
“Orta Doğu”nun icadı: Coğrafi bir terimin sömürgeci kökenleri
Bu yazı, Hany Soliman tarafından kaleme alınıp Middle East Monitor’da 24 Ocak 2022 tarihinde yayımlanan “The invention of the ‘Middle East’” başlıklı makalenin çeviri ve özetidir.
Temel soru: “Orta Doğu” nedir, neden “orta”dır ve kime göre “doğu”dur? Bu sorular üzerinde düşünürken, belirli bir coğrafi konuma göre “doğu” olan bir yerin, başka bir konuma göre “batı” olabileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Türkiye, İran ve Rusya, Avrupa’nın doğusunda yer alırken, Japonya’nın batısındadır. Bugün “Orta Doğu” olarak bildiğimiz bölge, aslında Japonya için “Orta Batı”dır!
Edward Said’in “Oryantalizm” eserinde belirttiği gibi, “Doğu” Avrupalılar tarafından sömürülmek üzere icat edilmiş Batılı bir kavramdır. Avrupalılar için “dünya iki eşitsiz yarımdan, Doğu ve Batı’dan oluşur” ve “Doğu ile Batı arasındaki ilişki, güç, hâkimiyet ve karmaşık bir hegemonyanın çeşitli derecelerinin ilişkisidir.” Benjamin Disraeli’nin ifade ettiği gibi, Avrupa/Batı tarihçileri, akademisyenleri, araştırmacıları, liderleri, sanatçıları, tüccarları ve ticaret erbabı için Doğu bir “kariyer” alanıydı.
Tarihsel perspektif: “Doğu” kavramının evrimi
Uzun bir süre boyunca, Avrupalılar için Doğu süt ve bal akan Müslüman topraklarıydı, Binbir Gece Masalları’nın diyarıydı, Kudüs, Şam, Bağdat ve Kahire’nin büyük başkentleri ve onların gizli hazinelerinin bulunduğu yerdi.
1. ve 13. yüzyılların Haçlıları için -krallar, prensler, şövalyeler, subaylar ve askerler- Doğu kutsal bir görev, belirlenmiş bir meslek ve uzun soluklu bir kariyerdi. Onlar için Doğu, ele geçirilmesi ve sonsuza kadar korunması gereken Kutsal Kitap’ın diyarıydı.
Osmanlı dönemi: Tehdit algısı
16. yüzyılda Osmanlılar Arap-Müslüman ülkelerini ele geçirdiğinde, Avrupalılar için Doğu’nun anlamı köklü bir şekilde değişti. Artık Doğu, Osmanlı Türklerinin toprakları hâline gelmişti. Bu dönem, Avrupa’nın Doğu algısında kritik bir dönüm noktasıydı çünkü Osmanlılar sadece geleneksel “Doğu” topraklarını kontrol etmekle kalmıyor, aynı zamanda Avrupa’nın Batı sınırlarını da ele geçirerek doğrudan Avrupalıların varlığını tehdit ediyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi, Avrupalı güçlerin Doğu’ya bakış açısını tamamen dönüştürdü. Artık Doğu, sadece sömürülecek zengin topraklar değil, aynı zamanda Avrupa’nın bekasını tehdit eden güçlü bir rakipti. Bu durum, Avrupalıların Doğu hakkındaki romantik hayallerini gerçekçi askeri ve siyasi hesaplarla değiştirmesine neden oldu. Osmanlı hegemonyası altındaki topraklar, Avrupalılar için artık hem arzu edilen hem de korkulan bir coğrafya hâline geldi.
Bu dönemde Avrupa’nın Doğu politikası, savunma refleksiyle şekillendi ve sonraki yüzyıllarda Osmanlı’yı zayıflatmaya yönelik stratejiler geliştirildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş süreciyle birlikte de bu topraklar yeniden Avrupa’nın sömürgeci planlarının hedefi hâline gelecekti.
