08 Aralık 2025

Ayrılığın bittiği yer: Vuslat kapısı

Hz. Mevlânâ’nın ölümü vuslat gören derin bakışından doğan Şeb-i Arûs, yüzyıllardır ölümün değil ilahî kavuşmanın gecesi olarak yaşatılıyor. Semâdan neyin iniltisine, dervişin her adımından âyin düzenine uzanan bu kadim miras, insanın asıl vatanına dönüş özlemini hatırlatıyor.

Ölüm tatlı geliyor bana; bu yurttan göçüşüm, kuşun kafesi bırakıp uçması sanki.

Bahçeye konan kafesteki kuş, gül bahçesini, ağaçları görür.

Kafesin dışındaki kuşlar, bir hoşça hürriyet hikâyeleri söylerler.

Kafesin içindeki kuş, o yeşilliği görür de ne bir şey yiyebilir ne kalır.

Belki ayağındaki bağ çözülür diye her delikten başını çıkarır durur.

Gönlü de dışarıdadır, canı da; o kafesi, bir açıverirsen ne yapar?

                                                                                                          Hz. Mevlânâ

Şeb-i Arûs geleneği Cumhuriyetin ilk yıllarında akamete uğramasına rağmen sekiz asırdan beri devam etmektedir. Farsça gece demek olan “şeb” ile gelin mânâsına gelen “arûs” kelimelerinden oluşan tamlama, Hz. Mevlânâ’nın ahirete göçüşünü ifade eder.

Mevlevî tarikatının pîri Hz. Mevlânâ çok ateşli bir hastalıktan yatmakta iken, Azrail’e (as) “piştera piştera” (beri gel, biraz daha beri gel) diye seslenmekteydi. Çünkü ölüm bir yok oluş değil, sevgiliye kavuşmaktı onun için. 17 Aralık 1273’te âlem-i cemâle göçtüğünde babası Sultanü’l-Ulema ve dünürü Selahaddin-i Zerkubî’nin bulunduğu yere defnedildi.

Akabinde kendisinden sonra posta geçen Kerimeddin Bektemür, Çelebi Hüsameddin ve Sultan Veled zamanında bayramlarda ve cuma günleri namazdan sonra, Hz. Pîr’in kabir ziyaretleri âdet olmaya başladı. Bu ziyaretler Çelebi Hüsameddin Hazretleri zamanında muntazam bir ritüele dönüştü. Gittikçe Mesnevî okunmaya, semâ edilmeye ve ney üflenmeye başlandı.

Böylelikle Hz. Mevlânâ’nın ahirete intikali günü “Şeb-i Arûs” olarak bildiğimiz merasime tekâmül etti. Âyinin resmî adı ise “mukabele-yi şerif” olarak literatüre geçmiştir ve sadece “Şeb-i Arûs”a mahsus değildir. Devranî bir tarikat olan Mevlevîlikte semazen dervişler, hafî (sessiz) olarak kendi etrafında dönerek, yani çark ederek, ism-i celâl (Allah) çekerler. Bu çark “Al-” hecesiyle sağ ayağın kaldırılması ve “-lah” hecesiyle devrin tamamlanıp ayağın yere değdirilmesiyle teşekkül eder. Mukabele tekkenin semâhâne bölümünde icra edilir. Semâhâne etrafı parmaklıklarla çevrili züvvâr maksuresi (ziyaretçi yeri), âyin okunan ve saz icra edilen mutrıbhâne, semâ edilen meydan-ı şerif, imamın durduğu mihrap ve mesnevî kürsüsünden oluşur.

İstanbul haricindeki Mevlevî tekkelerinde, cuma namazından sonra yapılan semâ âyini, herkesin gidip istifade edebilmesi için payitahtın beş Mevlevîhâne’sinde farklı günlerde yapılırdı. Cuma ve salı günleri Galata, cumartesi Üsküdar, pazar Kasımpaşa, pazartesi ve perşembe Yenikapı, Çarşamba Beşiktaş (daha sonra Bahariye) tekkelerin âyin günüydü. Yine “ihyâ geceleri” olarak tabir edilen bayram ve kandil geceleri, hilafet merâsimleri ve Hazret-i Pîr’in göçtüğü Şeb-i Arûs, Mevlevî âyini icra edilen günlerdi.

Miladî takvim kullanılmadan evvel Hazret-i Mevlânâ’nın ahirete doğum tarihi olan 5 Cemaziyelahir 672 tarihinde tatbik edilen ihtifâl töreni, bilahare 17 Aralık’a alındı. 1925’teki tekkelerin kapatılmasına kadar her Mevlevîhâne’de tesid edilen Şeb-i Arûs, 1950’lerden itibaren bu büyük medeniyeti yaşatmak isteyenlerce bin bir güçlükle gün yüzüne çıkarıldı. Günümüzde her sene ekranların başından Konya’da izlediğimiz “Şeb-i Arûs Töreni”, Mevlevî âyininin sadece bir kısmıdır.

