
Türkiye'de “iç cephe” söylemi: Millî birlik ve güçlenme hamlesi hız kazanıyor
Türkiye siyasetinde son dönemde öne çıkan ve yoğun bir şekilde tartışılan “iç cephe” kavramı, ülkenin bölgesel ve küresel meydan okumalar karşısında millî birliğini ve gücünü pekiştirme arayışının bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Gelin, bu kavramın derinliklerine beraber inelim.
Türkiye siyasetinde son dönemde öne çıkan ve yoğun bir şekilde tartışılan “iç cephe” kavramı, ülkenin bölgesel ve küresel meydan okumalar karşısında millî birliğini ve gücünü pekiştirme arayışının bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Bu stratejik söylem, köklerini Türk Kurtuluş Savaşı dönemindeki Mustafa Kemal Atatürk’ün “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin oluşturduğu cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir fakat hiçbir zaman bir ülkeyi yok edemez. Ülkeyi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir” ifadelerinden alıyor. Bu tarihsel vurgu, iç uyumun ve milletin kolektif birliğinin, askerî bir yenilgiden daha büyük, varoluşsal bir tehdidi engelleyici nitelikte olduğunu gözler önüne seriyor.
Atatürk’ün “iç cephe” tanımı, ulusal beka için hayati bir kavram olarak konumlanmıştır. Zira herhangi bir iç bölünme veya zayıflama, devletin varlığını doğrudan tehdit etmektedir. Bu tarihsel ağırlık, günümüz liderleri için birlik çağrılarını güçlü bir retorik araçla çerçeveleme imkânı sunmaktadır. “İç cephe” kavramı, Türk siyasi kültüründe ulusal mücadele, direnç ve varoluşsal tehdit imgelerini çağrıştıran önemli bir sembolik ağırlık taşımaktadır. Çağdaş liderler tarafından yeniden gündeme getirilmesi, olumsuzluklar karşısında birlik konusunda köklü bir ulusal bilinci harekete geçirmektedir. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un “İç cephe Türkiye cephesidir” sözleriyle kavramı doğrudan milletin kimliği ve varlığıyla ilişkilendirmesi, bu söylemin önemini perçinliyor. Kavramın farklı liderler tarafından sürekli kullanılması ve Atatürk ile özdeşleştirilmesi, onun tarihsel ve sembolik ağırlığını gözler önüne seriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Türkiye Yüzyılı” vizyonu odaklı “iç cephe” mesajları
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “iç cephe” kavramını özellikle dış tehditler ve Türkiye’nin küresel konumu bağlamında kamuoyunun gündemine taşıyor. “İç cepheyi”, Türkiye’nin hedeflerine ulaşması ve “şer odakları” ile “küresel emperyalizmin yıkıcı projelerine” karşı koyması için elzem olarak nitelendiriyor. Erdoğan’ın söylemi, “iç cepheyi” Türkiye’nin iddialı dış politikasıyla özellikle küresel adaletsizlikler ve “daha adil bir dünya” ihtiyacıyla sıkça ilişkilendiriyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne yönelik eleştirileri ve İsrail-Filistin çatışması konusundaki duruşu, dışarıda etkili bir eylem için iç gücün ön koşul olduğu vurgusunun zeminini oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan için “iç cephenin” gücü, “Türkiye Yüzyılı” vizyonunun gerçekleşmesiyle doğrudan bağlantılı. 85 milyon vatandaşın bu vizyon etrafında farklılıkları aşarak birleşmesi gerektiğini vurgulayan Erdoğan, “iç cepheyi” çoğunlukla "Cumhur İttifakı" ile ilişkilendiriyor. Mehmet Uçum da “Cumhur İttifakı”nı “iç cephenin en büyük sosyal güçlerinden birincisi” olarak tanımlıyor. Erdoğan'ın “iç cephe” çerçevesi, dış politikası ve ulusal vizyonuyla derinlemesine iç içe geçmiş durumda. “İç cephe” sadece iç uyumla ilgili değil; aynı zamanda Türkiye’nin küresel çapta güç ve etki projeksiyonu için stratejik bir zorunluluk olarak sunuluyor. Bu durum, güçlü bir “iç cephe” ile güçlü bir “dış cephe” arasında doğrudan bir nedensel ilişki yaratıyor.
