
Büyük Behzad: Türk tiyatrosunun unutulmaz çınarı
Türk tiyatro ve sinemasının efsane ismi Behzat Haki Butak, “Büyük Behzad” olarak tarihe geçti. 1908'de başlayan sahne yolculuğu, Darülbedayi'den Ferah Tiyatrosu'na, sessiz sinemadan sesli filmlere uzanırken, Türk sanatının dönüşümüne tanıklık etti. Bu “Rönesans insanı”nın hayatına yakından bakalım.
Bir dönem düşünün ki imparatorluk yıkılıyor, yeni bir cumhuriyet doğuyor. İşte böylesine çalkantılı bir dönemde, Türk sahne sanatlarının temellerini atan bir isim yükseliyor: Behzat Haki Butak, nam-ı diğer “Büyük Behzad”. Onun hikâyesi, bir sanatçının portresi olmanın ötesinde, bir ulusun kültürel dönüşümünün de kaydı.
Bursa’dan İstanbul’a: Bir sanatçının doğuşu
Behzat Haki Butak’ın 16 Ekim 1891'de Bursa'da başlayan hayatı, genç yaşta derin acılarla sınanır. Babasının 1906'da sürgünde vefatı, onu İstanbul'a savurur. Bu şehir, Butak için bir sığınak ve sanat tutkusunun filizleneceği verimli topraklardır. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde resim eğitimi alırken, asıl tutkusunun sahne olduğunu keşfeder. Bu dönemde sanatçıların çoğu gibi o da disiplinler arasında gidip gelir; resim yapar, edebiyatla ilgilenir, müziğe kulak verir. Tüm bu deneyimler, onu çok yönlü bir sanatçı olmaya hazırlar.
1908 Temmuz'unda, henüz 17 yaşındayken amatör bir orta oyunuyla ilk kez sahneye çıkar. "Kavuklu arkası" rolüyle başladığı bu yolculuk, onu Sahne-i Heves topluluğuna kadar götürür. Bu genç adam, farkında olmadan Türk tiyatrosunun geleceğine imza atacak kariyerinin ilk adımlarını atmaktadır.
Darülbedayi yılları: Profesyonelliğe geçiş
1914, Butak'ın kariyerinde önemli bir dönüm noktasıdır. Darülbedayi'nin (sonradan İstanbul Şehir Tiyatroları) kuruluş sürecinde yer alır. Kabul sınavında Ahmet Vefik Paşa'nın Molière uyarlaması "Zor Nikâhı"ndan bir sahne oynar. Bu performans, onun Molière karakterlerine olan yatkınlığının ilk işaretlerini verir. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle sanat hayatına ara vermek zorunda kalır. Çanakkale ve Kilis'te askerlik yaptığı bu yıllar, onun karakterini daha da güçlendirir.
Mütareke sonrası Darülbedayi'ye döndüğünde, Türk tiyatrosunun en hareketli dönemlerinden birine tanıklık eder. 1924'te Muhsin Ertuğrul'la birlikte Ferah Tiyatrosu'nu kurar. Bu topluluk, oyunlar sahnelemekle kalmaz, modern Türk tiyatrosunun temellerini de atar. Butak, burada oyunculuğunun yanı sıra idari işleri yürüten pratik bir sanatçı olarak da öne çıkar.
Sahnede bir usta: Bodos Ağa'dan Molière'e
Butak'ın sahne sanatlarındaki ustalığı, özellikle iki alanda kendini gösterir: Geleneksel Türk tiyatrosu ve Molière uyarlamaları. "Kayseri Gülleri"ndeki Bodos Ağa rolü, onun kariyerinin zirve noktalarından biridir. Bu rolde sergilediği performans hem seyircilerin hem de eleştirmenlerin beğenisini kazanır.
Ancak asıl ününü Molière'in eserlerindeki performanslarıyla pekiştirir. Orta oyunundan gelen doğaçlama yeteneğini, Molière'in yapılandırılmış metinleriyle birleştirerek benzersiz bir tarz yaratır. Bu sentez, Türk tiyatrosunda Batılı formların yerelleştirilmesine öncülük eder. Butak'ın Molière karakterlerini yorumlayışı, taklitten öte kültürel bir adaptasyon örneğidir.
Perdedeki izler: Türk sinemasının öncüsü
Butak'ın sanatı, tiyatro sahnesiyle sınırlı kalmaz. 1921'de "Bican Efendi Vekilharç" filmiyle sinema kariyeri başlar. Bu, Türk sinemasının en erken dönemlerine denk gelir. Toplamda 36 filmde rol alarak, beyazperdenin de unutulmaz yüzlerinden biri olur.
"Leblebici Horhor" (1923) ve "Ateşten Gömlek" (1923) gibi filmler, onun sinema tarihindeki yerini sağlamlaştırır. Sesli sinema dönemine geçişte ise güçlü sesi ve kusursuz diksiyonuyla öne çıkar. 1931 yapımı "İstanbul Sokaklarında" filmindeki Hancı Halil Ağa karakteri, sesli dönemin en başarılı performanslarından biri olarak kabul edilir.
