
Yükseköğretimde milat: YKS 2025 başarı sıralaması ve küresel rekabet
ÖSYM’nin 2025 YKS’de tıp, hukuk, mühendislik gibi alanlara getirdiği yeni başarı sıralaması şartları, yükseköğretimde kalite odaklı dönüşümün önemli bir adımı. Bu düzenleme, akademik kadro ve müfredat yatırımlarıyla desteklenerek Türkiye'nin eğitimde küresel bir oyuncu olma hedefini güçlendiriyor.
ÖSYM’nin 2025 Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) kılavuzunda tıp, hukuk ve mühendislik gibi kritik alanlar için getirdiği yeni başarı sıralaması şartları, Türkiye'nin yükseköğretimdeki kalite odaklı dönüşüm stratejisinin en net göstergesi oldu. "Sadece barajı geçmek yetmiyor, nitelikli öğrenci gerekiyor" mesajını veren bu adımlar, son beş yılda akademik kadrodan müfredata, uluslararasılaşmadan Ar-Ge yatırımlarına kadar uzanan köklü bir yeniden yapılanma sürecinin parçası. Rakamlar, Türkiye'nin üniversite eğitiminde küresel bir oyuncu olma hedefine emin adımlarla ilerlediğini ortaya koyuyor.
Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) uzun süredir üzerinde durduğu “kalite artışı” hedefi, 2025 YKS kılavuzuyla somut bir çerçeveye oturdu. Tıp fakülteleri için devlet üniversitelerinde ilk 40 bine girme, hukuk için 150 bin, mühendislik ve öğretmenlik programlarının belirli dallarında ise 300 bin sıralama barajının getirilmesi, üniversite kapılarının sadece sınav puanıyla değil, belirli bir yetkinlik seviyesiyle açılacağını gösteriyor. Bu düzenlemeler, yükseköğretime geçişte seçiciliği artırarak eğitim sürecinin ve nihayetinde mezun profilinin kalitesini yükseltmeyi amaçlıyor.
Peki, akademisyenler bu kararı nasıl değerlendiriyor?
Tercüman’a konuşan İbn Haldun Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Sefa Bulut, ÖSYM’nin bölümlere başarı sıralaması üzerinden baraj koyma kararını yerinde ve doğru bulurken; bu uygulamanın önemine yönelik “Başarı sıralaması, öğrenci kalitesiyle, öğrencinin bilgisiyle çok alakalı. Dolayısıyla bu karar; öğrenciler arasında da haksızlık, adaletsizlik yaşanmasını engelleyebilir. Zira öğrenciler 300 bin, 200 bin sıralamayla çok farklı bölümlere girebiliyorlardı. Bilhassa sıralama barajı gözetmeyen özel ve devlet üniversitesi bölümlerinde öğrenciler arasında haksızlık söz konusu oluyordu. Bence bu sınırlama barajı, çok daha adil bir yerleştirme sağlayacaktır. Ayrıca eğitim kalitesi de arttıracaktır. Daha bilgili öğrenciler gelecek, daha nitelikli eğitim alacaklar” değerlendirmesinde bulunuyor.
Eğitim Danışmanı Sadık Gültekin ise bu uygulamanın aslında yeni bir şey olmadığını, yıllardan beri konuşulduğunu, bu doğrultuda da çeşitli düzenlemeler yapıldığını belirtti. Ayrıca Gültekin, “Bu tür baraj uygulamalarında amaç, bölümlerin akademik başarısını yükseltmek. Bu yüzden de bölümlere gelen öğrencilerin akademik bilgi birikimlerinin ve yetkinlik düzeylerinin yüksek olmasını sağlamak gerekiyor. Böylelikle bölümlerdeki eğitim niteliği de değişecektir” diyerek uygulamanın hedefine açıklık getiriyor.
Sadece öğrenci değil, sistem de dönüşüyor: Kaliteyi artıran somut adımlar
Yükseköğretimde kalite, yalnızca öğrenci seçimiyle sınırlı bir kavram değil. Türkiye, son yıllarda akademik ve fiziki altyapısını güçlendirmek için çok yönlü bir strateji izliyor. Bu stratejinin temel taşları arasında; akademik insan kaynağının güçlendirilmesi, müfredatların güncellenmesi ve uluslararası standartlara uyum yer alıyor.