MHP Lideri Bahçeli’den “iç cephe”ye vurgulu destek: Cumhur İttifakı = İç cephe
MHP Lideri Devlet Bahçeli, “iç cephe” kavramının en güçlü savunucularından biri olarak sık sık Atatürk’ün orijinal tanımına atıfta bulunuyor. Bahçeli için “iç cephe” soyut bir ideal olmaktan öte, somut olarak “Cumhur İttifakı” tarafından temsil ediliyor. “Sarsılmaya çalışan iç cephemizdir. Buna izin vermeyeceğiz... Cumhur İttifakı’nı yaşatacağız” şeklindeki açıklamaları, onun söyleminde “iç cephe” ile “Cumhur İttifakı” arasında doğrudan bir eş değerlik kurduğunu gösteriyor. Bahçeli’nin “iç cephe” yorumu, ulusal güvenlik kaygıları ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasıyla derinden bağlantılı. “Bölgesel tehdit dalgaları kıyımıza vuruyor” ve “savaş neredeyse vatanımızın sınırlarına kadar dayanacak” uyarıları, dış tehlikelere karşı sarsılmaz bir iç cepheye duyulan ihtiyacı vurguluyor. “Başka Türkiye yoktur. Gideceğimiz, bir yurt köşesi yoktur” ifadeleriyle de savunduğu birliğin varoluşsal niteliğini pekiştiriyor.
Selahattin Demirtaş’tan kapsayıcı “iç cephe” vizyonu: Barış ve adalet odaklılık
Cezaevinden yaptığı açıklamalarla gündeme gelen Selahattin Demirtaş ise “iç cephe” için temelden farklı ve kapsayıcı bir vizyon sunuyor. Demirtaş, “iç cephede” “iç barış” ve “adalet duygusunun” geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. “Hamaset değil, cesaret zamanıdır” başlıklı açıklamasında, “iç cepheyi” güçlendirmek için dört temel öneri sunuyor: Abdullah Öcalan’ın silahsızlanma çağrısının hızlıca tamamlanması, siyasi yargılamaların sona erdirilmesi ve tutuklu seçilmişlerin serbest bırakılması, “kardeşlik ruhu” üzerine kurulu, emperyalizme karşı birleşik “86 milyonluk halk ordusu” vurgusu ve Meclis’te tüm siyasi parti liderlerinin bir araya geleceği “acil ortak akıl” toplantısı çağrısı. Demirtaş’ın önerileri, iç adalet, uzlaşma ve “iç cephenin” gücü arasında bir nedensel ilişki olduğunu vurguluyor. Ona göre, gerçek birlik dayatılamaz ancak şikâyetlerin giderilmesi ve demokratik kurumlara olan güvenin yeniden tesis edilmesiyle ortaya çıkmalıdır.
Ortak zemin: “Anti-emperyalizm” ve ulusal birlik ihtiyacı
Üç lider de derin ideolojik farklılıklarına rağmen, dış tehditler, özellikle de “emperyalizm” karşısında ulusal birliğin (“iç cephe”) gerekliliği konusunda ortak bir retorik zemine sahip. Erdoğan “şer odakları” ve “küresel emperyalizmin yıkıcı projelerinden” bahsederken, Bahçeli “bölgesel tehdit dalgaları” ve “savaşın sınırlarımıza dayanacağı” konusunda uyarıda bulunuyor. Demirtaş ise “Emperyalizmin kazandığı her menfaat bizim kaybımızdır” diyerek bu ortak anti-emperyalist çerçeveyi pekiştiriyor. Bu ortak anti-emperyalist çerçeve, yüzeysel bir yakınlaşma noktası sağlayarak liderlerin ulusal bir aciliyet duygusu uyandırmasına olanak tanıyor.