Şeb-i Arûs’da icra edilen Mevlevî âyini bir vecd hâlinin tezahürü olarak usul ve merâsimden müstağni bir şekilde Hazret-i Mevlânâ’nın yaptığı semâya dayanır. Sultan Veled ve oğlu Ulu Arif Çelebi zamanında da ferdî olarak yapılan semâ, Pir Adil Çelebi ve daha sonra Pir Hüseyin Çelebi tarafından bugünkü şeklini almıştır.

Ölüm değil, vuslat

İhtifalin asıl mânâsı, isminden de anlaşılacağı üzere, Hz. Mevlânâ’nın ölüme bakışıyla alakalıdır. Zira O, “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, arif kişilerin gönlündedir bizim mezarımız. Burada ölüm (olarak) tezahür ediyorsa da orada doğumdur” diyerek Hz. Peygamber’in (as) “Müminler ölmez, bir yerden bir yere göç ederler” hadisini şerh etmiştir âdeta. Dolayısıyla Hz. Pîr, canın beden kafesinden kurtularak aslına döndüğü, katrenin denize, can ummanına erdiği anı bir yok oluş olarak değil, Hakk’a vuslat olarak görmektedir.

Keza meşhur ve muhalled eseri Mesnevî’ye “Bişnev în ney çün şikâyet miküned/Ez cüdâyı hâ hikâyet mîküned” (Dinle! Şu neyin nasıl şikâyet ettiğini, ayrılıklardan nice hikâyet ettiğini) şeklinde başlayarak zaten “ney” metaforu üzerinden insanın aslî vatanından ayrılmasındaki hüznü terennüm etmiştir. Ney ile sembolize edilen insan, bu dünya hapishanesine düşmeden, Hakk ile arasına mâsivâ perdesi çekilmeden, beden kafesine ruhu hapsolmadan evvel mutlak hürriyet ile ve Zât-ı Hakk ile beraber, asıl vatanı olan ilâhi âlemde idi. Neyin kamışlıktaki hâli gibi… Sonra kendi iradesinin hiçbir katkısı olmadan dünyaya indirildi. Vatan-ı aslîsinden kesilmenin acısıyla insanoğlunun yaptığı ilk iş ağlamak oldu. Dünya meşakkatleri de peşi sıra geldi. Ancak cüz’i iradesini küllî iradede yok edip, kendini Hakk’ın kudret ve nizamına terk eden insanlar, yani “insan-ı kâmil”ler müstesna… Nasıl ney, neyzenin elindeki bir aletten başka bir şey değilse, insan-ı kâmil de Hakk’ın iradesinin tecelli ettiği bir aletten başka bir şey değildir.

Bu sebeple âyet-i kerimede geçen “Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz” ifadesi Hz. Mevlânâ’nın telâkkisinde “herkesin ayrılıktan, kendisinin ise vuslattan bahsettiği” bir mânâya kavuşur. Âyetteki “dönmek” tabiri, Hakk’a “vuslat”ı müjdelemektedir. Rubaiyyat’ında bunu şu şekilde izah buyurmuştur: “Bizi Elest harabatından getirdiler. Coşmuş, dağılmış ve kendinden geçmiş olarak getirdiler. Yine harabat tarafına çekecekler. (Bizi) yoktan var ettikleri için…

Hz. Mevlânâ, ölüme böyle baktıktan sonra asıl ölümün, “ölmeden önce” gerçekleştirilmesi gerektiğini de belirtmiştir. İslam’ı tasavvufî pencereden yorumlayanların itibar ettiği başlıca hadislerden olan “Ölmeden önce ölünüz”ü de Mesnevî’de nazma dökmüştür: “Ne mutlu o kişiye ki ölümden önce öldü/Yani bu bağın, bu üzümün aslından bir koku aldı.”  

Hz. Mevlânâ’nın ölüme bakışı ve ölümü daima hatırda tutuşu, Mevlevî yolundaki dervişlerin birçok sembolüne de yansımıştır. Mesela Mevlevî dervişinin başındaki sikke mezar taşını, giydiği tennure kefeni, sırtındaki hırka kabri temsil eder. Semâhâne kâinat, sağ taraf madde, sol taraf mânâ âlemidir. Postun çevresindeki hareket seyr-i sülûku anlatır. Kudümün ilk vuruşu “Ol!” emrini, ney ise insan-ı kâmili simgeler. Neyin üflenmesi de sûrun üflenmesini hatırlamak içindir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...