorgulamak zorundadır. Ancak Kızılcık Şerbeti’nin yaptığı sorgulamak değil; alıştırmak... Ekrana taşınan her gizli buluşma, her aldatma sahnesi, karakterlerin dramı olarak değil, seyircinin “haftaya ne olacak” merakı için kurgulanıyor. Bu yaklaşım, gayrimeşru ilişkileri eleştirel bir zeminde tartışmaktan uzaklaştırır, aksine onların varlığını olağan bir seyirlik hâline getirir.

Bir noktadan sonra, izleyici için sadakat göstermek anormal, aldatmak ise beklenen hâle gelir. Ve işte bu, dizinin en tehlikeli yönüdür: Değerleri yıkmak değil, aşındırmak. Bir çekiç darbesiyle değil, damla damla, sahne sahne, replik replik…

Kadın karakterlerin ikilemi

Dizinin kadın karakterleri, ilk bakışta güçlü figürler olarak sunulur. Kıvılcım, bağımsızlığıyla modernliğin; Pembe, dindarlığıyla muhafazakârlığın temsilidir. Ancak her ikisinin de hikâyesi, er ya da geç, bir erkeğin sadakati ya da sadakatsizliği etrafında şekillenir. Kadınların kendi kimliklerini inşa edebileceği bir alan açmak yerine, onları erkeğin gayrimeşru tercihinin gölgesinde bırakmak, dizinin dramatik kurgusunu daraltır.

Nursema karakteriyle gündeme gelen zorla evlendirilme, aile baskısı ve şiddet sahneleri, şüphesiz toplumsal gerçekliği yansıtır. Fakat aynı hikâyenin ilerleyen aşamalarında, onun da aşk ve sadakat çatışmasının içine çekilmesi, diziye sinmiş “ilişkilerin merkezinde mutlaka bir ihanet olmalı” klişesini bir kez daha doğrular.

Dinî ve kültürel ritüellerin arka planında

Gayrimeşru ilişkilerin işlendiği sahnelerin çoğu, dikkat çekici biçimde dinî ve kültürel kodların fonunda gerçekleşir. Zekeriya sofrası etrafında edilen yeminler, dindar ailelerin iç çatışmaları, modern dünyanın cazibeleriyle sürekli karşı karşıya getirilir. Ancak bu karşılaşmalar, erdemli bir tercihe yöneltmektense, izleyiciye “kaçış”ın güzergâhını çizer. Böylece dinî ve kültürel ritüeller, karakterleri frenleyen değil, onların gizli tutkularına daha da dramatik bir kontrast sağlayan araçlar hâline gelir. Kısacası, kutsal olan bir dekor, gayrimeşru olan ise başrol olmuştur.

Reyting uğruna harcanan ahlaki doku

Kızılcık Şerbeti’nin reyting başarısı tartışmasız. Ancak bu başarının, gayrimeşru ilişkilerin dramatik malzeme olarak kullanılmasına bağlı oluşu, ciddi bir ahlaki sorunu gündeme getiriyor. İzleyici, bir hikâyeyi izlemekle kalmaz; onunla birlikte düşünür, hisseder, içselleştirir. Her hafta ekrana taşınan yasak ilişkiler, zamanla “bizde de olur” düşüncesini tetikleyebilir. Sanatın görevi, gerçeği tüm çıplaklığıyla göstermek olabilir. Fakat gerçeği estetize ederek arzu nesnesine çevirmek, başka bir meseledir. Kızılcık Şerbeti, bu ince çizgiyi çoğu kez gözetmemiştir.

Tatlı mı, ekşi mi, yoksa zehir mi?

Dizinin adı, “Kızılcık Şerbeti”... Şerbetin tatlı-ekşi dengesi, aslında dizinin de niyetini özetliyor: Hem modernliği hem muhafazakârlığı, hem sadakati hem ihaneti aynı bardakta sunmak. Fakat gelinen noktada, bu şerbetin tadı ne tatlı ne ekşi; acı ve bulanık oldu. Çünkü gayrimeşru ilişkiler, sorgulanan değil, seyredilen; eleştirilen değil, merakla beklenen sahnelere dönüştü.

Kızılcık Şerbeti, toplumsal fay hatlarını ekrana taşıma cesaretine sahipti. Fakat aynı cesareti ahlaki fay hatlarını tartışmaya yöneltmedi. Aksine, onları birer senaryo süsü gibi kullandı. Bu nedenle, bugün geriye dönüp bakıldığında, dizinin en büyük başarısı reytingler değil; en büyük zaafı, gayrimeşru olanı meşru kılan hikâye dili...

Ve belki de asıl sorulması gereken şudur: Reyting uğruna, hangi değerlerimizi sessizce feda ediyoruz?

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...