Türk siyasetindeki “iç cephe” söylemi, milletin varoluş ve birlik mücadelesinin derin tarihî köklerine dayanan çok yönlü bir kavram olarak öne çıkıyor. Tüm önemli siyasi aktörler ulusal uyum ihtiyacını dile getiriyor. “İç cephe” söyleminin geleceği, gerçek uzlaşma ve demokratik kapsayıcılığı önceliklendirip önceliklendirmeyeceklerine bağlı olacak.
Belirsizlikler çağında “iç cephe”yi güçlendirme zarureti
Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Halit Hamzaoğlu, iç cephe kavramının temel olarak dışarıdan gelen tehditlere karşı içeride bir olmayı tanımladığının altını çizerek görüşlerini “Bu bağlamda iç cephe, devlet öncülüğünde siyasi bir konsolidasyonu öngörmektedir. Söz konusu konsolidasyon devlet ve millet mekanizmasının bütünlüğü sayesinde hayata geçirilebilir. Bu noktada kavram, devletin ve milletin güvenliğinin sağlanması birincil öncelik olarak karşımıza çıkıyor. Zira devlet güvenliğinin temel gayesi, millî bağımsızlığa yönelik tüm tehditleri ortadan kaldırmaktır” şeklinde özetliyor. “Doğrudan devlet ve millet mekanizmasını hedef alan dışsal tehditlere karşı iç cephenin güçlendirilmesi zaruridir” diyen Hamzaoğlu, “Millî bağımsızlığa karşı oluşan varoluşsal tehditler; devlet mekanizmasına, siyasi birliğe, devletin temelini oluşturan millî unsurlara karşıdır. Varoluşsal dışsal tehdit devlet ve millet merkezli her şeyin varlığına yönelik bir tehdittir. İç cephenin tam teşekküllü sağlanması açısından millî güç unsurlarının muktedir olması zaruridir. Siyasi, askerî, iktisadi, demografik ve kültürel öğeleri ihtiva eden millî güç unsurları, devletin ve milletin bekasının teminatıdır” cümleleriyle iç cephede birliği sağlamanın önemine dikkat çekiyor.
Ayrıca günümüzde dünyanın jeopolitik bir türbülanstan geçtiğine dikkat çeken Hamzaoğlu, “Bu türbülans, bir dizi belirsizliği de beraberinde getiriyor. Bu çerçevede iç cephenin güçlendirilmesi önceliklidir. Bu önceliğin başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi için bütün millî güç unsurlarının senkronize bir şekilde davranması gerekiyor. Bu cihetten daha önce de bahsettiğimiz gibi devleti ve milleti oluşturan bütün mekanizmaların pekiştirici bir rol oynaması önem arz ediyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımladığı iç cephe yaklaşımı bu bakımdan bir yol gösterici olabilir” diyerek iç cephenin temel taşlarını gözler önüne seriyor.
