DJ Ahmet: Müzikle direnen gençliğin hikâyesi
Kuzey Makedonya dağlarında müziğin peşine düşen bir gencin hikâyesi… 13. Boğaziçi Film Festivali’nin Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması kategorisinde yer alan “DJ Ahmet”, yoksulluğun, kaybın ve tutkunun iç içe geçtiği bir büyüme öyküsünü Balkan taşrasının dinginliğiyle anlatıyor.
Kuzey Makedonya’nın küçük bir yörük köyünden yükselen ritimlerle başlayan “DJ Ahmet”, coğrafi olarak Balkanlarda, duygusal olarak ise evrensel bir hikâye anlatıyor. Georgi M. Unkovski’nin hem yönetmenliğini hem senaristliğini üstlendiği film, büyüme sancılarını müzik tutkusu üzerinden dokunaklı bir dille işliyor.
15 yaşındaki Ahmet’in küçük kardeşi, babası ve koyunlarıyla birlikte süren sade yaşamı, kaybettiği annesinin yokluğunda ağır bir sorumluluğa dönüşür. Ancak Ahmet’in içinde yanıp duran bir ateş vardır: müzik. Koyun güderken dinlediği ezgiler, köyün taş yollarında yankılanan ritimler, onun sessiz başkaldırısının sembolüdür.
Filmin en etkileyici yanı, sade hikâyesini samimi bir gerçekçilikle anlatması. Unkovski, köy yaşamının durağan ritmini, gençliğin enerjisiyle ustaca dengeliyor. Geleneksel köy yaşamı ile bugünün teknolojik dünyası birleşiyor; çatışma ve sentez gündelik pratiklerle anlatılıyor. Kamera, Ahmet’in dünyasına saygıyla yaklaşırken, doğanın ritmiyle insanın iç sesi arasında duygusal bir bağ kuruyor. Türkçe çekilmiş bir Balkan filmi olarak “DJ Ahmet”, hem kültürel sınırları aşan bir ortak üretim hem de dilin ötesinde evrensel bir duygunun ifadesi diyebiliriz.
Filmin en büyüleyici yönü, geleneksel yaşamla modern arzular arasındaki çatışmayı melodramdan uzak ama şiirsel bir biçimde anlatması. Ahmet’in DJ seti kurma hayali, sadece bir meslek tutkusu değil; köyün suskunluğuna bir “karşı-ritim” üretme çabası.
Koyunların çan sesiyle başlayan sahneler, giderek elektronik müzikle harmanlanıyor. Bu birleşim, Unkovski’nin en güçlü sinemasal hamlesi: doğa sesleriyle dijital ritimlerin birbirine karıştığı anlarda film, köyden çıkıp evrensel bir noktaya ulaşıyor. Müzik burada kaçış değil, ifade biçimi.
Kayıp, umut ve müzik
Arif Jakup’un Ahmet karakterine kattığı sadelik, filmi inandırıcı kılan başlıca unsur. Gözleriyle konuşuyor, sessizliğiyle bağırıyor. Aksel Mehmet’in oynadığı “sevilen kız”, yani Aya karakteri, köyün tek renkli yüzü gibi. Aralarındaki çekingen ama sıcak ilişki, filmin dramatik merkezine dönüşüyor; bu ilişki de müzik ve dans üzerine kuruluyor. Müziğin sağladığı tek etki bu da değil. Çocuk yaşta genç bir kızın zorla evlendirilmek istenmesi, köy hayatının içinde okumanın önemsizleşmesi, teknolojiyle kurulan kopuk ilişki ve yörük festivallerindeki geleneksel aks hep müzikle kırılıyor. TikTok videoları, ormandaki tekno müzik partileri, cami minaresinden yükselen Windows açılış-kapanış sesleri ve ritmik tekno müzik partları… Hepsi geleneksel kodlar içinde sessizce kabullenişe sürüklenen çocukların kendilerini ifade etme biçimlerine dönüşmüş durumda burada. Geleneksel kodlar, kırsalın kapalı dünyasında sıkışıp kalmaktan kurtuluyor Ahmet’le birlikte. Peki ama nasıl?