Butak'ın sinema kariyerinin ilginç yanı, tiyatroyla paralel yürümesidir. Bir yanda Darülbedayi'de sahneye çıkar, diğer yanda film setlerinde kamera karşısına geçer. Bu durum, erken dönem Türk sanat dünyasının disiplinler arası doğasını yansıtır.
Çok yönlü bir deha: Sanatçıdan ötesi
Behzat Butak'ı sadece bir oyuncu olarak tanımlamak eksik olur. O, gerçek anlamda bir Rönesans insanıdır. Sanayi-i Nefise'de aldığı resim eğitimi, onun sahne dekorları tasarlamasına olanak sağlar. Hatta bazı oyunlarda hem oynar hem de dekorları hazırlar. Bu çok yönlülük, dönemin sanatçılarının hayatta kalma stratejilerinden biridir.
En ilginç özelliklerinden biri de nümismatik (eski para koleksiyonculuğu) tutkusudur. Bu merak o kadar derindir ki para tarihi üzerine bir kitap yazacak kadar ileri gider. Titiz bir koleksiyoncu olarak, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi paralarını sistemli bir şekilde bir araya getirir. Bu uğraş, onun detaylara olan düşkünlüğünü ve tarih bilincini gösterir. Bir diğer sıra dışı özelliği ise pastaneciliğe olan ilgisidir. Özellikle şeker hamuru işlemeciliğinde oldukça yeteneklidir. Bu hobisi, onun yaratıcı kişiliğinin bir başka yansımasıdır.
Muhsin Ertuğrul ile dostluk: İki devin buluşması
Türk tiyatrosunun gelişiminde Butak'ın Muhsin Ertuğrul'la olan dostluğu önemli bir yer tutar. İki sanatçı, 1924'te Ferah Tiyatrosu'nu birlikte kurarlar. Bu topluluk, modern Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından biri olur.
Ertuğrul'un vizyonerliği ile Butak'ın pratik zekâsı birleşince ortaya verimli bir iş birliği çıkar. Butak, topluluğun oyuncusu olmanın yanında, idari işlerini yürüten organizatörüdür. Vasfi Rıza Zobu'nun aktardığına göre, Butak "üşenmek nedir bilmez" bir çalışma temposuna sahiptir.
Bu dostluk, sadece tiyatroyla sınırlı kalmaz. İki sanatçı, Türk sinemasının ilk yıllarında da birlikte çalışırlar. Butak, Ertuğrul'un yönettiği birçok filmde rol alır. Bu sanatsal ortaklık, Türk sahne sanatlarının gelişimine büyük katkı sağlar.
Jübile ve miras: Bir efsanenin son perdesi
1933 yılı, Butak'ın kariyerinde özel bir yere sahiptir. Darülbedayi tarafından adına bir jübile kitapçığı yayımlanır. Bu, bir Türk tiyatro kurumu tarafından bir Türk sanatçı için hazırlanan ilk jübile kitapçığıdır. Bu olay, sadece Butak'ın şahsında değil, aynı zamanda Türk tiyatrosunun profesyonelleşme sürecinde de önemli bir dönüm noktasıdır.
Butak, 1963 yılında hayata veda ettiğinde, geride zengin bir miras bırakır. Türk tiyatrosunun Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecindeki en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilir. Darülbedayi'nin ilk kuşak sanatçıları arasında yer alması, onu Türk tiyatrosunun kurucu babalarından biri yapar.
Zamana meydan okuyan bir çınar
Behzat Haki Butak'ın yaşam öyküsü, bir sanatçının aynı zamanda nasıl bir kültür taşıyıcısı olabileceğinin canlı kanıtıdır. Osmanlı'nın son döneminden Cumhuriyet'in ilk yıllarına uzanan kariyeri, Türk sahne sanatlarının dönüşümüne tanıklık eder.
Onun sanatı; geleneksel ile modernin, Doğu ile Batı'nın buluştuğu bir köprü işlevi görür. Orta oyunundan Molière'e, sessiz sinemadan sesli filmlere uzanan yolculuğu, Türk sanatının evriminin âdeta bir özetidir.
Bugün "Büyük Behzad" veya "Baba Behzad" olarak anılması boşuna değildir. O, oyuncu olmanın ötesinde yol gösterici bir figürdür. Sanata adanmış bir ömrün, nasıl ölümsüz bir mirasa dönüşebileceğinin en güzel örneklerinden biridir. Türk tiyatro ve sinema tarihinin bu görkemli çınarı, eserleri ve anısıyla yaşamaya devam ediyor. Sahnedeki son perde kapansa da Büyük Behzad'ın sanat aşkı, yeni kuşaklara ilham vermeyi sürdürüyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.