“Artan jeopolitik riskler karşısında iç cephe bir zaruret”
Hamzaoğlu diğer önemli hususları da şu sözlerle kaydediyor: “Uluslararası ilişkilerin ideoloji çağından egemenlik çağına geçtiği söylenebilir. Esasında egemenlik çağı, küresel emperyalizmin kötü şöhretli ‘böl ve yönet’ anlayışına karşı bir tepkidir. İçinde bulunduğumuz uluslararası siyaset bir ‘hesaplaşma aşamasıdır’, bu bakımdan gelecekteki güç merkezlerinin ve medeniyetlerin güç ve nüfuzunun nasıl dağılacağı mücadelesidir. Bu noktada kadim devlet geleneğine sahip olan Türkiye’nin izleyeceği millî politikalar oldukça önem taşıyor. İç cephe kavramı hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından gündeme getirilmektedir. Bu bağlamda ‘Türkiye Yüzyılı’ ve ‘Terörsüz Türkiye’ söylemlerinin özünü iç cephenin güçlendirilmesi teşkil etmektedir. Türkiye’nin etrafında gelişen jeopolitik risklerin bertaraf edilmesi açısından iç cephenin güçlü kılınması fevkalade önemlidir. İsrail’in İran saldırısı sonrası, Cumhurbaşkanı Erdoğan iç cephe vurgusu yaparak millî birlik ve beraberliğin zaruretini ifade etti. İsrail’in bölgedeki saldırganlığı, Türkiye’nin millî güvenliğine ve bütünlüğüne doğrudan tehdit oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç cephe vurgusu bu çerçevede bir uyarı mahiyetindedir. MHP Lideri Devlet Bahçeli de iç cephenin tahkim edilmesinin zaruri olduğunun altını çizdi. İsrail’in saldırgan politikalarının nihai hedefinin Türkiye olduğunu ifade eden Devlet Bahçeli, ‘İsrail'in terörist yönetiminin Türkiye’nin görüş menzilini kapatmak, 'Terörsüz Türkiye' hedefini baltalamak, bölgemizi karanlığa mahkûm etmek için her fırsattan istifade etmenin peşinde olduğunu’ vurgulamıştır.”
Artan jeopolitik riskler çerçevesinde küresel emperyalizm ve bölgesel piyonları Türkiye’nin iç cephesini çökertmeyi ve böylece stratejik amaçlarına ulaşmaya çalıştığının altını çizen Hamzaoğlu, “Bu tehdidi bertaraf etmek için Türkiye’nin elinde çok fazla olanak, kapasite ve seçenek vardır. Her şeyden önce, Türkiye’nin kadim devlet aklı tehdit ve sınamaları bertaraf etme kabiliyetine sahiptir. Aynı zamanda devlet ve millet dayanışması ve bu dayanışmanın toplumun bütün katmanlarına yansıtılması, tehdit ve sınamaların bertaraf edilmesini sağlamaktadır. İç cephenin en önemli katalizatörü Türk milletinin ulaşmak isteği idealler olmalıdır. Bu bağlamda Türk milletinin ideallerinin hayata geçirilmesi açısından iç cephenin tahkimi ve güçlenmesi elzemdir. Söz konusu tahkimin sağlanması için en önemli unsurlardan birisi de ortak vatan ve kader birliğidir. İç cephenin ortak vatan ve kader birliği kavramları etrafında bir araya gelmesi, bütün emperyalist amelleri boşa çıkaracaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin egemenliğinin, bölünmez bütünlüğünün ve bağımsızlığının asıl teminatı, millet mekanizmasını oluşturan bütün aktörlerin el birliğiyle hareket etmesidir. Dolayısıyla emperyalizmin ‘böl ve yönet’ anlayışının def edilmesi doğrudan iç cephenin güçlenmesine bağlıdır. Milleti oluşturan bütün mekanizmaların ve tasavvurların bu gerçekliği dikkate alması kaçınılmazdır” diyerek yapılması gerekenleri ifade ediyor.