“Bu ayrımın arkasında sadece coğrafi mesafe değil, sömürgeci stratejiler de yatıyordu”
19. yüzyıl: Coğrafi genişleme
19. yüzyıl, Avrupa emperyalizminin zirveye çıktığı ve “Doğu” kavramının radikal bir şekilde yeniden tanımlandığı dönemdi. Avrupalılar bu yüzyılda Çin’e ulaştıklarında ve orada çatışmalarını başlattıklarında, “Doğu”nun sandıklarından “çok daha büyük” olduğunu ve bildikleri Doğu’nun ötesine çok daha geniş coğrafyalara uzandığını keşfettiler. Bu keşif, onları şaşkına çevirdi çünkü yüzyıllardır bildikleri Doğu’nun sınırlarının aslında gerçekte çok daha ötesinde topraklar ve medeniyetler olduğunu anladılar.
Bu büyük coğrafi farkındalık karşısında, Avrupalılar sistematik bir terminolojik çözüm geliştirdiler. Bu “muazzam” Doğu’yu yönetilebilir parçalara bölerek, farklı bölgelere farklı stratejiler geliştirebilecekleri bir sistem oluşturdular: Zaten yüzyıllardır bildikleri, tanıdıkları ve çeşitli şekillerde müdahale ettikleri bölgeyi “Yakın Doğu”, yeni keşfettikleri ve henüz tam olarak kavrayamadıkları uzak toprakları ise “Uzak Doğu” olarak kategorize ettiler.
Bu ayrımın arkasında sadece coğrafi mesafe değil, aynı zamanda sömürgeci stratejiler de yatıyordu. Yakın Doğu, Avrupa’ya yakınlığı nedeniyle daha kolay kontrol edilebilir ve müdahale edilebilir bir alan olarak görülürken, Uzak Doğu daha karmaşık ve uzun vadeli planlar gerektiren bir bölge olarak algılanıyordu. Bu terminolojik bölünme, aslında Avrupalıların farklı bölgelere yönelik farklı emperyalist politikalar geliştirmesinin temelini oluşturdu.
İngiliz icadı: “Orta Doğu” teriminin doğuşu
İngilizler 19. yüzyılın ortalarında yeni bir kavram ortaya attı. Hindistan üzerinde hegemonya kurdukları için, Avrupa’daki anavatanları ile “Taç’ın Mücevheri” olan Hindistan arasında kalan o Doğu’yu tanımlamaları gerekiyordu. Bu nedenle Kızıldeniz’den Hindistan’daki İngiliz İmparatorluğu’na kadar uzanan alanı tanımlamak için “Orta Doğu” terimini kullanmaya başladılar. İmparatorluklarını Avrupa sınırlarından Hint alt kıtasına kadar genişletmek veya bağlamak için bu Orta Doğu’yu ele geçirmeyi hedefliyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte, Orta Doğu İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin kurbanı oldu. Her iki güç de Osmanlı hegemonyasından kurtulan ülkeler üzerinde hâkimiyet kurmak için yarıştı ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Doğu’ya egemen olmayı başardı.
“Oysa İsrail dil, din, ortak tarih ve kültür açısından Orta Doğu ülkelerinin özelliklerinden yoksundu”
“Asıl” Orta Doğu’nun sınırları
“Asıl” Orta Doğu, batıda Nil Vadisi’nden doğuda (o zamanki) Sovyet Cumhuriyetlerinin sınırlarına kadar uzanan coğrafi alandır. Bu alan geleneksel olarak şu ülkeleri kapsar:
- Arap Yarımadası ülkeleri: Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Kuveyt.
- Bereketli Hilal: Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin.
- Diğer ülkeler: Türkiye, İran, Kıbrıs ve Mısır.
İsrail 1948’de kuruldu ve sadece bölge içindeki coğrafi konumu nedeniyle Orta Doğu ülkesi kabul edildi. Oysa dil, din ortak tarih ve kültür açısından Orta Doğu ülkelerinin tüm özelliklerinden yoksundu ve bölgenin tüm Arap ülkeleri tarafından reddedilmesine rağmen bu statüyü aldı.
