09 Aralık 2025

Polonya: "Savaş için barış" mı "barış için savaş" mı?

Polonya, Ukrayna savaşıyla derinleşen güvenlik tehdidine karşı topyekûn hazırlanıyor. Rekor savunma bütçesi, Doğu Kalkanı tahkimatı ve sivillerin askerî eğitimiyle, barışı korumak için savaşa hazırlanan Polonya'nın tarihsel paradoksunu inceliyoruz.

Varşova’nın 1944’teki ayaklanmada harap olmuş sokaklarında, duvarlara mermi ve şarapnelin oyduğu izler hâlâ duruyor. Bu izler, bir savaşın ötesinde bir milletin coğrafi kaderinin ve yok olma tehdidi altında şekillenen kolektif hafızasının da simgesi. II. Dünya Savaşı, Polonya’yı haritadan silmeye yönelik bir girişimdi, altı yıllık işgal, toplama kampları ve Varşova’nın yerle bir edilişi, ulusal DNA’ya “bir daha asla” diyen bir travma olarak kazındı. Bugün, o izlerin yakınındaki ormanlarda, donmuş toprakta siper kazan, gaz maskesi takan, çakmaktaşıyla ateş yakmayı öğrenen sivil Polonyalılar var. Tarih, Polonya’da bir hayalet gibi dolaşıyor ve Ukrayna’da devam eden savaşın gölgesi, bu hayaleti yeniden, bu sefer daha somut ve acil bir biçimde canlandırıyor. II. Dünya Savaşı’nın başladığı topraklarda, Polonya bir kez daha “bir sonraki” için hazırlanıyor. Ancak bu hazırlık, sadece askeri bir yapılanma değil, topyekûn bir toplumsal dönüşüm. Peki bu kapsamlı seferberlik, barışı korumak için kaçınılmaz bir strateji mi yoksa kaçınılmaz görülen bir çatışmanın kaçınılmaz psikolojik zeminini mi döşüyor?

Tarihsel paradigmanın acı tekrarı ve radikal uyanış

2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı tam ölçekli işgali, Polonya için soyut bir jeopolitik risk olmaktan çıkıp somut, sınırlarının hemen ötesinde devam eden bir varoluşsal tehdide dönüştü. Bu olay, bir “tarih tekerrür ediyor” şok dalgası yarattı. Polonya’nın kolektif hafızasındaki kodlar derhal harekete geçti: Doğudan gelen istila korkusu, Molotov-Ribbentrop Paktı’nın gölgesi, bölünme ve işgal acıları, tüm bu semboller modern bir bağlamda yeniden hayat buldu. Ukrayna’daki savaş, Polonya’ya sadece komşusunun acılarını izlettirmedi, aynı zamanda kendi güvenlik doktrinlerinin ne kadar kırılgan olabileceğini gösterdi. Bu, geleneksel ordu düzenlerini değil, enerji altyapısını, gıda güvenliğini, siber ağları ve halkın psikolojik dayanıklılığını test eden bir stres testiydi.

Dahası, savaşın hibrit doğası -demiryolu hatlarının sabotajı, hava sahası ihlalleri, Rus istihbaratıyla bağlantılı olduğu iddia edilen patlamalar ve Belarus üzerinden düzenlenen “silahlanmış göç” operasyonları- Polonya’nın güvenlik paradigmasını temelinden sarsarak revizyona zorladı. Ukrayna, Polonya için “canlı savunma laboratuvarının" ötesinde bir ayna oldu. Bu aynada, kendi savunmasının olası zayıf noktalarını, toplumsal seferberlik kapasitesini ve NATO’nun kolektif savunma garantilerinin pratikte ne anlama geleceğini görüyor. Polonya ordusunun kıdemli komutanları artık diplomatik nezaketi bir kenara bırakıp, “sessiz zamanların geride kaldığını” ve “birkaç yıl içinde tam ölçekli bir işgal olasılığının” analiz edildiğini açıkça ifade ediyor.