“Söylem ve eylemler asla tesadüfi değil”
İstanbul Ticaret Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Cafer Talha Şeker de iç cephe kavramının Türkiye için bir zaruret olduğunu belirten isimlerden. “Son yaşanan gelişmelerden anlaşılıyor ki etrafımızda bir dış cephe zaten kurulmuş vaziyette. Dolayısıyla bu dış cephe yaklaşırken içerideki terörle mücadele gibi parantezleri kapatmak, millî birliği sağlamak ve devlet-millet olarak her vatandaşı kapsayan bir bütünlük oluşturmak bir zaruret” diyerek görüşlerini ifade ediyor. Şeker, “Şu an Orta Doğu’da bir savaş durumu var. Bu savaşlar evvelinde Arap Baharı’ydı. Sonra Suriye İç Savaşı’na evrildi, bugün de İsrail-İran çatışması var. Bunların tamamı Türkiye’nin etrafındaki cepheler. Kuzey’de de Ukrayna cephesi var, Kuzey Afrika’da yıllardır süregelen Libya’daki çatışmalar ve istikrarsızlık var. Akdeniz ve doğal olarak Kıbrıs önümüzde bir problem olarak duruyor. Dolayısıyla dışarıda bu denli sıcak gündem başlıkları varken içerideki sorunların üstesinden 85 milyon vatandaşın birlikteliğiyle gelinmesi gerekiyor. İç cephe kavramını ayrımları en aza indirerek ya da ortadan kaldırarak millî bir bütünleşme hamlesi olarak okumak gerekiyor. Bu hamleler de devletin organları tarafından titizlikle gerçekleştiriliyor. İç cephe kavramının son günlerde yöneticilerimiz tarafından sıklıkla ifade edilmeleri asla tesadüfi değil, hepsi bir plan ve program dâhilinde atılan adımlar” cümleleriyle Türkiye’nin attığı adımların ve ortaya koyduğu söylemlerin uluslararası ilişkiler bağlamında zamanın ruhuna uygun olduğunun altını çiziyor.
Türk Medya Dijital Yayın Danışmanı ve Akşam gazetesi yazarı Murat Özer ise iç cephe söylemini dış dünyadaki gelişmeler üzerinden okumanın aksine terörle mücadele süreciyle ilişkilendiriyor. Özer’e göre: “İç cephe derken aslında yurt dışındaki tehlikelerden bahsetmiyor devletimiz. Eğer öyle olmuş olsaydı çevremizdeki ülkelerde yaşanan gerilimleri düşünelim: Karabağ’da Azerbaycan-Ermenistan Savaşı ya da Irak işgali, Afganistan işgali… Bunlar Türkiye’yi doğrudan etkileyen hadiseler ya da Kıbrıs’taki bir türlü çözülemeyen durum. Tüm bunlar 30 yıl önce de vardı. O zaman devlet başka bir şey söylüyor. Biz bunu terörün tasfiyesi ile alakalı olarak düşünmek durumundayız. Çünkü PKK’nın tasfiyesi meselesi sadece 1980'li yıllarda kurulmuş bir örgütün bütünüyle ortadan kalkması ya da silah bıraktırılması anlamına gelmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma aşamasından itibaren Türkiye'deki devletin varlığını, hatta İstiklal Harbi’nin varlığını dahi tehdit eden isyanlar zincirinin parçasının bütünüyle bitmesi anlamına geliyor.”
Terörün tasfiyesiyle birlikte bir isyanlar silsilesinin sona ereceğinin altını çizerek görüşlerini, “Koçkiri’den, Beytülşebap İsyanı’ndan, Şeyh Said’den, sonra Seyit Rıza’dan bütün bu süreçle beraber değerlendirildiğinde aslında PKK’nın tasfiyesi süreci bir örgütün silah bırakmasının çok ötesinde Türk Devleti’nin kurulma aşamasından itibaren karşılaştığımız bir isyan hareketinin bütünüyle sona ermesi ve Türk Devleti'nin de kendisini bu isyanları meşrulaştıracak, isyanların halk tabanında yayılmasını, genişlemesini ve taban bulmasını sağlayacak anlayıştan bütünüyle vazgeçtiği anlamına geliyor. İlk cephenin güçlenmesi Türkiye’de devletle millet arasındaki Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren kopuk olan yapının kopmaz bir bağ ile tutturulması anlamına geliyor” şeklinde özetliyor. Özer’e göre; tüm bunlar Türkiye'nin iç güvenliği açısından da dış tehditleri açısından da kıymetli.