Öncelikle filmin kalbinde “kayıp” var: Annesini kaybeden iki çocuğun içlerinde yaşadığı boşluğu, birbiriyle ve müzikle doldurma çabası. “DJ Ahmet”, acıyı romantize etmiyor. Aksine annesinin anısını müzikle yaşatıyor, onun müzik sevgisini yüreğinde taşıyarak. Ahmet’in her yeni sesi keşfedişi, bir tür yasın içinden yeniden doğuş gibi. Kardeşi Naim için de öyle… Fakat Naim, anne kaybının ardından kelimelerden sıyrılmış, sessizliğe bürünmüş. Ağabeyinin müziğe olan tutkusuna ancak cevap verebiliyor. Müzik, anneyi hatırlatan, onu ve ikisini yaşatan tek şey. Bu tercihleri ise bir kaybın ardından gerek babası gerekse diğer köy sakinleri tarafından ayıp karşılanıyor. Zaten Ahmet’ten beklenen tek şey, 20 koyuna bakması, tütünleri ekip biçmesi, yani çalışması. Okulu, müziği ve hatta sevdiği kızı hayatından çıkarması, mutlu olabileceği her şeyden mahrum kalması yani…
Babasıyla ve toplumla olan sert yüzleşmesi de bireysel mücadelesinin zaferini sunuyor bize. Yeniden konuşması için kardeşinin babası tarafından büyücülere götürülmesine karşı çıkması, partiye giderken kaybolan koyunu (ki sonra pembeye boyanmış şekilde) bulduğunda satıp yerine müzik seti alması, sevdiği kız Aya başkasıyla evlendirileceği zaman cami minaresinden müzik çalarak sevgisini ilan etmesi bu başkaldırının ve bireysel olarak “ben varım” demesinin birer tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Zira bu yaşananlar, babasına söylediği “Ben ölmedim” cümlesiyle de özdeşlik kuruyor. Ahmet sadece kendi istediği gibi yaşamak istiyor.
Aya’nın hayatı da Ahmet’in bu mücadelesiyle benzer bir yükü taşıyor, hatta belki daha ağırını. O da dansı bir araç olarak kullanıyor. Bireyselliğini, hayatı üzerinde kendi kararlarını alabilme özgürlüğünü temsil ediyor onun için dans. Almanya’da büyüyen Aya, yurduna evlendirilmek üzere getiriliyor babası tarafından. İyi bir ev hanımı olabilmesi için bütün kurallar ona öğretilirken ve görücülere tanıtılırken o sadece dansı düşünüyor, TikTok’a dans videoları çekip yayınlıyor, Ahmet gibi geceleri evden kaçıp müzik partilerine katılıyor, Yörük Festivali’ne dahi kendi tarzını taşıyan dansla hazırlanıyor. Yörük Festivali’nde arkadaşlarıyla modern bir dans koreografisiyle sahneye çıkması, onu geleneksel “makbul kadın” algısından uzaklaştıracağı için dansı bu evlilikten kurtulmak adına kullanıyor. Ahmet’e olan saf sevgisi, dans etme arzusu onu özgürleştiren şey oluyor.
Final sahnesini anlatmayacağım. Fakat temelde anlatılmak istenen şey; müzikle veya dansla kendini araçsallaştırarak umudun, sevginin ve özgürlüğün zaferle ilanı oluyor. Filmde Ahmet’in, Naim’in ve Aya’nın özde kendilerine kavuşması, sessiz bir umudu taşıyor; yüzleşmenin, sevgi temelli tutunuş öyküsünün içerisini görmemizi sağlıyor.
Balkanlardan yükselen saf bir ses
“DJ Ahmet”, Kuzey Makedonya, Çekya, Sırbistan ve Hırvatistan ortak yapımı olmasına rağmen, ruhunu Türkçenin sade sıcaklığından alıyor. Bu da filmi hem yerel hem evrensel kılıyor. Georgi M. Unkovski, gösterişsiz ama duygusal bir anlatımla sunduğu “DJ Ahmet” ile “küçük hikâyelerin büyük yankısı”nı duyuruyor bize. Müziğin, sessizliği bile dönüştürebilen bir güç olduğunu hatırlatıyor. Unkovski’nin kamerası ve senaryo dili öncelikle film içinde pastoral bir tablo çiziyor: sabah sisine karışan sürüler, taş evlerin soluk renkleri… Görüntü yönetimi izleyiciye hem uzak hem de tanıdık bir dünya sunuyor.
Sundance Film Festivali’nden de Jüri Özel Ödülü ve Seyirci Ödülü’ne layık görülen bu renkli ve yürekte tatlı bir his bırakan film; şimdi 13. Boğaziçi Film Festivali’nde izleyicisiyle buluşuyor. Seyirciyi, sessiz bir köyden yükselen ritimlerle, büyümenin, kaybın ve tutkunun evrensel hikâyesine davet ediyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.