Akademik beyin gücüne yatırım: YÖK’ün başlattığı 100/2000 Doktora Projesi ile Türkiye'nin stratejik öncelik verdiği 100 tematik alanda 2 bin doktoralı uzman yetiştirildi. Benzer şekilde, TÜBİTAK 2247-A Programı kapsamında lisansüstü öğrencilere aylık 30 bin TL’ye varan burslar sunulması, genç araştırmacıları teşvik ederek akademik üretimin temelini güçlendiriyor.
Akreditasyon ve dijital çağa uyum: Programların kalitesini güvence altına almak amacıyla Yükseköğretim Kalite Kurulu (YÖKAK) tarafından yürütülen denetimler zorunlu hâle getirildi. 2024 itibarıyla 1200 programın akredite edilmiş olması, üniversitelerin belirli bir standardı yakaladığının kanıtı niteliğinde. Buna paralel olarak yapay zekâ ve siber güvenlik gibi geleceğin mesleklerine yönelik 50'ye yakın yeni bölümün açılması, müfredatın çağın gereklerine göre modernize edildiğini gösteriyor.
Türkiye'nin yükselen akademik performansı (2019-2025)
Uygulanan politikaların sonuçları, uluslararası sıralamalara ve bilimsel üretim istatistiklerine çarpıcı bir şekilde yansıyor. Türkiye'nin akademik performansı, son beş yılda gözle görülür bir ivme kazandı.
2019 yılında QS Dünya Üniversite Sıralaması'nda ilk 1000'de sadece 7 Türk üniversitesi yer alırken, 2025'te bu sayı 23'e yükseldi. Daha da önemlisi, ilk 500'deki üniversite sayımız 3'ten 7'ye çıktı. Bu başarı, YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar'ın "en az 5 üniversitemizi dünya sıralamasında ilk 500’e sokmak" hedefine yaklaşıldığını gösteriyor.
Prof. Dr. Sefa Bulut; YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’ın bu hedefinin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekerek hedefe dair yapılan akademik çalışmalara ve gerçekleşen gelişmelere yönelik şunları kaydediyor: “Ülkemizde gerçekten iyi üniversitelerimiz var. Öğrencileri yayınlara, akademik araştırmalarına, Ar-Ge faaliyetlerine, bilgisayar teknolojisi ve yapay zekâ çalışmalarına çok önem veriyoruz. Dolayısıyla bu alanlarda çok güzel projeler ve yayınlar ortaya çıkıyor ve çıkacak da. Özellikle teknoloji alanında kıymetli ilerlemeler kat ediyoruz; uçak, drone gibi savunma sanayiinde üretimler yapıyoruz. Bunlar aslında TÜBİTAK ve üniversitelerimizin iş birliği ile gerçekleşiyor. Ayrıca ülkemizde çok kaliteli akademik yayınlar çıkıyor, önemli çalışmalar gerçekleştiriliyor. Dünya çapında tanınan bilim insanlarımız bu üniversitelerde yetişiyor. Akademisyenler olarak biz de öğrencileri en iyi şekilde bu yüzyılın olanaklarına, iş piyasasına hazırlıyoruz. Böylelikle gençlerimiz kendilerini geliştirerek Türkiye’de ve yurt dışında çalışabiliyorlar.”
Prof. Bulut’un da ifade ettiği gibi akademik yayın performansı da bu yükselişi destekler nitelikte. Web of Science'ta taranan yayın sayısı 2019'da 48.532 iken, 2024'te %62,5 artışla 78.915'e ulaştı. Üniversitelerden gelen patent başvuruları ise aynı dönemde %209'luk rekor bir artışla 1.257'den 3.892'ye fırladı. Bu veriler, üniversitelerin sadece eğitim değil, aynı zamanda bilgi ve teknoloji üreten merkezlere dönüştüğünü kanıtlıyor. Ayrıca öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 2019'da 32 iken, 2024'te 24'e geriledi. Bu iyileşme, öğrencilerin akademisyenlerle daha yakın temas kurabildiği, daha butik ve verimli bir eğitim ortamının oluşmasına zemin hazırlıyor.