Özer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin PKK gibi bir sorunu olmamış olsaydı, Suriye'yle ilgili bir sınır sorununun hiç olmayacağına dikkat çekiyor. Ve sözlerine şöyle devam ediyor: “PKK ya da ona müzahir olan hiçbir örgüt Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin aleyhine ne Suriye'de ne de Irak’ta konuşlandırılmamış olacaktı. Yani emperyalistlerin kontrolünde hareket edebilecek örgütler de olmamış olacaktı. Siz iç cephenize, Türkiye'nin içerisindeki güvenliği sağlayabilirsiniz. Belki bunu askerî yöntemlerle de yapabilirsiniz ama eğer iç güvenliği, gerçekten devlet-millet buluşmasıyla, tam anlamıyla sağlayamazsanız o zaman dışınızda ya da içinizde emperyal güçler birilerini bulurlar ve onu başka şekillerde de kışkırtırlar. Bir sorunu çözdüğünüzü zannedersiniz, başka bir yerde patlak verir. Dersim İsyanı gerçek anlamıyla bir toplum-devlet bütünleşimi sağlanarak çözülmüş olsaydı, iç cephe gerçekten sağlam bir zeminin üzerine bina edilmiş olsaydı, PKK diye bir örgüt ortaya çıkmazdı. O açıdan iç cephe meselesini sadece dış tehditlere ya da İsrail'in giderek küstahlaşan tavırlarıyla izah etmek yerine, Türkiye'de devletle toplumun bütünleşmesi için elzem olan bir yaklaşım biçimi olarak değerlendirmek gerekir.”
Türkiye gazetesi yazarı Nur Tuğba Aktar ise iç cephenin milletin sadece bedenini değil, ruhunu ve zihnini de seferber ettiğini dile getiriyor ve bu vurgunun önemini şu sözlerle dile ifade ediyor: “Algı savaşlarının hüküm sürdüğü günümüzde, bu duruş milletin dirayetini canlı tutar, ferasetini keskinleştirir. Savunma hattı değil, bilincin kalbinde kurulan güçlü bir mevzidir. Bu söylem sadece dayanışma çağrısı değil; topyekûn bir bilinç inşasıdır. Modern iletişim çağının asimetrik tehditlerine karşı milletin manevi direnç hatlarını örer. Küresel algı operasyonları, psikolojik harp ve bilgi kirliliği karşısında iç cephenin sağlamlığı, devletin bekası kadar milletin geleceği için de hayati önemdedir. İç cephe, ekranlarda, sokakta, okulda ve dijital mecralarda kurulan manevi bir kaledir. Milletin ruhunu koruyan, geleceğe uzanan sağlam bir köprüdür.”
Küresel meydan okumalar karşısında millî bütünleşmenin önemi
Tüm bu görüşlerden hareketle Türkiye’nin “iç cephe” söylemi, bir retorik olmanın ötesinde, bölgesel ve küresel belirsizliklerin arttığı bir dönemde ülkenin varoluşsal güvenliğini ve gelecekteki konumunu şekillendiren kritik bir stratejiyi temsil ediyor. Tarihî kökenlerinden güncel siyasi yorumlara kadar, bu kavram etrafında şekillenen tartışmalar, Türkiye’nin ulusal birliğini pekiştirme, dış tehditlere karşı direnç gösterme ve iddialı “Türkiye Yüzyılı” vizyonunu gerçekleştirme azmini yansıtıyor. Liderlerin farklı perspektiflerden de olsa “anti-emperyalizm” ve ulusal birlik vurgusu, bu söylemin temelini oluşturuyor ve Türkiye’nin gelecekteki jeopolitik konumlanışında belirleyici bir rol oynayacağı öngörülüyor. Hiç şüphesiz iç cephenin güçlü olması, Türkiye’nin bölgesel ve küresel aktör olarak gücünü artırması ve karşı karşıya olduğu zorlukların üstesinden gelmesi için hayati öneme sahip.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.