Farklı güçlerin farklı tanımları
Fransız söyleminde Orta ve Yakın Doğu terimleri birbirinin yerine kullanılır ve Kuzey Afrika ülkelerini kapsamaz. Fransızlar, İngilizlerle paylaştıkları Orta Doğu’yu ayrı olarak ele geçirdikleri Kuzey Afrika ülkelerinden ayırmak istiyordu.
Birçok Amerikalı akademisyen ve tarihçi ise Orta Doğu’yu Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan geniş bir bölgesel alan olarak tanımlar. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve 20. yüzyılın ikinci yarısının başlamasıyla birlikte, dünya İngiliz ve Fransızların Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan ayrılmasına tanık oldu. Amerikalılar, tüm bölgede İngiliz ve Fransızların yerini almaya çalıştı ve bu nedenle Orta Doğu terimini yeniden tanımladı. İngiltere ve Fransa tarafından işgal edilen tüm ülkeleri -geleneksel Orta Doğu ülkeleri ile Kuzey Afrika Arap ülkelerini- kapsayacak şekilde terimi genişletti.
“Büyük Orta Doğu” Projesi
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ABD tek süper güç hâline geldi. Bu dönem “Büyük Orta Doğu” teriminin ortaya çıktığı zamandı. Bu terim, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından 2004 yılının şubat ayında G8 ülkelerine Orta Doğu ve Arap ülkelerinde reform projesi geliştirme adı altında sunuldu.
Bu terim, Arap Birliği’nin üyesi olan 22 Arap ülkesine ek olarak Kıbrıs, Türkiye, İsrail, İran, Pakistan ve Afganistan’ı kapsar. Dolayısıyla yeni tanımlama, geleneksel Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin yanı sıra Pakistan ve Afganistan’ı da içerir. Bunlar, Amerika’nın askeri, siyasi veya ekonomik olarak hâkimiyet kurmaya çalıştığı ve hâlâ çalışmaya devam ettiği ülkelerdir.
“ABD’nin hâkimiyet planı çeşitli nedenlerle ilerlemedi. Belki de bunların en önemlisi Arap Baharı devrimleriydi”
ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nin akıbeti
ABD’nin büyük Orta Doğu’ya hâkimiyet planı çeşitli nedenlerle ilerlemedi. Belki de bunların en önemlisi, 2010’da patlak veren ve ABD’nin ülkeleri üzerinde askeri ve ekonomik hegemonyasını dayatmak için güvendiği bölge liderlerinin çoğunun düşüşüne yol açan Arap Baharı devrimleriydi.
Bununla birlikte, 2020’de başlayan yeni Arap-Siyonist normalleşme “depremi” ve ardından bölge halklarına dayatılmaya çalışılan İbrahim Anlaşmaları sonrasında, ABD’nin bölge üzerindeki kontrolünü yeniden dayatma fırsatı doğmuş olabilir. Burada ABD yeni Orta Doğu’nun tek lideri olmayacak, kontrolü bölge halklarının tarihsel, ilk ve ana düşmanı olan, aynı zamanda bu halkların yöneticilerinin ilk, en yakın ve en önemli dostu olan İsrail ile paylaşacaktır.
Sonuç: Süregelen hegemonya mücadelesi
“Orta Doğu” teriminin tarihsel gelişimi, coğrafi isimlendirmelerin ne kadar politik olduğunu gösterir. Her dönemde baskın güç, kendi çıkarları doğrultusunda bu terimi yeniden tanımlamış ve bölgeye yaklaşımını şekillendirmiştir. Günümüzde de bu süreç devam etmekte ve yeni aktörler sahneye çıkmaktadır.
Bu analiz, Edward Said’in Oryantalizm teorisini doğrular nitelikte, “Doğu” kavramının Batılı güçler tarafından nasıl inşa edildiğini ve bu inşanın arkasındaki güç ilişkilerini net bir şekilde ortaya koyar. Coğrafyanın masum olmadığını, aksine siyasi hegemonyanın önemli bir aracı olduğunu gösterir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.