 “Topyekûn savunmanın" dört temel sütunu

Polonya’nın tepkisi, kapsamlı, derinlemesine düşünülmüş ve çok katmanlı bir “topyekûn savunma” (total defence) konseptine evriliyor. Bu, İsviçre veya İsveç modelinden esinlenen ancak kendi tarihsel tecrübesiyle şekillenen bir yaklaşım. Konsept dört temel sütun üzerine inşa ediliyor:

Askeri modernizasyon ve caydırıcılığın somut hâli

Savunma harcamalarını GSYİH’nin rekor seviye olan %4,8’ine çıkarma kararı adeta bir stratejik manifesto. Bu kaynak, Kuzey Amerika ve Güney Kore’den devasa silahlı kuvvet alımlarıyla (F-35’ler, Abrams tankları, HIMARS sistemleri) ve yerli savunma sanayii patlamasıyla (Borsuk piyade savaş aracı, Krab howitzerları) birleşiyor. Amaç, caydırmak değil, potansiyel bir saldırgana, böyle bir girişimin faturasının kabul edilemez derecede ağır olacağını göstermek. Polonya, kendisini Avrupa’nın en zorlu, en donanımlı askeri güçlerinden biri hâline getirerek, geleneksel bir işgali neredeyse imkânsız kılmaya çalışıyor.

“Doğu Kalkanı”: Modern bir mareşal hattı

Sadece Belarus sınırındaki mevcut göçmen duvarının ötesine geçen bu proje, 21. yüzyılın tahkimat anlayışını yansıtıyor. Belarus ve Rusya’nın Kaliningrad bölgesi boyunca uzanan hat, sadece beton ve tel değil. Derin siper ağları, anti-tank engelleri, hareket sensörleri, elektronik gözetleme sistemleri, İHA savunma bataryaları ve hızlı müdahale birlikleri için lojistik merkezlerinden oluşan entegre bir sistem. Amacı, olası bir hibrit istila (sivil provokatörler, düzensiz birlikler) veya konvansiyonel saldırıyı yavaşlatmak, kanalize etmek ve Polonya ile NATO’nun ana kuvvetleri için zaman kazandırmak. Bu, bir “dikenli duvar” değil, bir “stratejik sünger” işlevi görmek üzere tasarlandı.

Sivil toplumun militarizasyonu: Vatandaş-asker modelinin yeniden doğuşu

En çarpıcı ve toplumu en derinden etkileyen adım, 400 bin sivili eğitmeyi hedefleyen gönüllü programı. Bu, Soğuk Savaş döneminin mecburi “sivil savunma” derslerinin demokratik, gönüllü ve modernize edilmiş bir versiyonu. Eğitimler, sadece ilk yardım ve yangın söndürme değil; kimyasal-biyolojik-radyolojik-nükleer (KBRN) tehditlere karşı korunma, temel hayatta kalma teknikleri, iletişim kesintisinde hareket tarzı ve psikolojik dayanıklılığı içeriyor. 60’lı yaşlarındaki nesil için bu bir tazelenme, Avrupa Birliği’nin (AB) istikrarlı barış ortamında büyüyen “Pokémon Go” kuşağı için ise rahatsız edici bir gerçeklikle yüzleşme anlamına geliyor. Hükümet, şirketlere ve okullara bu eğitimleri yaygınlaştırmaları için teşvikler sunuyor. Nihai hedef, savaş durumunda ordunun arkasında, kendine yetebilen, paniğe kapılmayan ve temel savunma görevlerini üstlenebilen bir “sivil arka cephe” yaratmak.

Hibrit tehditlere karşı toplumsal direnç ve iç güvenliğin sağlanması

Göçmen akınının kasıtlı bir “hibrit savaş silahı” olarak kullanıldığına dair yaygın inanç, Polonya siyasetinde sağdan sola geniş bir konsensüs oluşturdu. Bu durum, sınırda inşa edilen fiziksel engelleri ve sıkı gözetimi meşrulaştırmanın yanı sıra, toplumda “içeriden sızan tehdit” algısını güçlendiriyor. Yüzbaşı Frankowski’nin “Belki bir casus” dediği yakalanan Afgan göçmen örneği, bu zihniyetin somut yansıması. Bu algı, insani yardım örgütlerinin ve aktivistlerin sınırda yaşanan insanlık dramına dair seslerini bastırıyor. Ulusal güvenlik söylemi, göçmenlere yönelik sert politikaları eleştiren liberal sesleri bile susturabiliyor. Bu da toplumsal direncin sadece dış tehdide değil, devlet tarafından “tehdit” olarak çerçevelenen herkese karşı örgütlendiği bir içe kapanma riski taşıyor.

