
Kalkınma
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 28 Temmuz 1955’te Tercüman’daki köşe yazısında “kalkınma”nın sömürenlerle sömürülenler arasındaki eşitsizliği derinleştiren tarihî bir sürecin ardından ortaya çıkan bir kavram olduğunu dile getiriyor; bunu Hindistan örneğinden açıklıyordu.
Birinci ve İkinci Cihan Harplerinden sonra siyasi ve iktisadi edebiyatta sık sık kullanılmaya başlayan sözlerden biri de şu “kalkınma” tabiridir. Eskiden -sanırım- bu mefhum “gelişme” ve “genişleme” manalarına gelen kelimelerle ifade olunurdu. Zira o vakitler hiç değilse Avrupa bugünkü gibi düşkün değildi. Daha doğrusu dünya, sömürenlerle sömürülenler arasında iki kısma ayrılmış bulunuyordu. Bir yanda endüstrileşmiş milletlerin saltanatı, öbür yanda ziraatçı camiaların sefaleti vardı. Birinciler ikincilerin bin zahmet ve meşakkatle istihsal ettikleri ham maddeleri yok pahasına satın alırlar ve bunları mamûl mallar hâline koyup gene onlara yüz misline satarlardı. Basit tarifiyle Garp Avrupa’sının servet terakümü bu sayede kabardıkça kabarmış ve Şark dünyasının yoksulluğu bu yüzden derinleştikçe derinleşmiştir. Öylesine ki günün birinde bu geri milletler Avrupa mallarını artık alamaz olmuşlar ve birbiri ardı sıra tam bir koloni durumuna düşmüşlerdir.
İşte bu suretle Avrupa endüstri ve sermaye kudretleri, yeryüzünün ham madde kaynaklarına doğrudan doğruya el koymuş ve bunların sahiplerini ecir gibi kullanmaya başlamıştı. Lakin bu gene ortadaki meseleyi halletmiyordu. Dünkü müşteriler, bu sefer yalnız satın alma kabiliyetlerini kaybetmekle kalmayıp sömürgecilerin ücretli hizmetkârları vaziyetine girmişti. Garbın fabrikaları gittikçe daha hızlı bir tempodan işleyedursun, üst üste yığılan mallar, dağılıp yayılmak için muhtaç olduğu açık pazarları bulmakta gittikçe müşkülata uğruyordu.
Sömürgecilik sistemi, başka bir bakımdan sömürgeciler aleyhine birtakım menfi neticeler vermekten de hâli kalmamıştır. Garbın istihsal tekniğini yakından görüp öğrenen ecir halkta, yavaş yavaş bir nevi ekonomi şuuru uyanmaya başlamıştır. Bu halk, aynı zamanda Avrupalının niçin kendinden daha kuvvetli olduğunu bu şuurun ışığında anlamıştır.
Asya’nın ilk uyanış hareketlerinden biri olan Hindistan’ın istiklal mücadelesi işte bu yüzdendir ki daima bir ekonomik sabotaj karakterini taşımıştı. Bu hareketin önderi, Mahamata Gandhi, bir konferans münasebetiyle İngiltere’ye davet edildiği sıralarda Lancashire’da büyük bir grev hüküm sürmekteydi. Şehrin bütün mensucat fabrikaları haftalardan beri kapalı duruyor ve işçileri aç ve perişan sokaklarda dolaşıyordu. Bu sosyal krizin başlıca sebebi ise Hindistan’ın İngiltere’den bir metre bile kumaş almamaya karar verişiydi. İngiliz hükûmet adamları, belki merhamete gelir de bu boykota nihayet verdirir diye Gandhi’yi Lecashire’a götürdüler ve o yarı çıplak adam nalınlarıyla işçi yığınlarının önünden geçerken kulaktan kulağa şu sözlerin fısıldandığı işitildi: “İşte, sizin felaketinize sebep olan bu adamdır.”
Şimdi Lecashire fabrikaları dokuduğu kumaşları hangi pazarlara sürüyor, bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa bugün Endonezya’dan Birmanya’ya, Birmanya’dan Çin Hindistanı’na kadar bütün istiklal hareketlerinin ekonomik birer cidal şeklinde tecelli edişi be bunun parolasının da kalkınma oluşudur.
Ama ne garip talih cilvesidir ki aynı parola bugün iki büyük harbin sadmesiyle temellerinden sarsılmış bulunan dünkü müstemlekeci milletlerin ağında da dolaşmaya başlamıştır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.