
Kelimelerle değişen hayatlar
Tanımlamalar değişmeli önce, ardından diğerleri gelir… Kalbimizi, davranışlarımızı, tutumlarımızı dönüştüren şey duyduklarımızdır çünkü. Engelli bireylere edilen hitaplar; toplumun algısını, tutumunu nasıl dönüştürebilir? Gelin, birlikte değerlendirelim.
Konuşmak bir sanattır ve sanatı doğru icra etmek büyük bir kabiliyet ister. Yazmak ise bu sanatın en üst noktasıdır. İnsan doğru konuşmayı bilip bunu yazıya dökebilirse eline aldığı anahtar ile açamayacağı kapı yoktur. Kapıların en büyüğü ise gönül kapısıdır. Gönül kapısını açabilen ve açtığı o kapıdan girip orayı evi yapabilen ise dünya mührünün sahibi olur. Mühür kimdeyse, Süleyman odur.
Engelli bireyler için kelimeler ve davranışlar onların hayatlarında büyük önem taşır. Hitap şekilleri, onlarla olan konuşmalar, hatta yanlarında durma şekli, yardım etme biçimi günlerinin, belki abartılı olabilir ama hayatlarının geri kalanının yaşanabilir veya yaşanamaz geçmesini sağlayabilir. Engelli bireylerle nasıl konuşulması ve davranılmasını konusuna bakmak için biraz geçmişe gitmemiz gerekiyor.
Tanımlarla sınırlanamaz hayatlar
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, 21 Kasım 2007 tarihinde TBMM Başkanlığı’na bir kanun teklifinde bulunmuştu. Özürlüler Yasası Olarak Bilinen 5378 Sayılı Kanun’un Adının Değişmesi Hakkında Kanun Teklifi ve bu teklifle “5378 Sayılı Kanun’da kullanılan ‘özürlü’ ibarelerinin yerine ‘engelli’ ibaresinin kullanılması” amaçlanmıştı. “Özürlü” kelimesi ve onun öncesinde “sakat” kelimesinin kullanılması, engelli bireylerin her ne kadar çok önemsemediği bir deyiş olarak gözükse de anlam olarak kırıcı ve rahatsız edici olduğu herkes tarafından kabul ediliyordu. “Özürlü” kelimesi, özür dilemekten gelmekteydi. Engelliler, “Bizim bu durumumuz için özür dilememiz gerekmiyor, neden bize özürlü deniliyor” diyorlardı. Sayın Yazıcıoğlu’nun bu kanun teklifi, o dönem TBMM’de “hükümsüz” kalmış, sonrasında 15 Mayıs 2012 tarihinde MHP milletvekilleri Sinan Oğan ve Oktay Vural, 6 Ekim 2012 tarihinde MHP milletvekilleri Reşat Doğru ve Mehmet Şandır, son olarak CHP milletvekili Hurşit Güneş tarafından şu teklif sunulmuştu:
“Anayasamız ve ülkemizin de 2007 yılında taraf olduğu Birleşmiş Milletler Engelli İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca, engelli bireylerin toplumla kaynaşmasını sağlamak ve eşitlik karşıtı muameleleri engellemek adına mevzuatta geçen ‘özürlü’ ve türevi ifadelerin ‘engelli’ ve türevi ifadelerle değiştirilmesi; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na bağlı ‘Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün adının buna uygun olarak değiştirilmesi amaçlanmaktadır.” Bu teklif kabul edilmiş, 3 Mayıs 2013 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yasal hâle gelmişti. Tek bir hitap şeklinin değiştirilmesi bile engellilerin toplum içinde saygınlığını, eşitlik ve haklarını daha iyi bir hâle getirmişti.
Davranışlarımız, sözlerimiz ve kalbimizdekiler
Peki, biz toplum olarak sözcüklerimiz veya davranışlarımızla engelli bireylere karşı nasıl bir tutum sergiliyoruz? Tarihimizde bazı kelimeler, bilhassa savaşlar nedeniyle engeli olan bireylere bir unvan olarak kullanılmış. Bunun bilinen en önemli örneği, Topal Osman’dır. Veya Aksak Timur, yani Timurlenk. Geçmişte bu şekilde hitap etmeyi kişiye önemli bir sıfat sunarken, bugün bu sıfatları önce “özürlü” olarak değiştirmiş, sonrasında bu yanlıştan dönerek en azından “engelli” olarak adlandırmışız.