Tarihsel paradoks ve psiko-sosyal çatlaklar

Polonya’nın durumu, klasik bir güvenlik ikilemini yansıtıyor: Barışı garantilemenin en emin yolu, savaşa hazır olmak mıdır? Polonya tarihi, ikincisinin acımasız gerekliliğine işaret ediyor gibi görünüyor. 1939’daki yetersiz hazırlık, felaketle sonuçlanmıştı. Bugünkü hazırlıklar, o trajedinin doğurduğu “asla tekrar etmesin” ("Never again") refleksinin doğal ve mantıklı bir sonucu.

Ancak bu refleks, toplumda derin psiko-sosyal dinamikler yaratıyor. Bir “kuşatılmış kale” psikolojisi, yabancıya karşı güvensizliği ve içe kapanmayı besleyebilir. Toplumdaki genel “milletimi savunurdum” ifadesi, hem derin bir vatanseverlik duygusunu hem de genç bir zihnin savaş ihtimalini soğukkanlılıkla değerlendirdiğini ve bunu hayatının olası bir senaryosu olarak kabullendiğini gösteriyor. Bu, “normalleşen savaş” algısının tehlikeli bir işareti. Askeri eğitim kamplarına katılan çocuklar, sosyal medyada savunma ipuçları paylaşan yetişkinler, ofis binalarına yeniden yerleştirilen sığınaklar… Savaş, günlük yaşamın arka plan gürültüsü hâline gelme riski taşıyor.

Ayrıca, bu kapsamlı seferberliğin ekonomik maliyeti (GSYİH’nın %4,8’i) ve fırsat maliyeti (eğitim, sağlık, sosyal hizmetlere ayrılabilecek kaynaklar) uzun vadede toplumsal huzursuzluğa yol açabilir. “Güvenlik” ve “özgürlük” arasındaki denge, daha katı iç güvenlik önlemleri ve gözetim mekanizmaları lehine bozulabilir.

Barış için silahlanmak mı savaş için ruh hazırlamak mı?

Polonya, Ukrayna savaşıyla birlikte tarihsel kaderiyle yeniden ve daha keskin bir biçimde yüzleşiyor. Coğrafyasını değiştiremeyeceğine göre, ona dair stratejisini kökten değiştiriyor. “Doğu Kalkanı”, modern ordusu ve eğitilmiş sivilleriyle Polonya, barışı korumak için savaşa hazırlanıyor. Bu, reel-politiğin katıksız bir tezahürü. Başarılı olursa, yani caydırıcılık işe yararsa, Avrupa’nın doğu kanadında istikrarın garantörü olacak ve “savaş için barış” paradoksunu doğrulamış olacak.

Ancak tehlike, bu hazırlığın kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşme riskidir. Sürekli tetikte olma hâli, diyaloğu imkânsız kılarak düşmanlığı besleyebilir. Toplumun militarizasyonu, demokratik değerleri ve sivil alanı aşındırabilir. Polonya, tarihinin ağır yükünü, bir sonraki neslin savaş değil, barış hafızasına sahip olacağı bir gelecek inşa etmek için mi taşıyor, yoksa kaçınılmaz görülen bir çatışmanın zihinsel ve toplumsal zeminini mi döşüyor?

Cevap, belki de Varşova’nın duvarlarındaki o eski şarapnel izleri ile bugün donmuş bir cumartesi sabahında ateş yakma talimi yapan sivil Polonyalıların yüzlerindeki kararlı ifade arasındaki ince çizgide saklı. Polonya, barışı savunmak için savaşın dilini öğreniyor. Zor olan, bu dili asla konuşmamak, sadece bilmek. Tarih, Polonya’ya bu dilin bilgisine sahip olmamanın bedelini çok ağır ödetti. Şimdi soru, bu bilgiyi taşımanın, onunla yaşamanın ve onu bir barış aracına dönüştürmenin psikolojik ve toplumsal bedelinin ne olacağı…

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...