
İran’ın gölgesi soluyor: Irak’ta nüfuz çatırdıyor
İran'ın Irak’taki etkisi zayıflıyor. Bu tarihî dönüşüm, Irak’a ulusal egemenlik ve yeni ittifaklar kurma şansı sunarken, iç çatışma ve yolsuzluk gibi riskleri de barındırıyor. Genç neslin itirazı ve İran’dan bağımsızlaşması, Irak’ın geleceğini yeniden şekillendiriyor.
Bağdat’ın tozlu caddelerinde, geçen yıl İsrail tarafından öldürülen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın posterleri hâlâ duvarları süslüyor. Yanında İran destekli diğer Şii milis komutanlarının resimleri... Bu görüntüler, onlarca yıldır Irak’ın siyasi, askerî ve ekonomik dokusuna sinmiş İran etkisinin görünür kanıtları. Ancak bu posterler, giderek artan bir gerçeği örtbas ediyor: İran’ın Irak üzerindeki hâkimiyeti derin çatlaklar oluşturuyor ve bu güç yavaş ama istikrarlı bir şekilde geri çekiliyor. Bu; sadece bir dış gücün zayıflaması değil, Irak’ın kaderini yeniden şekillendirecek tarihî bir dönüşümün başlangıcı.
Düşmanlıktan bağımlılığa
İran ve Irak’ın ilişkisi, tarihin en kanlı savaşlarından birinin (1980-1988) gölgesinde, derin mezhepsel bağlara ve 1.600 km’lik sınırın kaçınılmaz gerçekliğine rağmen, hep inişli çıkışlı oldu. Ortak Şii kimliği, Necef ve Kum’daki dinî otoriteler arasındaki nüfuz rekabetiyle gölgelendi. Ancak 2003’teki ABD önderliğindeki işgal, bu ilişkiyi radikal bir şekilde yeniden tanımladı. Saddam Hüseyin’in devrilmesi, Şii çoğunluğun siyasi sahneye çıkmasını sağlarken, aynı zamanda İran için altın bir fırsat penceresi açtı.
İran, Saddam’ın Sünni Arap rejiminin çöküşünü, kendisine ideolojik ve stratejik olarak yakın bir Irak inşa etmek için kullandı. Uzun sınır, ortak dinî bağlar (özellikle Şii dinî merkezleri arasındaki bağlantılar) ve Tahran’ın sofistike istihbarat ağı, bu nüfuzun temellerini attı. Ancak bu etki, basit bir ideolojik dayanışmanın ötesine geçerek ekonomik bağımlılık ve askerî kontrol boyutlarına ulaştı.
Yaptırımların sığınağı
İran’ın Batı yaptırımları karşısındaki en büyük can simitlerinden biri Irak oldu. Tahran rejimi, kapsamlı finansal ambargoları aşmak için Irak’ın merkez bankası dolar ihalelerini ustaca manipüle etti. Bu sistemde İran’a yakın Irak şirketleri; banka ihalelerinden ucuz dolar satın alıyor, bu dolarları İran’a aktarıyor ve İran bu dolarları dünya pazarından kritik ithalatını yapmak için kullanıyordu. Bu döngü, İran’ın ekonomik nefes almasını sağlayan bir yaşam çizgisiydi. Ancak ABD’nin 2023’te bu manipülasyonu hedef alarak çok sayıda Irak bankasını kara listeye alması, bu hayati kanalı ciddi şekilde tıkadı.
Irak, aynı zamanda İran'ın hayati bir ihracat pazarı. Enerjiden tarım ürünlerine, inşaattan tüketim mallarına kadar geniş bir yelpazede İran malları Irak piyasasında önemli bir yer tutuyor. Bağdat’taki iş insanları, İran’ın hükûmet daireleri ve bakanlıklar üzerinde, İran mallarına diğer ithal ürünlere göre öncelik verilmesi için sürekli baskı yaptığını belirtiyor. Bu ekonomik bağımlılık, İran’ın siyasi nüfuzunu pekiştiren önemli bir araçtı.
Milislerin yükselişi ve kontrol kaybı
İran’ın Irak’taki en keskin güç projeksiyonu, Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve onun elit birimi Kudüs Gücü tarafından finanse edilen, eğitilen ve silahlandırılan Şii milisler aracılığıyla oldu. 2014’te IŞİD’in (DEAŞ) yıldırım hızıyla ilerleyişi ve Bağdat’ı tehdit etmesi, bu grupların meşruiyet ve güç kazanmasında dönüm noktası oldu. Hem Irak’taki (Ayetullah Sistani’nin “Vatanı Savunma Fetvası”) hem de İran’daki dinî otoritelerin çağrısıyla İran destekli Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) resmî olarak kuruldu ve onlarca farklı milis grubunu çatısı altında topladı.