Yine bu sıfatların övgü için kullanılmasına en iyi örnek kitaplarda, filmlerde kullanılma şekli. Tarık Buğra’nın muhteşem eserinden ekrana aktarılan “Küçük Ağa” isimli dizide önemli bir başrol olan Fikret Hakan’ın oynadığı Çolak Salih karakteridir. Hatta bu karakter engelli bireylerin istedikten ve inandıktan sonra neler başarabileceğini; kendine acıdığında veya yapamayacağını düşünüp toplumla ilişkisini azalttığında zayıflayacağını, bir amaç edindiğinde ise başarılı olacağını göstermişti. Yine Türk sinemasından doğru örneklere devam edelim. Ertem Eğilmez’in yönettiği “Bir Millet Uyanıyor” filminde Erol Taş’ın oynadığı Çolak Ahmet karakteri, engelli bir kişinin ülkesi için neler yapabileceğini anlatıyordu bize.
İşte paralimpik sporcular bu yüzden çok önemli ve örnek olarak hayatımıza giriyor. Onların yaptıkları engelli bireylerin evlerinden çıkarak topluma karışmasını ve hayata tutunmalarını sağlıyor. Kelimelerin sihirli etkisini, doğru kullanıldıklarında görmekteyiz. Engelli bireylere verilen bu sıfatları eğer değer olarak yansıtabilirsek onları yüceltip, onore edebilirsek doğru hedefe ulaşabiliriz.
Tatlı dil, doğru kelimeler, tanınması gereken imkânlar
Ülkemizde bundan yaklaşık 20 yıl evveline kadar, engelli bireylerin öğretmen, doktor, tiyatrocu olmasına (hatta konservatuar okumasına) izin verilmiyordu. Şimdi engelli bireyler bu meslekleri yapabiliyorlar. Onlar o dönem kelimelerle engelleniyor, yapamayacaklarını söylüyorlardı. Sadece bir kelimenin değişmesini istemek zihniyetin değişmesini sağladı.
“Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır” cümlesini çok severim. Eğer güzellikle anlatır, ister ve sonuca varmayı hedeflerseniz en olmayacak şey olur. Şimdi yine tatlı dille yapılanları anlatıp, yapılmasını istediğimizi anlatalım. Her zaman söylerim, tarih ayna gibidir. Tarihte var olan doğruları görüp örnek almamız, ona göre davranmamız gerekiyor. İslam ve Türk tarihinde engelli bireylere çok önem verilmiş, onlar için her zaman öncelik tanınmıştır. Ama bilhassa Osmanlı’da yapılan bir uygulama, bugüne örnek teşkil etmeli. Unutulan, son yıllarda hatırlanıyor ama bu uygulamanın bir benzerini veya daha iyisini yapabilmeliyiz.
Osmanlı’da özellikle konuşma ve duyma engeli olanlar, 1500’den önce Osmanlı mahkemelerinde görev alıyor ve gizli kalması istenen oturumlarda görev alırlardı. Duyma ve konuşma engelliler için devlet ödenek ayırır ve bu ödenekten ihtiyaç sahiplerine yardım ederdi. Bu kişilere bazen maaş bağlanırdı. Söz konusu engelliler, Saray-ı Enderun’da kalırlar, orada eğitim alır ve “dilsizce” şeklinde tabir edilen işaret dilini öğrenirlerdi. Onlar sarayda istihdam edilirken, aynı zamanda bu hizmetleri esnasında güvenlik zafiyeti oluşmaması ve devlet işleriyle ilgili müzakerelerin dışarıya yansıtılmaması da sağlanmış oluyordu. İşte Osmanlı’da yapılan bu uygulama, engelli bireylerin aslında ne derece verimli olabildiklerinin bir örneği. O zamanlarda belki bu kabiliyet, kısıtlı bir alanda kullanılmış ama bugün engelli bireyler toplumun her alanında var olabilirler. Bunu göz önünde tutmak da şu an paralimpik sporcuların başarıları ile oluyor. Sadece spor değil, her alanda engelli bireyler söz sahibi olmalıdır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.