Bu gelişmelere dair Sadık Gültekin ise “Yıllardır ilk 300’de veya 500’de yer alan üniversitelerimiz var. Yıllara göre biraz değişiklik gösterebiliyor ama yine de bu sayıda belirli bir istikrar yakalanmış düzeyde. Fakat hedefin getirdiği asıl amaç; bilimsel yayın sıralamalarının ya da miktarının artması vs. değil, bu akademik çalışmaların üretime döndürülmesi. Tabii ki bunun için bütçe gerekiyor. Öncelikle bilimsel çalışmaların bütçesinin artması sağlanmalı ve kaynak sorununa ağırlık verilmeli. Üniversitelerin üretim süreçlerinin daha da ilerleyebilmesi için bu oldukça önemli. Uluslararası düzeyde listenin ilk 3’ünde ya da 5’inde yer almak çok kıymetli ama bununla sınırlı kalmamalı, hatta daha da yükselebilmeliyiz. Bu yüzden de üniversiteler sadece öğrenci alan kurumlar olmamalı, öğrenci yetiştiren kurumlar hâline gelmeli. Bu hedefteki tek sorumluluk YÖK’te olmamalı, üniversitelerimiz de sorumluluğu almalı ve başarıyı yükseltmeye çalışmalı. Burada da aldığınız öğrencinin akademik bilgi düzeyi ile üniversitenin akademik çalışmaları ve vizyonlarının bir araya gelmesi, hatta toplumun ve sektörün ihtiyacının karşılanması lazım” diyerek yapılması gerekenlere dikkat çekiyor. Zira Gültekin’in belirttiği üzere sorumluluk herkese ait.
Uluslararasılaşma ve istihdam: Mezuniyet sonrası da odakta
Kalite hamlesinin bir diğer önemli ayağını ise uluslararasılaşma ve mezunların istihdam edilebilirliği oluşturuyor. YÖK'ün “Yabancı Öğrenci Sınavı (YÖS)” reformuyla nitelikli yabancı öğrenci sayısı 5 yılda 3 kat artarak 250 bine ulaştı. Yabancı akademisyen oranı ise %3,2'den %7,8’e yükseldi. Tamamen İngilizce eğitim veren lisans programı sayısının 342'den 891’e çıkması, Türkiye'nin uluslararası bir eğitim merkezi olma iddiasını güçlendiriyor.
Prof. Sefa Bulut’a göre yabancı öğrenci sayısının artması Türkiye’nin sosyal ve ekonomik gücünün bir göstergesi. Aynı zamanda bu artış, ülkemize uluslararası alanda prestij sağlıyor. Prof. Bulut, sağlanan prestijin detayını şu şekilde ifade ediyor: “Yurt dışından ülkemize gelip burada mezun olan öğrenciler, ülkelerine döndüklerinde orada resmî kurumlarda görev alabiliyorlar, bakan ya da milletvekili olabiliyorlar. Orada ülkemizin kültür, sanat elçileri olabiliyorlar. Bize de yeni ufuklar, yeni fırsatlar açıyorlar. Bu durum ayrıca Türkiye’nin ekonomik, siyasi, kültür, sanat, sağlık gibi çeşitli alanlarda diğer ülkelerle iş birliklerini olumlu etkiliyor. Dolayısıyla yabancı öğrenci alımındaki artış, bizim dış dünyayla olan bağlantımızı kuvvetlendiriyor, çeşitli alanlardaki tanınırlığımızı arttırıyor.”
Tüm bu yatırımların en somut çıktısı ise istihdam oranlarında görülüyor. Mezunların ilk bir yıl içindeki istihdam oranı 2019'da %55,3 iken, 2024'te %68,1'e yükseldi. Özellikle mühendislik fakültelerinde bu oranın %79,4 gibi etkileyici bir seviyeye ulaşması, endüstriyle uyumlu eğitimin bir sonucu olarak öne çıkıyor. Üniversitelerdeki kariyer merkezlerinin sayısının ve etkinliğinin artması da bu başarıda kilit rol oynuyor.