Bu milisler, IŞİD’e karşı savaşta kritik bir rol oynadı ve örgütün askerî olarak yenilmesine büyük katkı sağladı. Ancak bu zafer, milislere muazzam bir siyasi güç ve toplumsal nüfuz kazandırdı. İran; bu gruplar aracılığıyla Irak siyasetinin, ekonomisinin ve hatta yargısının önemli kısımlarını fiilen kontrol etmeye başladı. Milislerin işaretsiz araçları Bağdat sokaklarında dolaştı. Üyeleri geniş iş imparatorlukları kurdular (inşaat, ulaşım, telekomünikasyon, petrol kaçakçılığı). Petrol ve metal ihracatı gibi kritik bakanlıkları ve gelir kaynaklarını ele geçirdiler. Yüksek mahkeme üzerinde bile baskın bir etkiye sahip oldular.
Süleymani sonrası kontrolün kırılganlaşması
Bu karmaşık milis ağını yöneten, DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ydi. Süleymani, karizması, tecrübesi ve farklı grupların rekabet eden çıkarlarını yönetmedeki ustalığıyla İran’ın Irak’taki etkisinin tartışmasız mimarı ve operatörüydü. Ancak Ocak 2020’de Bağdat Havalimanı’ndaki ABD insansız hava aracı saldırısıyla Süleymani’nin öldürülmesi, İran için geri dönüşü olmayan bir darbe oldu.
Süleymani’nin yerine geçen İsmail Kaani, selefinin siyasi dehasından, kişisel bağlantılarından ve farklı grupları bir arada tutma becerisinden yoksundu. Deneyimli bir Iraklı milletvekilinin dediği gibi, “İstekler taleplere dönüştü.” Kaani, gruplar üzerinde aynı otoriteyi kuramadı. Süleymani’nin ölümü, milisler arasında zaten var olan parçalanma eğilimlerini hızlandırdı:
- “Direniş Ekseni” sadıkları: İran'ın İslam Devrimi ideolojisine ve İsrail/ABD ile aktif çatışma (“direniş”) gerekliliğine sıkı sıkıya bağlı gruplar (örneğin, Kataib Hizbullah, Asaib Ahl al-Haq).
- İçe dönen pragmatistler: Siyasi ve ekonomik güçlerini pekiştirmeye, Irak iç siyasetinde daha fazla nüfuz kazanmaya odaklanan, İran'ın bölgesel çatışmalarına aktif katılım konusunda isteksiz gruplar. Artık kaybedecek çok şeyleri var (kurdukları ekonomik imparatorluklar, siyasi pozisyonlar).
- Sadr hareketi etkisi: Mukteda el-Sadr’ın güçlü hareketi, İran nüfuzuna en büyük iç muhalefeti temsil ediyor. Sadr’ın 2022’de parlamentoyu terk etmesi ve İran yanlısı gruplarla çatışması, İran'ın Bağdat’taki manevra alanını önemli ölçüde daralttı.
Gençlik ve toplumsal muhalefet
İran’ın Irak’taki konumunu sarsan belki de en dinamik güç, 2019 Ekim Devrimi (Tishreen) protestolarından doğan genç muhalefettir. İşsizlik, yolsuzluk, temel hizmetlerin yokluğu (su, elektrik) ve İran yanlısı milislerin keyfi gücüne öfkeyle sokaklara dökülen bu genç nesil, İran’ın Irak’ı bir “uydu devlet” olarak görmesini şiddetle reddediyor.
Bu hareketin seslerinden biri olan Irak Evi Vakfı Başkanı Muhi Ensari’nin sözleri çarpıcı: “Silahlı gruplar yozlaştı ve ekonomik imparatorluklar kurdular... ‘Direniş’ kavramı [İsrail'e karşı] Irak’ta boş.” Bu gençler için “direniş”, milislerin halkı sindirmek, devlet kaynaklarını yağmalamak ve İran'ın bölgesel çıkarları için Irak’ı kullanmasını meşrulaştırmak için kullanılan içi boş bir slogandan ibaret.
İsrail sınavı
İran’ın Irak’taki nüfuzunun ne kadar aşındığını gösteren en net kanıt, İsrail'e karşı düzenlediği doğrudan füze ve insansız hava saldırısına verilen tepki oldu. Tahran, geleneksel olarak İran’ın bölgesel “direniş ekseninin” temel dayanağı olan Irak’taki milislerinden açık destek bekliyordu. Ancak gerçek şuydu:
- Sessizlik ve tereddüt: İran'ın en yakın Irak müttefikleri bile saldırıya aktif destek vermekte veya İsrail/ABD hedeflerine karşılık vermekte büyük tereddüt yaşadı. ABD veya İsrail’den gelecek misilleme korkusu, eskiden cesur söylemlerle öne çıkan grupları bile susturdu.
- “Öz kontrol” söylemi: Bedir Örgütü’ne yakın analist Ebu Mithak el-Amsari’nin ulusal televizyondaki açıklaması durumu özetledi: “Gruplardaki kardeşler yüksek derecede öz kontrol ve rasyonellik sergiliyor.” Bu, “eylemsizlik” için diplomatik bir kılıftı. İran’a açık mesaj: “Bu savaşı bizim topraklarımızda veya bizim adımıza savaşmayacağız.”
Bu tepkisizlik, İran'ın Irak'taki askerî kanadı üzerindeki doğrudan kontrolünün büyük ölçüde kaybolduğunu ve milislerin artık kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini gösterdi. İsrail’in aynı savaşta DMO’nun üst düzey komutanlarına yönelik başarılı saldırıları ve İran’ın nükleer tesislerine yönelik (İsrail’ce üstlenilen) sabotajlar, Tahran’ın zayıflığını daha da görünür kıldı ve bazı Iraklılar arasında İran’ın gölgesinden çıkma umutlarını güçlendirdi.
Fırsatlar ve tehlikelerle dolu bir boşluk
İran’ın nüfuzundaki bu gerileme, Irak için hem tarihi bir fırsat hem de büyük bir belirsizlik anlamına geliyor.
- Ulusal egemenlik şansı: İran’ın baskısının azalması; Irak devletinin özellikle de silahlı milisler üzerinde otoritesini yeniden tesis etmesi, anayasal kurumları güçlendirmesi ve gerçekten bağımsız bir dış politika izlemesi için kritik bir alan açıyor.
- Yeni ittifakların yükselişi: İran’ın zayıflaması; Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve hatta Katar gibi bölgesel güçlerin Irak’taki ekonomik ve siyasi etkisini artırmasına olanak tanıyacak. Bu ülkeler zaten Irak’ta büyük yatırımlar ve ticari bağlar kuruyor.
- ABD'nin süregelen rolü: ABD askerî varlığını azaltmasına rağmen, Irak güvenlik kurumlarıyla eğitim ve danışmanlık ilişkisini sürdürüyor ve ekonomik bağlar önemini koruyor. İran’ın gerilemesi, ABD-Irak ilişkisini farklı bir düzleme taşıyabilir.
- İç çatışma ve kaos riski: Milisler üzerindeki merkezi İran kontrolünün kalkması, bu gruplar arasında güç ve kaynaklar için şiddetli bir iç çatışmayı tetikleyebilir. Bu, Irak’ın istikrarını ciddi şekilde tehdit edebilir. Sadr güçleri ile İran yanlısı milisler arasındaki geçmişteki çatışmalar bu riskin habercisi.
- Yolsuzluk ve devlet zayıflığı: İran’ın ekonomik manipülasyon kanalları daralsa da on yıllardır sisteme işlemiş derin yolsuzluk ve devlet kurumlarının zayıflığı devam ediyor. Bu yapısal sorunlar, İran olmadan da Irak'ın gelişimini engelleyebilir.
- Sünni aşırılık tehlikesi: İran destekli Şii milislerin gücünün ve saldırganlığının azalması, Sünni topluluklar içinde hâlâ var olan memnuniyetsizliği ve IŞİD benzeri grupların yeniden dirilme potansiyelini besleyebilir. Dengeli bir ulusal uzlaşı hayati önem taşıyor.
Bir çağın sonu ve belirsiz bir gelecek
Bağdat’ın duvarlarındaki posterler belki bir süre daha asılı kalacak. Ancak onların temsil ettiği güç; artık eskisi kadar korku salmıyor, eskisi kadar kontrol edemiyor. İran’ın Irak üzerindeki hâkimiyetinin solması, sadece iki komşu arasındaki güç dengesinin değişimi değil; Irak’ın modern tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri. Bu, Irak halkının, özellikle de İran’ın vesayetinden ve milislerin zorbalığından bıkmış genç neslinin, kendi kaderlerini tayin etmek için mücadele ettiği bir an.
Bu süreç düz bir çizgide ilerlemeyecek. Geri çekilme dirençle karşılaşacak, iç çatışmalar patlak verecek, bölgesel güçler bu boşluğu doldurmak için yarışacak. Ancak, İran’ın Irak’ı bir arka bahçe, bir sıçrama tahtası, bir ekonomik sömürü alanı olarak görebildiği çağın sonuna gelindiği artık açık. Irak’ın bu tarihî fırsatı, ulusal birliği sağlayarak, yolsuzluğu kökünden kazıyarak ve gerçek bir egemen devlet inşa ederek değerlendirip değerlendiremeyeceği, önümüzdeki yılların en çarpıcı jeopolitik hikâyelerinden birini yazacak. Bağdat’ın sokaklarındaki sessiz rahatlama, bu zorlu ama kaçınılmaz yolculuğun ilk adımları. Posterler solup giderken, Irak’ın gerçek yüzü ortaya çıkıyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.