Bunun için de Prof. Dr. Sefa Bulut’un önerileri, öğrenciler için oldukça yararlı anekdotlarla dolu: “Öğrenciler yurt dışı bağlantılı olabilen, mutlaka bilişim, yapay zekâ gibi konularda dersleri olan bölümleri tercih etsinler. Klasik eğitimden ziyade uygulamalı eğitimlere daha çok önem versinler. İş ekonomisi, iş piyasası çok önemli. Bu yüzden staj imkânı sağlayan üniversiteler onlara fayda sağlayabilir. Üniversite eğitimleri sırasında yaz aylarında iş hayatında çalışsınlar, staj yapsınlar, network edinsinler, çeşitli üniversitelerin kariyer festivallerine ve öğrenci kulüplerine katılsınlar, Erasmus programlarına başvursunlar. Burada üniversitenin de sunduğu vizyon çok önemli. Öğrenciler, Teknolojide ve bilimsel çalışmalarda en son gelişmeleri takip eden üniversiteleri tercih etmeliler. Ayrıca tek bir alana sıkışıp kalmamalılar, farklı alanlarda kendilerini geliştirmeliler. Yapay zekâ, sosyal medya uygulamaları, fotoğrafçılık, gazetecilik gibi alanlarda da bilgi sahibi olmalı; sosyoloji, psikoloji, tarih disiplinleriyle de ilgilenmeliler. Mutlaka ikinci, üçüncü yan dal düşünmeliler. Bu imkânlardan yararlanan öğrenciler kendilerini daha iyi yetiştirebilirler.”
Peki, üniversite tercihlerinde öğrencileri neler bekliyor? Sadık Gültekin, “Bu yıl öğrenciler, diğer yıllardaki öğrencilerden daha şanslı. Başvuran öğrenci sayısı zaten bu yıl düşüktü. Son 4-5 yılda sınava başvuran en düşük öğrenci sayısıydı. 2,5 milyon öğrenci katılmıştı bu sene. Bu sayının yaklaşık 1 milyon 500 bini ise tercih yapacak, yani puan hesaplandığı hâlde tercih yapmayacak öğrenciler de olacak. 2, 4, 5 ve 6 yıllık eğitimlere baktığımızda kontenjan 800 bin dolaylarında. Bu da iki adaydan birinin kazanacağı anlamına geliyor. Son yılların en yüksek oranı demek bu. Fakat öğrenci açısından baktığımızda nitelikli ve bilinçli bir seçim yapması gerekiyor. Bu yüzden tercih döneminde öğrenci adayının detaylı araştırma yapması gerekiyor. Üniversitelerin yabancı dil, çift ana dal, yan dal, yüksek lisans imkânlarını, sektörel iş birlikleri gibi olanaklarını incelemeli.”
Gelecek projeksiyonu
Türkiye yükseköğretim sistemi, son yıllarda uyguladığı bilinçli politikalarla bir kabuk değişimi yaşıyor. 2025 YKS sıralama şartları bu büyük dönüşümün sadece bir parçası. Artan yayın sayıları, yükselen uluslararası sıralamalar, güçlenen Ar-Ge altyapısı ve yükselen mezun istihdam oranları, atılan adımların doğru yönde olduğunu gösteriyor. Ancak uzmanlar, bu başarının sürdürülebilirliği için kalitenin sadece girişte değil, eğitim sürecinin her aşamasında ve mezuniyet sonrasında da titizlikle takip edilmesi gerektiği konusunda hemfikir. Öğretim üyesi sayısının niteliksel ve niceliksel olarak artırılması, endüstri-üniversite iş birliklerinin daha da derinleştirilmesi ve bölgesel kalkınma odaklı programların yaygınlaştırılması, Türkiye'nin yükseköğretimde dünya ligindeki yerini sağlamlaştıracak kritik başlıklar olarak öne çıkıyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.